Yaşam Kaya
Dünyada büyük sükse yaparak birçok ülkede sahnelenen Seven (7) adlı okuma tiyatrosu dünya prömiyerini İstanbul Muammer Karaca Tiyatrosu’nda gerçekleştirerek, gerçek dünya koşullarından çok uzak bir konu ile Türkiye seyircisinin karşısına geçti. Sözde demokrasi adına üretim gerçekleştirdiğini iddia eden oyunun en büyük yanlışı felsefeden yoksun oluşu! Kapitalist düzenin şu aralar sol değerlere sarılma isteği “insan hakları mağdurlarını” kullanma aşamasına kadar ulaşmış durumda.
İnsan hakları konusunda hassasiyet yaratmaya ve aynı cesaretteki daha çok kadını öykülerini paylaşmaya çağıran (!) bu oyunun Türkiye prömiyeri İsveç Enstitüsü, İstanbul İsveç Konsolosluğu ve Riksteatern (İsveç Ulusal Turne Tiyatrosu) işbirliğiyle gerçekleştirildi. Oyunu Türkiye’de seslendiren yedi katılımcı kadın kendi alanlarında söz sahibi olmuş kişiler! Fakat, metnin dramatik yapısı sorunlu olduğu için, oyuncuların kendilerini ifade etmelerinde ciddi problemler oluşuyor. Ayrıca anlatıların ardındaki gerçeklerin görülmek istenmemesi, dünyada yaşanılan işkence olaylarını gölgeliyor. Neden-sonuç ilişkisi kurulmadan olaylara eğilmek duygusal travma yaratmaktan öteye geçmez. Gösteride de aynı sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Amerika’nın insan hakları propagandası.
Fethiye Çetin (İnez Mc Cormack), Belçim Bilgin Erdoğan (Muhtar Mai), Şevval Sam (Faridi Azizi), Füsun Demirel (Mu Sochua), Ece Temelkuran (Hafsat Abiola), Zeynep Eronat (Marina Pisklakova-Parker), Lale Mansur (Annabella De Leon) rolleri ile sahnede görev alan oyuncular. Amerika’nın dünya üzerinde yürüttüğü kara propagandalarla süslenmiş metni yorumlayan sanatçılar; Kuzey İrlanda, Pakistan, Afganistan, Kamboçya, Rusya, Guatemala ülkelerinde kadınlara yapılan insan dışı uygulamaları sahneye taşıyorlar. Fakat bu ülkeleri iç kargaşaya sürükleyerek sistemlerini yok eden ve bunun sonucunda insanların kanunsuz hukuksuz yaşamasına sebep olan asıl güç sahnede yer almıyor. Zaten oyunun ABD’de Hillary Clinton’un katılımıyla prömiyer yapması bir tesadüf değil. Ülkelerin iç işlerine müdahale ederek onları yozlaştıran, emperyalist paylaşım savaşı çıkararak ülkeleri işgal eden ABD, oyunun hiçbir noktasında eleştiriye tabi tutulmuyor. Sadece ABD değil, mesela kast sistemini Pakistan’a dayayan İngilizler de bu eleştirinin dışında kalıyorlar. Sovyet Rusya oyunda kıyasıya eleştirilirken, batılı devletler suçsuz günahsız muamelesi görüyor. Elbette bunları gördükten sonra insanın aklına şu soru geliyor: Seven (7) insan hakları mağdurlarının sorunlarını gerçek anlamda sahneye taşıyabiliyor mu?
Oyundaki oyuncuların bizlere aktardıkları hayat öykülerini dinlerken insanın vicdanı sızlıyor. Kocasından ölesiye dayak bir kadın, kast sistemi yüzünden tecavüze uğrayan bir kız, kadının cinsel kimliğinin elinden alınışı, fikri yüzünden defalarca işkenceye maruz kalanlar oyunun tamamında insanı derin düşüncelerin içine sürüklüyor. Batılı anlayışın üçüncü dünya ülkelerini aşağılayan yapısı metnin bütününde hissediliyor. Özellikle toplumları karanlığa sürükleyerek düşünce güçlerini elinden alan; yürütülen savaşlarla dünyayı büyük kaoslara sürükleyen sistemin, sahnede yaşanılan öyküleri daha da çoğaltacağı kesin. Oyuncuların bu durumu fark ederek oynadıklarından şüpheliyim. Özellikle Ece Temelkuran’ın düşünce yapısıyla metnin bütününün çatıştığını görüyorum. Oyuncuların sadece ‘okuma tiyatrosu’ mantığı ile konuya eğilmeleri konunun anlamlaşmasını güçleştirirken, felsefeden yoksun bir okuma ile seyircilerin eleştirel düşünceleri bir türlü harekete geçmiyor.
Seven (7), batılı demokrasi yaşantısından yola çıkarak üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarına eğilen bir oyun. 2000’li yılların dünyasında vahşi kapitalizmin yarattığı yedi ayrı kadının trajedisi sahnelerde okunmaya devam ediyor. En azından bu kadınların acılarına ortak olma adına oyunu kaçırmamanızı öneririm…
Editörün Notu: Yedi (Seven) etkinliği ile ilgili diğer bir yazı için aşağıdaki linki tıklayınız: