Geçtiğimiz yıl Urla’da “Yenikapı Tiyatrosu” öncülüğünde gelenekselleştirilen Tiyatrolar Buluşması’nda yaklaşık 45 derece güneşin altında, çeşitli amatör topluluklar ve birliklere ait olan gençler ve bünyesinde yüze yakın topluluğu bulunduran Amatör Tiyatrolar Çevresi ile İATP-G adlı örgütlerin bir araya gelmesiyle, Türk Tiyatrosu adına bir güç birliği oluşturma kararı verdik. 12 Eylül’de İstanbul’da bir kurultay, ardından Kasım ayında Ankara Tiyatro Festivali bünyesinde profesyonel tiyatroların ve sanat adamlarının da katıldığı bir çalıştay yapılarak tiyatromuzu bekleyen tehlikeler masaya yatırıldı.
Bu dönemde sanatçıları bekleyen en büyük meseleyi “tiyatroma dokunma” olarak açmak mümkün! Ödenekli tiyatrolar, kendileriyle ilgili gündeme getirilen yasa değişikliklerinin ne kadar farkındalar, kaderlerinin pek yakında Tekel işçileriyle kesişeceğinin ne kadar bilincindeler bilemem ama kurultaylara pek katılmadıklarına, AKM eylemlerinde pek az boy gösterdiklerine göre, kendi meselelerine kendileri sahip çıksınlar.
Bugüne kadar “tiyatroma dokunma” meselesini, hep binama dokunma olarak algıladık. Sanki binalar yıkıldığı, ya da yeni binalar yapıldığı zaman tiyatro kendi kendine varolacakmış gibi… Tarikatlara peşkeş çekilen, adeta AKP teşkilatı gibi kullanılan “Karaca Tiyatrosu”nun hali ortada. Şimdi orası haftada iki gün Dostlar Tiyatrosu’na tahsis edilse ne olur edilmese ne olur? Binada sağlıklı tiyatro altyapısı zaten kalmamıştır, tiyatroya çoktan dokunulmuştur.
Büyüklerimiz bize tiyatro sevgisinin çocuklukta başladığını öğretmişlerdi. Koca bir yalan! Sadece İstanbul’da okulları denetimsizce dolaşan 300 adet kumpanya var. Bunların oyunlarına artık şahsi sapıklık bile katılıyor. İşte İstanbul’da çocuklarınızı okuttuğunuz bir okulu dolaşan bir oyunun derme çatma senaryosu (metin demiyorum özellikle): Eve hırsız girer, yetim çocuk korkar. Sonra çocukla hırsız arkadaş olur. Hırsız, evde yaşar, akşamları anneyle, gündüzleri çocukla ilgilenir.
Bu fevkalade oyunları oynayabilmek için Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin almak yeterli değil, çünkü her bölgenin ayrı tarikatçı eğitmenlerini de hoş tutmanız gerek, her ilçeden ayrı ayrı izin almanız lazım. Bu yüzden TOBAV ödüllü, yıllardır Türkiye’nin dört bir yanında başarıyla oynanan Ayla Çınaroğlu’nun “Miğfer” adlı oyunu Hatay Dörtyol’da yasaklanabiliyor mesela. Tiyatromuza dokunulmuştur.
Bizler, şenlik kültürünü yaşayan toprakların çocuklarıyız. Bir dönem liselerimizdeki İLTÖ şenliklerinin tadına doyamazdık. Nur içinde yatsın, Mustafa Gezer, Cem Yalın gibi öğretmen kökenli yazarlar yetişti şenliklerden. Sonra uzun yıllar liselerde tiyatro şenliklerinde “Pembe Kadın”, “Bernarda Alba’nın Evi”, “Ocak” izlemekten gına geldi. Artık gözü açılan kuşaklar yaratıcılıkta sınır tanımıyor. Manisa Demirci Sağlık Lisesi sağlıklı bir yorumla , tarih öğretmeni ve rehber öğretmenlerinin öncülüğünde Tuncer Cücenoğlu’nun “Kör Döğüşü” adlı oyunuyla birincilik kazanıyor ama ertesi gün din öğretmenleri onları, oyunda din adamlarını küçük düşürdükleri gerekçesiyle savcılığa şikayet ediyor. Bir kere bu nasıl bir faşizan ihbarcılık kültürüdür ki, bir öğretmen, eğitim verdiği kurumu , yetiştirdiği öğrencileri savcılığa ihbar eder? Yanlış bir şey varsa, otur, tartış. Gerekirse gençleri ders dışında meyhaneye davet et, bir bira ısmarla, sen içme, onlarla oyunun doğrularını yanlışlarını tartış, ama tiyatrolarını savcılığa ihbar etme çünkü tarih bana bugüne kadar hiçbir savcıyı hatırlatmıyor ama nice başarılı oyun yazarını hatırlatıyor.
İlkokulda berbat oyunlar izleyerek tiyatrodan tiksinen, lisede birinci de olsa savcı karşısında titreyen, Anadolu’da turneye gelen tiyatro sanatçılarını halen polisten sabıka kaydı alması gereken kişiler olarak hatırlayan çocukların üniversiteye girdiklerinde, tiyatro dostu rektörlerle karşılaşacağını sanmayın.
İTÜ Taşkışla Sahnesi, yıllardır provalarını da, oyunlarını da koridorda oynuyor. Sahne olmadığından değil! Oditoryum, sponsor şirketlere bal gibi tahsis ediliyor ama onlar anarşist çünkü tüm Türkiye’de çok ses getiren “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümünü” başarılı bir yorumla oynuyorlar. Zavallı İTÜ öğretim üyeleri, bu dirençli gençlere, “ bari sponsorları rahatsız etmeyin, şu karşı koridorda oynayın” demekten başka çare bulamamış.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde ise, sanırım Yılmaz Büyükerşen’in kente yaptığı hizmetleri içine sindiremeyen üniversite yönetimi, tiyatro kulübünü, yıllık 400 lira bütçeyle sınırlamış. Üstelik tiyatro kulübünü tiyatro binasına sokmayarak! Bir doktorun yedi yıl kadavra bile görmeden eğitim aldığı memlekette doğal değil mi bu?
Manisa Celal Bayar Üniversitesi de 2006 yılında Gogol’ün “Müfettiş” oyununda argo bir sözcüğün sansürlenme emrinin uygulanmaması üzerine, sözümona danışman bulunamadığı için tiyatro kulübü kapatılıyor.
Kürtçe Tiyatro yapanların yıllarca yaşadıklarını, Milliyet Sanat’ta uzun dosyalarda anlattım. Ancak bu topraklarda Batmanda, Abdullah Tarhan adlı sanatçıya ve Arsen Paladov Tiyatrosu üyelerine beş yıl sanat yasağı veriliyor ve görüş ayrılığı olduğu için midir nedir, demokratlarımızın sesi sedası çıkmıyor. Açılım için başbakanın sofrasına oturanların da!
Yenikapı Tiyatrosu Dersim’de oynarken, salonda seyircilerin üzerine polis salınıyor, aramaya kurt köpekleri de teşrif ediyor. Tiyatroya artık köpekler de dokunuyor! Köpekleri daha önceleri havaalanında görmüştük, artık tiyatroya da indiler, sıra kurtlar ve öteki hayvanlarda…
Kemer Belediye Tiyatrosu’nu fesheden MHP’li başkan, önce kadrosunda zabıta memurlarının eksik olduğu için oyuncularının zabıta memuru olmasını emrediyor, oyuncuları bunu kabul ediyor, “en büyük başkan bizim başkan diyorlar”, kovuldukları zaman, adamcağız kötü oluyor.
CHP’li Yenimahalle, CHP’li Çankaya Belediye Tiyatroları, kadrolarını tamamen keyfi nedenlerle tasfiye ediyor. İnternette kıyamet kopuyor, sonra gizli bir pazarlık yapılıyor, ses seda yok. Ne yazık ki, iyi niyetli tiyatro siteleri, haber atlamamak için, haberleri araştırmadan giriyorlar, bu nedenle kimi zaman manipüle edilerek yanlış haberlere alet edilmiş oluyorlar.
Tiyatrolar Birliği olarak, kar kış demeden, tüm günümüzü, tiyatrosuna dokunan Afyon’a ayırmamızın, binlerce kilometre yol tepmemizin, taraflarla konuşmak istememizin nedeni de buydu zaten. Mustafakemalpaşa Belediyesi’ne de bir ziyaret gerçekleştirdik, baskı altında değiştirilen repertuar politikasını, sakal bıraktırılan oyuncuları gözlemledik. İşin acı yanı, özellikle küçük yerleşim merkezlerinde sivil toplum örgütlerinin de belediye ile malsahipliği, borç, alacak tipinde o kadar karmaşık ilişkileri var ki, bazen dünya yıkılsa, ses çıkarmaları mümkün olmuyor.
Sağlam yönetmelikler yapılmadan, kişilerin egoları ve bireysel yönetimleri üzerine kurulu bölge tiyatroları ya da ödenekli tiyatrolar, kurtlarıyla, köpekleriyle sadece sanata değil, yaşamın tüm katmanlarına el sürmeye hazır olan kişilere sonsuz fırsatlar verecektir.
Sözkonusu durum bugün tavan yapmış olabilir, ancak tiyatro yasası olmayan memleketimde oldum olası böyle olmuştur. Yine de bu topraklarda sanat yapanlar, anayasamızda sanatçının güvence altında olduğunu bilmelidir.
Haziran ayında Tiyatrolar Birliği tarafından İstanbul’da düzenlenen panelde de ele alındığı gibi, Türk Tiyatrosu ve sanat adamları, şahsi çıkarlarını, egolarını ve şu an için estetik kaygılarını geride bırakarak, tiyatro sanatını kurtarmak adına, örgütlenmeli, tek ses olarak “tiyatroma dokunma” diyebilmelidir.
Neden dokundun?” Değil…
Tiyatroma dokunma!”
Bu yazı 2010 Temmuz sayılı Milliyet Sanat Dergisi’nde yayınlanmıştır.