“Lütfü Kırdar’da John Malkovich işkencesini izledikten sonra, Malkovich’i sınırdışı edin desem mümkün değil, adam çoktan toplamış bavulunu, ‘Being John Malkovich’e sığınarak her gün başka bir şehirde zaten! Ben, bu oyuncuya T.C vizesi vermeyin artık diyorum! Bir daha böyle kötü oyunlarla Türkiye sınırlarından girmesin, giremesin!
Yollayın onu kariyerine başladığı Steppenwolf Tiyatrosu’na, orada tekrar modern tiyatro hakkında yeterlilik eğitimi alsın, havaalanında audition yaptırtıp, sonra vize verirsiniz! Zaten gözünüzde büyüttüğünüz bu Malkovich’in, dünya tiyatrosunda son yıllarda doğru dürüst oynadığı bir tek saygın tiyatro prodüksiyonu yok. Sözgelimi Shakespeare prodüksiyonlarında yer alan Al Pacino, Philippe Seymour Hofman gibi değil yani, almış eline bavulunu, Malkovich adına sığınarak, kent kent dolaşıyor. İstanbul Tiyatro Festivali’nde oynadığı bu oyun ise, Viyana Festivali’nin resmi programında yer almadı.
Bu oyunun gizli görüntüleri önceden internete düşse, sorumlu teatral merciler mutlaka istifa ederdi! Ama kentimizin tiyatro zevkini belirleyen Prof. Dikmen Gürün, koltuğuna sıkı sıkı yapışmış. …. Tiyatro severlerin sabrını taşıran pek çok felakete rağmen, Dikmen Hoca gitmiyor, gidemiyor. Festivalin danışma kurulundaki saygın tiyatro adamları bu rezaletler Türk halkına reva görülmeden önce, şöyle bir izlemiyorlar mı Allah aşkına?”
Nedim Saban, televizyongazetesi.com, 16 Mayıs 2010
…
Bu yazıdan sonra ne mi oldu?
Mesela, Dikmen Gürün benimle selamı kesti.
O günden beri o kadar üzgünüm ki, mezarlıklara her ziyaretimde rahmetlilere ağlarken bir de yazılarımdan dolayı selamı kesenler için ağlıyorum. Gitmişken, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın umud vaad eden çiçeği burnunda genel sanat yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’dan da selam alabilmek için dua ediyorum.
…
Malkovich fiyaskosunun da içinde bulunduğu tarihin en kötü festivallerinden birine imza atan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, ne yazık ki CHP misali! Başkan değişse de, kurumdaki atalet devam ediyor.
Nejat Eczacıbaşı’yı özlüyor ve ne yazık ki İKSV’yi Ramazan şenliği ile Pop konseri düzenleyen, Ahmet San ile Erol Köse arası bir vizyona sıkıştıranlara üzüntüyle bakıyorum.
…
Eleştirmenlerin eleştiriye tahammül edemediği bir ülkede, tiyatro yazıları yazan bir tiyatro sanatçısı olmak çok zor. Adama cız yaparlar! “Eleştirmeninin düşmanı benim de düşmanımdır” felsefesi hâkimken, oyun çıkartıp, er meydanında savaşmak, hem de özel tiyatro yapmak kolay mı?
…
Türkiye’de bunlar olurken, geçtiğimiz hafta Hırvatistan’dan bilgisayardaki posta kutuma düşen bir ileti dünyamı değiştirdi. Branimir Pofuk adlı eleştirmen, John Malkovich’in The Music Critic oyununda, yukarıda kısmen paylaştığım eleştiriyi büyük bir heyecanla sahneye taşıdığını yazmıştı bana.
Branimir Pofuk adlı birinden gelen mail, önce, “Hırvatistan bankasından 999.000 dolar kazandınız, kredi kartı bilgilerinizi beş dakikada girin” türünde bir tezgâh gibi geldi bana. Ancak ısrarlı yazışmalar sonunda, Malkovich’in dünya festivallerinde sergileyeceği yeni oyununda benim ağır eleştiri metnimi seçtiğini öğrendim.
Oyun, Beethoven, Chopin, Prokofiev, Debussy, Ravel, Schumann gibi müzik adamlarının tarihte eleştirmenlerle ve eleştiri mekanizmasıyla olan maceralarını anlatıyor. Tchaikovsky güncesinde Brahms’ın ne kadar yeteneksiz olduğunu ve her çalışma sonunda kendisini çıldırttığını yazmış, Friedrich Nietzsche bir eleştiri yazısında Brahms’ı notaları hoyratça savuran bir yaratık olarak değerlendirmişti.
Fazıl Say gibi bir virtüöze, bırakın politik yorum, müzik ile ilgili bir kelam ettirmediğimiz demokrasi beşiğimizde, John Malkovich, bir Türk yazarın kendi hakkındaki eleştirisini sahnelemek cüretini gösteriyordu.
Oyunda, “bakın tarihte Brahms’a böyle yapmışlar, Ravel’i şöyle yaralamışlar, Malkovich’i de Türkiye’den yeteneksizliği dolayısıyla sınır dışı edeceklerdi” türünde alaycı ya da nobran bir ton var mıydı diye sordum sanal alemdeki dostuma.
Malkovich ile oyun öncesindeki söyleşisi sanırım çıkış noktası hakkında yeterli bilgiyi veriyor:
“Eleştirmenleri okumam. Ancak Nedim Saban’ın yazısını önüme getirdiklerinde sadece saygı duydum ve iyi ki böyle biri varmış dedim. Bu yazının bir tiyatro sevdalısının kaleminden çıktığı besbelli çünkü!
Eee şimdi John Malkovich’den övgü almış biri olarak, büyüksün be John Malkovich demez miyim? Türkiye’de John Malkovich sokağı açılması için kampanya başlatmaz mıyım? O eski yazdığım eleştiriyi yalayıp, yutup, “Ben ettim sen etme abi, Hollywood’da yanında yer yok mu, ne iş olsa yaparım, çanta bile taşırım” demez miyim? Sayın Başbakanımızdan, 12 dev adama geçtiği kıyak gibi bir kıyağı, memleketimize bu kadar büyük ustalar kazandıran organizasyon firmaları için de reca etmez miyim? Malkovich’i tekrar İstanbul’a davet edip, en yakın zamanda Üçüncü Köprü açılışında yürüyüşe davet etmez miyim?