U2’nun o meşhur konserinin sabahında yolum İstiklal Caddesi’ne düştü. Bir kitabevinin önündeki uzun bilet kuyruğunu görünce, doğrusu pek yadırgamadım. Bono hayranları stadyumda halen 50.000 adet boş yer kaldığını duymuşlar ve son anda ev ekonomilerinde yarattıkları mali çözümler sayesinde konsere gitmek üzere sıralanmışlar diye düşünerek yürüdüm geçtim.
Aynı günün akşamüstü iftar saatlerine doğru, bir tesadüf eseri, yolum tekrar İstiklal Caddesi’ne düşmesin mi? Artık konsere yetişilmesi mümkün olmayacağı için teoride bitmiş olması gereken kuyruğun sadece üyeleri değişmiş, hatta tam karşısına da bu kez lokantada yemek kuyruğu bekleyenler dikilmiş.
Bir taraftan sanat etkinlikleri için bilet almak isteyenler, öte yandan sıcak Ramazan ayında uzun süre susuzluğa ve açlığa dayanıp oruç tutan ve ezan okunmasını sabırla bekleyen kalabalıklar…
Siyasallaşmanın kamplaştırmayla özdeşleştirildiği ucuz politikalara alet olmayıp, birbirlerine bulaşmıyorlar, laf atmıyorlar…
Önce ekmek, sonra sanat demiyorlar!
Ya da tam tersine sanat olmazsa, uzun vadede ekmek sorunu çözülmez diye sataşan da yok.
Bu dev kuyruk sadece U2 için değil. İstanbul kentinin zengin kültürel etkinliklerinden beslenmek isteyenler, Taksim’de en rahat bilet satış noktasını bulmuş, yararlanmak istiyor…
Metruk halde çürümeye terk edilen Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde minicik bir Devlet Tiyatrosu bilet satış gişesi var. Geçen yıl DT Genel Müdürü Lemi Bilgin’le bir sohbetimizde, bu gişeyi azıcık genişleterek, özel tiyatrolara da açmasını önerdim. Londra, Paris, New York’da, tiyatro gişelerinin önünde biraz daha ucuz bilet almak için sıraya dizilmiş kişiler, her gece bir oyuna gitmek için birbirleriyle yarışan öğrenciler benim için medeniyetin simgesidir. Bu tip bir uygulama neden İstanbul’da olmasın? İstanbul, neden tiyatro, konser etkinliklerinin uzun kuyruklarıyla övünen bir metropole dönüşmesin? Lemi Bilgin, vizyonu geniş bir kişi. Önerime sıcak baktı, önüne çıkartılan bazı saçma sapan engellere de son derece pratik çözümler üretti. Şimdi iş, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun bu fikri hayata geçirmesine kaldı!
Londra’da kötü müzikallere gitmek isteyen Japon turistler, sanki bok varmış gibi, kentin göbeğinde fink atıyorlar. İstiklal Caddesi’ndeki kuyrukları gözlemlediğimde ise dikkatimi çeken şey bir turistin, kültür etkinliği için sıra bekleyen kalabalık yerine, oruç açmak için sıra bekleyen kalabalığı fotoğraflaması oldu!
Memleketine gittiğinde, artık facebooktan “Türkiye’de insanlar sefil” diye mi yazar? Ya da, “bakın Türkiye batı yerine doğuyla flört ediyor” mu der bilemem. Fotoğraf makinelerine musallat olan, fesle dolaşan turistlerin karşısına “Atatürk şapka devrimi yaptı” diye çıkıveren diktatör ruhlu kentlilerden olamadığım için, turist kardeşime (bu yakıştırma fazla Ertuğrul Özkök’vari mi oldu) objektifi bir de tam karşıya, sanat olayları için kuyrukta bekleyenlere çevir diyemedim.
Üstelik öyle zengin bir coğrafya ki burası, bilet kuyruğundaki pek çok kişi de sigarasını yakmak, çantasından su şişesini çıkartmak için topun atılmasını bekliyordur mutlaka.
Referandum gündemi nedeniyle gölgede kalan haberlerden biri, ekmeğe çok yakında zam geleceğiydi.
Memlekete uzun vadede refah gelmesi için, gişelerdeki kuyrukların artması gerekiyor.
Bunun için de, tiyatro, opera, bale, konser için, Perihan Mağden tayfasının başlattığı, plaza edebiyatçılarının “kimse gitmiyor ki” söyleminin aşılması, kuyrukların oluşturulabilecek zeminin yaratılması gerekiyor.
Yaz tatilimde Alaçatı’ya uğramıştım. Alaçatı’da her şey kimliğini kaybediyor, burası pek yakında kebapçılar cehennemine dönecek. Ancak, tam merkezdeki kitabevi kimliğini koruyor. Bu kitabevi, Aziz Nesin’in ölmeden önceki son imza gününü gerçekleştirdiği yermiş! Ayşe Kulin’in imza günündeki kuyruk, sinek avlayan Alaçatı’nın sosyetik mekânlarına örnek oluşturuyor!
Knut Hamson, “Açlık”romanında, açlığa tahammül etmek için parmaklarını kemiren ama yazan, yazmadan varolamayan, Andreas’ın öyküsünü anlatır. Andreas, açlıktan parmaklarını kemirir ama yazar! Yaşamak için yazmaya ihtiyacı vardır. Bir ekmek kapısı olmanın dışında yazmak bir varoluş biçimidir çünkü!
Ülkemizin siyaset politikaları son yıllarda tokluk propagandası üzerine kurulmuş olabilir. Aç kişiyi bir kez doyurarak, onun çocukları, torunları, komşularını da doyurmuyorsunuz ki, onun geleceğini teminat altına almıyorsunuz ki. Dünyada açlığın bitmesi tabii ki en büyük isteğimizdir, ancak bunu kumanyalar değil, kitleleri gelir dağılımı konusunda bilinçlendiren kitaplar yapabilir.
Gişelerimizin önünde oluşan kuyrukların, geleceğimiz için lokanta önünde oluşan kuyruklarımızdan daha önemli olduğuna gerçekten inandığımızda, egemenlerin üzerimizde kurmayı hedefledikleri baskı, korku ve kaos imparatorluğunda kaybolmadan yolumuzu bulmamız çok daha kolay olacaktır…