Titanları yenen Olimposlular uzlaşma ile evreni bölüşürler. İnsanlarla anlaşmazlıklarda Titan İapetos’un oğlu Prometheus ölümlülerden yana olur. Tanrıların yiyeceği ile insanlarınkini belirlemek için büyük bir öküz kurban eder ve ikiye ayırır. Bir bölümde hayvanın eti, iliği ve sakatatının üstünü hayvanın derisi ile örter, diğer bölüme kalın bir yağ tabakası altında eti sıyrılmış kemikleri bırakır. Kuzeni Zeus’tan payını seçmesini ister. Zeus iştah verici yağa kapılıp seçince kemikle karşılaşır ve Prometheus’a karşı korkunç bir öfke duyar.
Ölümlülerin ve onların koruyucusunu cezalandırmak amacıyla Zeus etleri pişirmesinler diye ateşi saklar. Ama Prometheus rezene sapı içinde ateş kıvılcımlarını aşırır, yeryüzüne indirir. Korkunç kızgın Zeus, Prometheus’u Kafkas Dağına zincirlemek görevini Hephaistos’a verir. Her gün orada Ekhidna ve Typhon’dan doğma bir kartal Prometheus’un hep yenilenen karaciğerini yemeğe gelir.
Herakles kartalı bir okla öldürerek mutsuz Prometheus’u kurtarır. Herakles’in oku ile vurulan bir başkası da Kentaur Khiron’da ölmezliğini Prometheus’a bırakır, böylece Prometheus ölümsüzler arasında yer alır. Bir rivayete göre ise Prometheus ilk insanı biçim verdiği killi çamurdan yaratmıştır… Bu nedenle Atina’da zanaatkarlar, pirleri bildikleri Prometheus ile Hephaistos’a saygı beslerler.
Avrupa kültürünün temelini oluşturan efsanevi figür Prometheus’a Yunanistan’dan “Attis Tiyatrosu”, Almanya’dan “Rimini Protokoll” ve Türkiye’den “Studio Oyuncuları”nın işbirliği ile bir bakış getirilmeye çalışılıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri içinde yer alan Belgesel Tiyatro Topluluğu “Rimini Protokoll” un gösterim tarihi ve mekanı henüz belli olmayan programı projenin 3. ayağı olarak duyuruldu.
Prometheus, mitolojik bir figür olarak yer alıyor. Tanrısal düzene kafa tutmuş, insanı yaratmış, insanlığa ateşi; yani yaratıcılığı, bilimi, sanatı, uygarlığı armağan etmiş, Zeus tarafından cezalandırılmış, zincire vurulmuş mitolojik bir kahraman Prometheus.
*****
18-19 Temmuz 2010 günleri Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği “On Adımda Unutmak- Anti Prometheus”, Studio Oyuncuları tarafından Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde yer aldı. Program broşüründe eser için; “Bireysel dünyana sıkışmış, hayata mücadele etme yeteneğini ve büyük umutlarını ve uzun vadeli projelerini, kısa vadeli ve küçük kazanımlara feda etmiş, kendisine sunulan küçük konforlar aracılığıyla çevresine ve çevresindeki insanlara, sorulara duyarsızlaştırılmış, maruz bırakıldığı bilgi bombardımanı içinde giderek farklı bir anlatımla bilgisizleştirilmiş ve sonuçta cahilleştirilmiş çağdaş insanın tragedyasıdır” deniliyor ve devamla “Dünya’ya müdahale etme yeteneğini terk ederek ‘umut’u sistemin kendisine vaat ettiklerinden ibaret görmeye çalışan çağdaş insanın tragedyası, ışık-ses-dekor gibi temel sahne elemanları ile oyuncu arasında gerçekleşen zorlu mücadele aracılıyla ifade edilmekte ve bu mücadele oyunun ana eksenini oluşturmaktadır” savı ileri sürülüyor.
Prometheus, düzene teslim olmayıp düzene gönüllü olarak boyun eğen bir karakteri anlatıyor tragedyanın tersine. Oyun üç bölümden oluşuyor; kendisine ait olmayan bir yükü taşıyanlar, sonra bu yükten kurtulanlar, sonra da bu yükün sahibi haline gelenler. Bu üçlü planın içinde iki katman var aslında, sahne işçilerinin oyuncuya dönüşmesi bir katman, ama esas olarak da önce çalışan sınıftayken sonra sınıf atlayan sonra da mülk sahibi haline gelen orta sınıf insanının bir çeşit sahne üzerinde gerçek zamanda değişimi. Asıl sürprizi de şu, mülklerinden kurtulmamak üzere çalışan orta sınıf insanı, kendi zorluğunu sistem içinde kendisi yaratıyor. Sistemin insanla, adeta kedinin fareyle oynaması gibi oynaması. Sandalye çok önemli bir simge tabii ki “pozisyonu, yer sahibi olmayı” bire bir gösteren çok basit bir malzeme. Tekand bu basit malzemeden de elde edebildiği kadar zengin bir sonuç elde etmeye çalışmış. Aynı zamanda Prometheus’un bağlandığı kayaya da bir gönderme. Onu tanrılar kayaya zincirlediler, bizim orta sınıf insanımız, “bile isteye” kendilerini sandalyeye bağlıyorlar.
“On Adımda Unutmak” –(Anti Prometheus) ateşi insanlığa armağan ederek kendini feda eden Prometheus gibi sisteme karşı çıkarak “ sistemin mahkûmu” olmak yerine, gönüllüce “ sisteme mahkûm” olanların görmezden geldikleri tragedyalarını, ironik bir metin ve performans diliyle sergileme çabasında. Aiskhylos’un “ Prometheus” adlı oyunundan yola çıkan projede Şahika Tekand oyununa “Anti Prometheus” ismini yeğlemesini şöyle açıklıyor: “Prometheus belki Zeus’un sistemini yıkamayacağını biliyordu ama zincire bağlanmayı göze aldı. Bizim de böyle bir Prometheus dürüstlüğüne ihtiyacımız var. Tam anlamıyla çağdaş insanın tragedyası ‘Anti –Prometheus’, ismi çağdaş insanın genel karakterini çok iyi tarif ediyor. Bugün insanın “hesap vermeyi” unutması trajik olandır. Düzenin mahkumu olmaktan korkup, düzene mahkum olanların tragedyasıdır ‘Anti-Prometheus’. Kendini feda, düzene başkaldırı gibi kavramların en hafif halleriyle romantik bir aptallık, ama en yaygın haliyle de ‘enayilik’ olarak kabul edildiği günümüzde tanrılardan ateşi çalan ve Zeus’a başkaldıran Prometheus, düşünsel olarak linç edilmiş durumda. Çağdaş insanın fark etmediği ve fark etmek için elinden geleni yaptığının tragedyası tam da bu durumdur diyor, Studio Oyuncularının yazarı-yönetmeni ve ışık tasarımcısı.[1]
Burada Beethoven’in “Dokuzuncu Senfonisi”nin son bölümünde “insan sesinin” katılımı akla geliyor. Estetik açıdan pek çok sanat ve müzik uzmanını düşündüren bir konu için Beethoven’de eseri ilk çalınışından sonra dördüncü bölümü değiştirip “insan sesini” çıkartacağını söyler. Bazı müzik estetleri “keşke yapsaydı” derler. Bu düşünce çerçevesinde “korolu bölüm”ün anlam bakımından ayrı düştüğünü savunurlar. Evrensellikten yola çıkarak efsane ve tarih konularının genelliğinde insan tutkularının (büyüklük-sömürü-iktidar v.d)ele alarak sonunda “insanın dramına” nasıl yol açtığını göstermek simgeci anlatımlarda, duygusal çatışmaların “arkaik gerçekçi” bir üslupla ortaya çıkışını engelleyemiyor. Plastik anlatıma önem veriş “efsanelerin” yapısal öğesinde müzik ve dans eksikliğini hissettiriyor.
*****
İlk gün İstanbul’daki yoğun yağış nedeniyle ilk temsilin yapılamadığı, sadece 27-28 Temmuz 2010 günleri iki temsille Rumeli Hisar’ında sahnelenen Attis Tiyatrosu’da “Zincire Vurulmuş Prometheus” adlı oyunda, oyuncular beden ve ses güçlerini kullanarak metnin ontolojik ve politik özüne vurgu yaparak adı geçen tragedyayı sergilediler.
Tarihin tragedyaya yeni bir öz kazandırma isteği ile kurbanların büyük medeniyet sıralarında, cennetten atılışları, şiddetin devletle özdeşleşmesi, otoritenin en saf haliyle sergilenmesi ve zincire vuruşların romantik devrimlere yaklaşımı kendi hallerinde ele alınıyordu oyunda. Theodoros Terzopulos’un dramaturji ve yönetimini yaptığı Attis Tiyatrosu eseri “Zincire Vurulmuş Prometheus” ise İÖ 5. yüzyılda Atina’da tiranlığın çatırdadığı ve demokrasiye geçişin yaşandığı bir dönemde Aiskhylos’un yazdığı hem mitten trajediye geçişi hem de tanrılara karşı yapılan ilk devrimi simgeler Prometheus.
Olimpos Dağında bir fallus ile sembolize edilen Zeus’un oğlu Hermes başını kestiği, Hera’nın gözcüsü “kırk gözlü” Argüs’ü gözetmesini başarısız kılınca, Anges’li kral kızı İo’ya, Prometheus kehanetlerde bulunup Mısır’da oğlu Epaphus’un meşhur edeceği Menfis şehrinde Zeus’la buluşacağını ama artık İo’nun yaşamı boyunca et yiyemeyeceği, süt içemeyeceğini söyler. Üç farklı beden kullanımı ve üç ayrı dilin yarattığı müzikal ritmin içinde Zülfü Livaneli’nin “Yiğidim Aslanım”ın tiyatronun-dillerin-mitlerin dostluğunun fiziki titreşimi ve enerjisi, aşk-neşe-hüzün-umut-kader ve evrenin kesin emri; “insanlık bağının” en etkili, en asil anlatımı ortaya çıkıyor. “Zincire Vurulmuş Prometheus” da “Dokuzuncu Senfoni” gibi organik yapısına ekli bir “korolu bölüm”le daha coşkulu ve daha kıvılcımlı olarak yer alıyor.
*****
Studio Oyuncuları’nda Türk ve Alman, Attis Tiyatrosu’nda Alman, Yunan ve Türk oyuncular yer almış olması, kültürel ve sanatsal buluşmalarda farklı dillerin kültürlerarası nitelik taşıyan projelerdeki bir “fantezi”den öte, çağdaş sistem sorununun teatral dil ve müziğin ele alınışı olarak sunumu. Ayrıca Studio Oyuncuları’nın ışık sisteminde ışığın kullanımı, ışık tasarımı oyunun matematiğinin asal aktarıcısı haline getirilmesi ve sahne üzerindeki 32 karenin eğlenceli bir alan yaratmasına yaramış.
Her iki oyunda da sürekli “kahraman aranması”nın, sürekli “kahraman beklenmesi”nin zaman kaybı olduğu “kahraman”lığın bir araya gelmek ve bir şeyleri birlikte yapabilmek olduğu vurgulanıyor.
“Zincire Vurulmuş Prometheus” ta Prometheus rolünü üstlenen Yetkin DİKİNCİLER’in deyişi ile;[2] “ ‘Hayat gerçeği’ diye o kadar çok ‘hikâye’ anlatılıyor ki etrafta, bir bakıyorsunuz siz ‘hikâye’ oluyorsunuz başkasının hikayesinde. Halbuki siz hikâyeye güvenirseniz, onun baş aktörü ve kahramanı olabilirsiniz. İnsan neden bilinçle kendini feda eder? Bir tane hayat varken, yaşamaktan daha kutsal bir hal yokken; elbette çaresiz kaldığı için”
Işıklar bir açılıp bir kapandığında, bir karanlıktan diğer karanlığa yuvarlanılsa da “O Gün, Bir Gün Gelecek…”
Umudun nerede olduğu farkına varılacak.
[1] Ceren Çıplak 18/07/2010 Cumhuriyet Gazetesi
[2] Özlem Altunok 02/08/2010 Cumhuriyet Gazetesi