Bundan çok değil altı yedi yıl önce bir kız arkadaşımın doğum günü için Cihangir’in sakin sokaklarından birinde minicik bir şarküteri mağazasında, o gün havanın da güzel olmasından yararlanarak, çok değil dört beş kişi bir araya gelip, çok değil iki üç saatlik bir sürpriz parti düzenledik. O zamanlar sigara yasağı olmadığı için, İstanbul’un gece yaşamı henüz sokaklara taşmamış, Cihangir’de de cafeler henüz pıtrak gibi açılmamış. Tabi şarküteride içki yok ama biz arkadaşımızı mutlu etmek için, yan bakkaldan içki de almış, keyifleri gıcır etmişiz. Pasta kesme ritüeline geçeceğimiz sırada, tesadüfen Çiçek Pasajı’ndan dönen bir çalgıcı gruba rastlamaz mıyız? Sürprizin de sürprizi oldu diyerek, aramıza katılmalarını istedik” hepi börtdey dönülmez akşamın ufkunda, iyi ki doğdun makber ” derken, üst kattan önce bir atletin, ardından bir bıyığın, en sonunda atletli bir bıyıklının çıktığını duyduk.
“Duyduk” diyorum çünkü önce sesi, sonra atleti ve bıyığı geldi. Pastamızın üzerine epey hakaret yedik. Mesele mahallede ses yapmak değildi, alt katta şarküteri dükkanı açılması, şarküteri dükkanının önüne masa atılması, şimdi de içki içilmesi, yakında buralarda barların, cafelerin de açılacağına kadar dayandı.
Biz boktan, aşağılık, sefil insanlar olduğumuzu düşünerek yukarıdan bizi aşağılayan bıyıküstü atletinin tükürüklü muhabbetleriyle muhatap olurken, ne yazık ki amcanın üstüne üstlük tanınan bir sanatçı olduğuna biraz geç de olsa uyandık!
O gün komşuları da destek verdi kendisine, “Cihangir’imizin değişmesini istemezük” dediler!
Sonra ben de düşündüm, sokağımda her gece sabaha kadar içki içip, müzik yapan birileri olsa, ev halkım da altı çocuk, iki kayınvalideden oluşsa acaba aynı tepkiyi gösterir miydim diye?
Bir kız lisesinin karşısında oturuyorum. “Bornova Bornova” filminin etkisiyle, kız tavlamak için apartman kapısında duran gençliğe şüpheyle bakarken yakalıyorum kendimi bazen.
Galataport projesi yapay ve kentin tarihsel yapısını bozmaya aday.
Ancak Tophane’de ardı ardına açılan sanat galerileri, tiyatrolar, atölyeler, yıllardır benim için çok özel bir yere sahip olan semtin olağanüstü dokusuna zenginlik kazandırıyor.
Tophaneliler’in muhafazakâr olduklarını hiç sanmam!
Mesela “Fatmagül’ün Suçu Ne”de Fatmagül’e nasıl tecavüz edildiğini izlerken televizyonu zapladıklarını sanmıyorum. Eğer gerçekten ahlak düşkünüyseler, rating aletlerini göstersinler kanıt olarak, Fatmagül’e gülmedik desinler!. Ya da bütün semtin bilgisayarlarını polise götürüp, “bakın biz temiziz, zaten Tophane hamamlarıyla ünlüdür, bu sahneleri indirmedik” desinler.
İmdi, bir sanatçının bile ufak bir doğum günü kutlamasını kentsel dönüşüm fobisine çevirdiği travmatik bir çağda, arka arkaya galerilerin açıldığı Tophane’nin varoş kültürlü ahalisi ne yapsın?
Kentsel dönüşüme kurban gitmekten, yerinden yurdundan edilmekten ürküyordur mutlaka!
New York’da Soho’da, East Village’da, 42. Cadde’de yaşandı böyle şeyler. Adam sokağında rahatça uyuşturucu içememekten, kadın pazarlayamamaktan, hap satamamaktan tırstığı için çok direndi değişime. Bir de ghettosunu terk etmek istemedi, çünkü o New York kentinde değil, duvarları yalnızlıkla örülmüş bir ghettoda yaşıyordu.
Kendisi fuhuş yaparken, çocukları pazarlarken, uyuşturucu satarken “temizdi”, yabancılar orada el ele dolaşırken arsızdı. Açık açık uyuşturucu satılan 42. Cadde’de tiyatroya gittiğim bir gün, Amerikan yasaları gereği biranın ambalaja sarılarak içildiğini gördüğümde çok gülmüştüm.
Harlem’e yıllarca yabancının girememesi yaşam alanına müdahale edilme korkusundadır. Harlem’de sanat galerileri, tiyatroların açılması, Harlem’de beyazların yaşamaya başlamasından önceye denk gelir.
Tophane’de üzücü olan şey ise, bu semtin tarihi dokusu içinde, Harlem’in aksine cinsel ve dinsel azınlıkları barındırmış olmasıdır. Şiddetin kökeninde, kentsel dönüşümün paniği vardır.
Tophane insanı, semt kültürünü sevmiş, sokakta yaşamayı benimsemiştir. Bu yüzden “al sana şu kadar para, git TOKİ’den ev beğen” denilmesine razı gelmeyecektir. Cihangir’den kaçırılan eski İstanbul aileleri bunu nispeten kabul etmiş, Soho’daki milyon dolarlık loftlarda Andy Warhol satan sanat galerilerinde artık yaşama şansı kalmayan ev sahipleri rantiyeye dönüşmüştür. Tophane’deki kabul edilemez şiddetin arkasında, ahlak düşkünlüğünden öte, daha çok evinden barkından yok edilme fobinin ağır bastığını sanıyorum.
Burası Ankara’nın Keçiören’i ya da Kayseri’nin ortası değil sonuçta. Tophaneliler sokakta içilen nargileyi, şarabı hayatlarında ilk kez görmüyorlar.
Haa bir de sanatın dönüştürücü gücünden ürküyorlardır mutlaka!
Tiyatro Dergisi’nin Eylül Sayısı’nda da yazdım. “Vatan yahut Silistre”’yi izledikten sonra, halk veliaht Murat’ı istediği için “Muradımızı isteriz” diye sokağa dökülür. Son yıllarda ise tiyatro, resim, heykel, operanın burjuva sanatı olduğu iddia edilmiş, kitleler üzerindeki etkisi tartışılır olmuştur.
Niye tartışıyoruz ki? Sanat bu kadar etkili olmasa galeriler basılır, Kumbaracı 50, Garaj İstanbul’daki etkinlikler polis nezaretinde oynanır mıydı?