Nedim Saban
“Hayatımı mahvetmek isterler. Beynimi yıkamak, beni şaşırtmak isterler… Ruhumu köreltip dans eden bir ayıya benzetmeye çalışırlar. Benim ruhum özgürdür. Bir kuş gibi özgür… Allah Baba dünyaya indiğinde Çingenelerle baş edememiş ve ilk uçakla geri dönmüş.”
Çingenelerle baş edemeyen Allah baba ilk uçakla geri döndükten sonra, dünyaya faşistleri yollamış olmalı! İkinci Dünya Savaşı’nda yüzbinlerce Çingeneyi katleden Allahın belası faşistlerin ardından Bosna gibi kanayan ve modern dünyanın her nedense sessiz kaldığı bir yara vardı…
Bosna’da Sırplar tarafından tecavüze uğrayan kadınlar, öldürülen çocukları gördükçe içim acıyor, yüreğimin en derin yerinden dünyanın her yerinde ve her çağındaki “ötekiler” için, yalnız gecelerimde ağlıyordum.
Bu konuda bazen yoldaşım Perhan ile dertleşiyordum.
Perhan, yukarıdaki sözlerin sahibi olan Çingene arkadaşım.
Emir Kusturica’nın “20 yıl önce izlediğim ve halen anılarımda taze olan “Çingeler Zamanı” filminde umursamaz görünen, derinlikli Çingene karakter Perhan.
Emir Kusturica, savaşın bittiği kendilerinden saklanarak halen savaş için silah ürettiğini sanan emekçilerin öyküsünün anlatıldığı “Yer altı” filminin savaş karşıtı yönetmeni.
Yaşamının ilk yıllarında da antifaşist bir çizgisi, anarşist bir ruhu vardı…1993 yılında aşırı milliyetçi politikacı Vojislav Seselj’i düelloya davet etti, ancak düello daveti bir sanatçıyı öldürme riskini göze alamayan Seselj tarafından geri çevrildi. 1995’de de Yeni Sırbistan Hareketi Lideri Neboja Pasjkic’i bir film festivalinde yumruklayan da Emir Kusturica’dır. Kusturica’nın, 2005’de vaftiz olarak, Sırp Ortodoks olmasını yadırgamıyorum. İnsan, istediği dini seçmekte özgürdür.
Bu konuda,“Boşnaklar Müslümanlığı zulümle kabul etmiştir, özde Hıristiyandırlar” gibi bir açıklama yapmış olması bir tarihi yanılgı olabilir. Hadi bunu da kabul edebilirim. Ancak ben, duyarlı bir sanatçının, ülkesinde kanayan yaraya sessiz kalmak bir yana, dünyanın gözü önünde bir ırkı yok etmeye yönelen faşistlerin yanında olmasını kabul edemem.
Bu kişinin de , dünya sinemasında kaynaklar tükenmiş gibi, Antalya’da jüri üyesi olmasını, ülkemde baş tacı edilmesini hiç mi hiç kabul etmem.
Üvey kızıyla evlenen Woody Allen gelseydi, son yıllardaki filmleri beni heyecanlandırmadığı halde, özel yaşamı beni ilgilendirmez der, kabullenirdim.
Çocuk tacizcisi Polanski büyük sinemacıdır, belli ki kötü insan. “Aman Antalyalılar kızlarınıza sahip çıkın” der, topluma kötü örnek olan bir adam da büyük yönetmen olabilir diye düşündüğüm için yine ses etmezdim.
Elia Kazan, McCarthy’ye bütün arkadaşlarını ihbar etti ama hala büyük sinemacıdır. Anılarında McCarthy dönemi sonrasında Hollywood’un onu hiçbir zaman kabul etmediğini yazar, günah çıkartır adeta, yine de sinemacı olarak değerini kaybetmez. Ancak geçmişi onu bir hayalet gibi sarmalamıştır .
Bizim portakalcılar ise, Kusturica’yı neden davet ettiklerini kamuoyuna açıklarken, günahlarını daha büyük gafla örterler: “Kusturica’nın karanlık geçmişi onları bağlamazmış”!!!
Lennie Riefenstahl, çağının en büyük sinemacısı, ama Hitler’in propagandası için kullandı bu güçlü silahı. Hitler intihar ettikten sonra ise bırakın eline film makinesi, fotoğraf makinesi alabilmek için 70 yaşında denizaltında dalış teknikleri öğrenmek zorunda kaldı.
Tercihen önce iyi insan, sonra büyük sanatçı olmak gerek. Ama bazı insanlar, iyi insan olabilmek için sanatı bir terapi aracı olarak kullanırlar. İyi insanlığa erişmek galiba en zoru çünkü.
Şimdi savaş suçluların yanında duran Kusturica’nın filmlerini gösterseniz, bir derece, ama gel gör ki, adamı jüri koltuğunda oturtup, bizim sanatımızı yargılamasını istemek onuruma dokunuyor.
Önce onu yargılamak lazım!
Yandaşı olduğu Sırp kasaplarının hesabını Antalya’da versin şu kadarcık kalbi varsa.
Yarattığı Perhan’ın suratına bakabilecek kadar vicdan sahibiyse, Bosna’da tecavüze uğrayan kızların hesabını versin. 1995’de politikacıya yumruk atan delikanlıdan, Emir Kusturica’dan, hesap soruyorum!
Burası Vasfi Rıza’nın solcuları sıkıyönetim komutanlığa ihbar edip, Vasfi Rıza’nın komedyen olarak alkışlandığı Türkiye değil artık!
Burası Semih Kaplanoğlu gibi onlarca uluslar arası ödül almış sanatçıların Altın Portakal’ları ellerinin tersiyle ittikleri, filmlerini geri çektikleri onurluı sanatçıların memleketi.
Irkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme bir insanlık suçuysa…
Hadi Altın Portakal’a katılacak olan çok sevgili sinemacı ve jüri üyeleri dostlarım, Kusturica Antalya’da güneşli bir hava bulacağını sanıyorsa, lütfen yanıltın onu. Bosna Hersek Dostları’nın protestosuna katılarak sanatın ırkçılığa sessiz kalmasına geçit vermeyin.
Bugün Bosna’ya sessiz kalırsanız, şu anda yoğun bakımda olan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Deniz Som’un Nazi döneminde yaşayan Papa Martin Nemöller’den köşesinden sık sık alıntıladığı bir sözü hediye etmem lazım, herhalde anlarsınız artık: “Bugün Naziler komünistler için geldiler sesimi çıkartmadım, sendikacılar için geldiler sesimi çıkartmadım, Yahudiler için geldiler sesimi çıkartmadım. Şimdi benim için geldiler. Ses çıkartacak kişi yok!”