İki yıl önceydi, bundan 51 kg fazlaydım. Bir gün fast-foodu fazla kaçırmıştım.(Galiba acılı tavuk kanadıydı). Sofradan kanatlandım ve arkadaşlarıma, “Yemeği kaçırdığı için patlayan bir adam olmuş mudur merak ediyorum” demiştim!
Şimdi rüyalarımı ekmek kadayıflar, dondurmalı pastalar, çocukluğumun renkli lokumları, akide şekerleri süslerken, içimi bir merak salıyor. Oturamadığım sofralardan, uyuyamadığım uykulardan, katılamadığım sohbetlerden hop oturup hop kalkamadığımdan mıdır nedir, içime bir merak düşüyor.
“Acaba meraktan çatlayan bir adam var mıdır?” diye soruyorum kendi kendime?
Merak ediyorum:
• Yeni anayasa paketinde sanatın ve sanatçının adı jest olsun diye bile geçirilemez miydi diye.
Merak ediyorum:
• Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönettiği İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu bu sene ne oynayacak diye? Yıllardır Mayıs ayında açıklanan repertuvar geleneği niye bozuldu diye? Tiyatronun iki genel sanat yönetmen yardımcısı sessiz sedasız neden istifa etti diye? Şehir Tiyatrosu’nda bu kadar beklediğimize değecek oyunlar çıkacak mı diye.
Merak ediyorum:
• Türkiye’nin dört bir yanını kaplayan ‘billboard’larda “artık düşüncelerinizden dolayı yargılanmayacaksınız” deselerdi evet der miydim? diye.
Merak ediyorum:
• Özel tiyatrolara devlet yardımı diye angaryadan birkaç kuruş dağıtan Kültür ve Turizm Bakanlığı bu yıl önkoşul olarak talep ettiği belgeleri gerçekten inceleyecekse, yardım kriterlerinde bir şeyler değişecek mi diye? Bu durumda tiyatromuzun kalitesi artacak mı diye?
Merak ediyorum:
• Yeni anayasada sanatçıların, sanat emekçilerinin telif hakları, komşu hakları gibi konular Avrupa Birliği kriterlerine kavuşturulamaz mıydı diye.
Merak ediyorum:
• Deprem gibi çok önemli bir konuya değinen bir sosyal sorumluluk projesi kapsamındaki oyunda Arzu Yanardağ, Eylem Şenkal vb. isimlere teklif bile götürülmediğini duyan TOKİ, sponsorluğunu geri çekince yaptığı gafı nasıl düzeltti diye… Yani mesele depremle ilgili bir oyuna sponsor olmak mı yoksa afişte Arzu Yanardağ, Eylem Şenkal’ın oynadığı bir oyuna sponsor olmak mı? Kimin sahip olduğunu bile bilmediği bir projeye sponsor olmak mı diye.
Merak ediyorum:
• Geçen yıl aynı ailenin fertlerine ait üç ayrı tiyatroya en yüksek kategoriden ödenek veren Kültür Bakanlığımız bu yıl biraz daha ince eleyip sık dokur mu, yoksa yine ektiğini biçer mi diye?
Merak ediyorum:
• Bizim vergilerimizle ayakta tuttuğumuz ödenekli kurumları babalarının çiftliğiymiş gibi yönetenler tez elden toparlanmazsa, sezon sonunda, ben bile (!) Şehir Tiyatrosu’ndaki Orhan Alkaya dönemini ben bile (!) mumla arar mıyım diye?
Merak ediyorum:
• Evimin karşısında müziğin fazla açılması konusunda Orduevi’nden biraz şikâyetçi olduğum zaman bu fırsatı bile orduyu yıpratmakta kullananlar fazla mı ileri gidiyor diye? Darbeler konusunda eleştirdiğimiz orduyu her fırsatta yıpratırsak, Çanakkale Savaşı’nı, Kurtuluş Savaşı’nı yeni kuşaklara nasıl aktaracağız diye.
Evet oyunu basarsak, yurtdışına özgürce çıkabilecekmişiz.
Mesele o değil ki!
Bu coğrafyada Kürt vatandaşlarımıza nüfus kâğıdı sorulurken bile ayrımcılık yapıldığını, Kürt tiyatrocuların “terörist” muamelesi görmekten şikâyetçi olduklarını birkaç ay önce Milliyet Sanat Dergisi’nde Kürt Tiyatrosu konusundaki yazımda kendi ağızlarından aktarmıştım.
Nüfus kâğıtlarında halen din hanesinin yazıldığı, din eğitiminin zorunlu tutulduğu “laik” bir ülkede yaşıyoruz.
Nüfus kâğıdında “dul” ya da “bekâr” yazdığı için nice kadınımızla ilgili taciz haberi okuyoruz gazetelerde.
“Ya sev ya terk et” zihniyetinin yoğunlaştığı zamanlarda, vergi kaçakçıları dışında çok fazla kimsenin yurtdışına çıkmakla ilgili bir derdi olduğunu sanmıyorum.
Mesele, insanın kendi coğrafyasında rahat etmesi. Daha da ileri gideyim: Bir sanatçı, bir düşün adamı, bir yazar olarak, mesele insanın kendi beyninde rahat etmesi…
Düşünebilmesi, üretebilmesi.
Düşünmekten korkmaması.
Korkmadan düşünebilmesi!
Merak ediyorum:
Otosansür boynumuza bir zincir gibi dolanırsa,
Merak ediyorum:
Kendini ottoladığı (!) için zincirleri, boynuna, ayaklarına dolanan, zincirleri yüreğini dağlayan biri var mıdır?