Üstün Akmen
Euripides’in ölümsüz tragedyası “Troyalı Kadınlar”, Oyuncular Tiyatro Grubu tarafından Türkiye-Yunanistan ortak yapımı olarak, Yılmaz Onay’ın çevirisi, George Ballis’in süpervizörlüğünde ve Selma Köksal yönetiminde 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında oynanmıştı da izleyememiştim. Oyuncular Tiyatro Grubu 2010–2011 sezonu oyunu olarak yeniden sahneleyince görmemezlik edemezdim, gittim izledim.
Bildiğim bir gerçek var ki, tragedya yazarı olarak Euripides, drama eserlerine kaynak olan eski efsanelerde geçen dinsel ve ahlâksal konulardan yararlanmış ve bunlar üzerinde değişiklik yapmaktan hiç mi hiç çekinmemiş. İnsan ruhunu çözümlemeye çalıştığı eserlerinde, tiranlığa karşı insan ruhunun iç parçalayıcı haykırışını her keresinde sezinlerim. İşte bu gerçeğin bir başarılı örneği de onun “Troyalı Kadınlar”ı. M.Ö. 415 yılında Hellas’da (Yunanistan) yaşanan ve on yıl süren, ülkenin önemli iki bölgesi ve halkı olan Atina ile Sparta’yı karşı karşıya getiren Peleponnesos Savaşı ortamında yazılmış bir eser Euripides’in “Troyalı Kadınlar”ı.
Kurgu bakımından da mükemmel bir yapıt “Troyalı Kadınlar”. Diyebilirim ki, Homeros’da savaşan erkekler yiğitlikleriyle dile getirilirken, Euripides’de de yenik kentin kadınları, yaşadıkları acılarla ve kaygılarıyla tanımlanmışlardır. Kentin düşmesini izleyen günü anlatan ölümsüz bir başyapıttır “Troyalı Kadınlar”. Kocalarının, çocuklarının ölümünden sonra tutsak olarak götürülmeyi bekleyen kadınların tragedyası, insanın içini dağlar. Troya Savaşı denilince akla hep Paris’ler, Agamemnon’lar, Hektor’lar, Odysseus’lar, Menelaos’lar gelir, ama kusura bakmayın, Troya’da kadınlar da vardır, yani “bizim kadınlarımız”.
Ravenhill, 2008–2009 sezonuna İstanbul’a damgasını vuran Dotbilsarda projesi “Vur/Yağmala/Yeniden”deki “Troyalı Kadınlar”ında 21. yüzyılda kentleri, uygarlıkları bombalanan batılı orta sınıf kadınlarını ele almıştı, pek güzel anımsıyorum. Onlar güvenli sitelerde yaşıyor, kimseye hiçbir kötülük yapmıyorlardı. Aralarından bir kadın: “Bizi niye bombalıyorsunuz? İyiler biziz” diyordu. Sabahları çocuklarına meyve suları sıkıyorlardı. Demokrasi ve özgürlük içinde yaşayan bu bir grup kadın, insanları yaşam biçimlerini ve yaşamlarıyla ilgili her şeylerini bombalayan düşmanı anlamıyor, ama sorguluyorlardı. Veee… Uzaklardaki gizemli düşmana, düşmanın da yanıtlayamayacağı soruyu soruyorlardı: “Bizi niçin bombalıyorsunuz?” Derken kendilerinin neden “iyiler”, düşmanınsa neden “kötüler” olarak algılandıklarının sorgulanması başlıyordu.
İyi de, şimdi Ravenhill’in “Troyalı Kadınlar”ını neden durup dururken andım dersiniz? Ravenhill’in de, Selma Köksal’ın da iletileri birbirlerine koşut da ondan. Nedeni tam olarak saptanamayan trajikomik bir isteri var ikisinde de. Bir kaçış, bir korku, bir cesaret ve cesaretlenme… Bombalananlar, ölenler, “şehitler ölmezler”, tabut başlarında dövünenler, televizyonların haber programları sırasında “vah-vah” çekerek: “Aman Allah bizleri korusun,” diyenler. Oyuncular Tiyatro Grubu’nun dediği gibi: “Tıpkı asırlarca önce yazılmış bu oyun gibi; yakın geçmişte iki büyük dünya savaşı yaşayan EVREN, şimdilerde de savaşla, açlıkla, ölümle boğuşuyor. Troya’da yaşanan yıkım ve acı; bugün “emperyalist” ülkelerin bombaları, uçakları, tanklarıyla Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de yaşatılıyor… Ne yazık ki; bu sömürü düzeni, kana susamışlık sürdükçe bu acılar da sürecek. Troya Kadınları’nın çığlıkları, ağıtları gelecekte de aynı şiddetiyle duyulacak, kulakları dağlayacak.” Oyuncular Tiyatro Grubu’nun söylediği ne yazık ki çok doğru! Acılar keşke sürmese, ama sürecek.
Oyun, günümüz dünya düzeniyle örtüşmesinin yanında; savaş karşıtlığı ve kadın temalarıyla elbette çok önemli bir tragedya. Yönetmen Selma Köksal, Oyuncular Tiyatro Grubu’nun son derece kısıtlı sahne olanakları içinde minimalizenin minimalizesi bir dekor tasarımıyla bu hayli zor oyunu antik tiyatro çerçevesinden gıdım şaşmadan kotarmış. Sahnenin sağındaki pencere ne işe yarar anlayamamakla beraber, Melis Binay’ın kostümlerinin oyuna hayli yardımcı olduğunu söylemeden geçmemeliyim. “Anonim” olduğunu sandığım ışık tasarımında düz ışık kullanılması, oyuncu ve nesneleri doğal görüntüleriyle ve üç boyutlu olarak seyirciye gösterilmemesine neden olmuş. Biçimin doğal görüntüsü yansıtılmamış. Ne yapayım? Yönetmen ışığı oyuna böyle yakıştırmış!
Selma Köksal’ın yönetmen olarak bir kusuru da, Üsküdar Tekel Sahnesi’nde çalışılan ve oynanan bu oyun, kendi salonlarına gelince ses ayarlaması yapmamış olması. Sesler çok yüksek çalışılmış ve bu kadar yüksek ses tonu izleyiciyi rahatsız etmekte. Örneğin Poseidon’da Umur Sevim, oyunun açılışında İlker Görgülü’nün yer yer prozodi özürlü bestesini güzelim bas sesiyle söylerken o kadar bağırıyor ki, Yılmaz Onay’ın mükemmel Türkçesi kulaklardan kaçıyor, sözcükler anlaşılmıyor. Menelaos’ta Sefa Zengin de öyle bağırıyor ki, insanın tüyü tüsü havaya dineliyor.
Işık yoksunluğu ve ses tonlamaları dışında, Selma Köksal sahnelemeyi dramatik bir eylemin deseni, mozaiği olarak ele almış. Devinimlerin, jestlerin ve davranışların bütününü; fizyonomilerin, seslerin, sessizliklerin uyumu olarak değerlendirmiş. Sahne düzenini, trafiğini başarıyla tasarlamış, düzenlemiş ve mükemmelle uyumlaştırarak bütünleştirmiş. Olası zihinsel karışıklıklara öncü engeller koymuş. İki “blackt out”a karşın tempoyu daha oyunun en başında tutturmuş. Oyunun kendi içindeki estetiğindeki önceliği, seyircinin bireysel algı estetiğine bıraktırmış
Oyuncuklara geldiğimde, Athena’ya can veren Bahar Sarah’a öncelikle, “dürtülerini serbest bırakmasını” önereceğim. Bu alıştırmaları gerekirse tiyatrocuların “cıbırca” dedikleri (seslerden, hecelerden oluşan sözcükleri olan, anlaşılmayan ve dünya üzerinde tanınmayan) dille yapmasını isteyeceğim. “Artikülâsyon hatalarını hiç değilse en aza indir, duyularının yoğun keşfine giriş” diyeceğim. Sefa Zengin’e: “Menelaos’un ‘olma’ haline ulaşmak, gerilimi ortadan kaldırmak, duyarlılaşmak, bütün hissettikleriyle ilişki kurabilmek ve bunları bir arada ifade edebilmek için bütün kapılarını açmasını” söyleyeceğim. Tathybios’ta genç oyuncu Esen Poyraz hiç kuşkum yok iyi yolda, ama kendini heyecanlanmaya değil, birtakım özel eylemler yapmaya zorlamamalı diyeceğim. Nasıl heyecanlanmak yerine, ne yapması gerektiğine şartlanmamalı. Yoksa Haberci Tathybios’un kendi içindeki coşkusal durumunu iyi denetliyor ve iletişim halinde bulunduğu diğerlerine göndermeyi de başarıyor. Kuşku duymayınız, Esen Poyraz eleştirmen amcanın mercek altına şu andan itibaren alınmış bulunuyor.
Nükhet Akkaya’nın başını çektiği Koro’da Asuman Çakır’ı, Özlem Arıkan’ı, Serap Özcan’ı, Serpil Akkaya’yı, Demet Ulus’u, Hülya Çabuk’u ve Meriç Sanioğlu’nu oyuna tam bir profesyonel yaklaşımla uyum sağladıkları için kutluyor alınlarından öpüyorum. Helena’da Esen Taşçı iyi. Ayşe Burcu Eren’i galiba ilk keşfedenim ya da keşfedenlerden biriyim. Övünüyor ve yineliyorum: Ayşe Burcu Eren, oyuncunun en yoğun anlatım aracının hareket olduğunun pek güzel bilincinde. Tepeden tırnağa bütün vücut yapılarının, canlandırdığı karakterin bir parçası olduğunu, eylemin belirli anlarında, ellerinin, sırtının, ayaklarının herhangi bir sözlü anlatımdan daha verimli ve etkili olabileceğini de bildiğini bu oyunda Kassandra olarak da kanıtlıyor. Gülsüm Soydan, Yılmaz Onay’ın çeviride kullandığı dilin şiirselliğinin bilincinde, vurgulara fevkalade dikkat ederek, Hekabe’de izleyeni heyecanlandıran bir oyun veriyor. Gülsüm Soydan hiç kuşkum yok ki duygularını, isteğini, aklını ateşleme yeteneğini iyi kullanan bir oyuncu. İpek Değer’in solo dansı “eh” kıvamında, ama Selma Köksal Andromakhe karakterini seyirciyle pek güzel bütünleştiriyor. Selma Köksal Andromakhe’nin dışsal olguların altında gizli bir nehir gibi akan o canlı ruhunu seyirciye pek güzel aktarıyor.
Oyuncular Tiyatro Grubu’nun “Troyalı Kadınlar”ı izlenmeyi ve alkışlanmayı hak ediyor.
“GÖZLEMEVİ”NİN “GÖZLEME” BÖLÜMÜ
Geçen haftaki “Eyyy Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı! Sözüm Sizedir” başlıklı yazımda yer alan destekçilerim arasında Orhan Kurtuldu’nun (TOMEB İstanbul Temsilcisi), Esin Afşar’ın (Oyuncu, Ses Sanatçısı) ve Şener Aral’ın (Kimya Mühendisi) imzaları atlanmış. Listeye ekleyerek düzeltir, kendilerinden özür dilerim.