Genç arkadaşlarım kısaltmalarla konuşmayı pek seviyor. Bir de herkese, ‘hocam’ diye hitap etmeyi… O yüzden “hocam ÖKM de kapatılıyor” denildiğinde, benim için Japonca gibi bir şeydi. “AKP, AKM’den sonra elini ÖKM’ye de uzattı hocam” diye yeniden uyardılar beni geçenlerde! Ama yine anlam veremedim doğrusu. İsimleri bile yüzlerle özdeşleştirmeye çalışırken, herkesin ‘hoca’ olduğu memlekette bu kadar kısaltmayı çözümlemek epey zor oldu…
Sonra, işi çözmeye çalıştıkça, ÖKM’nin, İstanbul Üniversitesi’nde 1990’da açılan ve bünyesinde 300 tane öğrenci kulübü barındıran Öğrenci Kültür Merkezi olduğunu anladım.
AKP’nin söylemiyle, tam 12 Eylül’ün faşizan anayasasından kurtulmak için sandık başına gitmemize neredeyse bir ay kala, demokrat bir sanatçı olarak, beynim beni evete, ancak vicdanım hayıra götürürken, nasıl olmuşsa öğrencilerin sosyalleşmesine, örgütlenmesine, her şeyi bırakın konuşmalarına, görüşmelerine, fikir alışverişi yapmalarına, birarada olmalarına 12 Eylül sonrasında bir biçimde izin verilmiş. Gel gör ki, bu merkez, birden bire uzaktan eğitim ve açık öğretim fakültesine dönüştürülmüş.
Adı üstünde! Eğitimini uzaktan yap, kimseye bulaşma, rektörlüğün başına bela olacak şekilde sosyalleşme, kültürel faaliyetlere katılma… Çok istiyorsan git kulübünü Avcılar’da, Büyükçekmece’de, kendinin de, arkadaşlarının da ulaşamayacağı, fakültelerin zaten kendi öğrencilerinin dışında kapılarını kimseye açmayacağı bir yerde kur. Aslında bu politika, kentin merkezinden sınırdışı edilen kültür politikasıyla da örtüşüyor. Taksim’in ortasındaki AKM kapalı kalsın, Emek, Alkazar yıkılsın, Taksim sahnesi için çivi çakılmasın ama Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları Küçükçekmece, Üsküdar, Kartal’da perde açsın! Yani işin gavurcası Broadway, West End’deki tiyatrolar too good to be true, onları rantiyelere peşkeş çek. Londra’ya oyun seyretmeye giden bir turist, metroya, trene binsin, kentin banliyölerinden kültür hizmeti alsın. Böylece kültür, sanat yavaş yavaş kentin önceliğinden silinsin, unutulsun, gitsin.
Dünyanın neresinde böyle bir saçmalık görülmüş yahu? Yekta Kara, çok akıllı bir politikayla, opera binası olmayan kente opera indirdi! Slogan hariç, her şey doğruydu. Bütün dünyada, şehrin merkezleri operaların, tiyatroların, sinemaların, kültürel etkinliklerin çekim merkezidir. İnsanlar Londra’nın Taksim’ine, New York’un Pera’sına arkadaşlarıyla buluşmak, müzik dinlemek, tiyatro izlemek, sosyalleşmek için inerler. Bizde ise Taksim, ruhumuzdaki çürümeyi simgeler gibi AKM’nin yıllardır çürütüldüğü çirkin bir meydan.
Ali Beylikdüzü’nde, Süeda Çamlıca’da, Nida Gülbağ’da, Hakan Pendik’te oturuyor. Pazar günü buluşup, tiyatroya Üsküdar’da gidiyorlar. Var mı böyle bir saçmalık? İstanbul Üniversitesi’nde ÖKM’deki 300 kulübü kapatan rektörlük, hükümetin binalarına göz diktiğini, aslında konservatuarın da tehlikede olduğunu söylemiş. İyi, hoş ama, öğrencilerini devlete karşı korumak senin görevin değil mi? Ali’nin, Süeda’nın, Nida’nın, Hakan’ın pazar günü tiyatroya giderken zaten canı çıkıyor, bari pazartesi okulda sosyalleşmelerine izin ver.
İstanbul Üniversitesi Rektörü’nün başbakanın doktoru olduğunu bir an için unutsak ve hükümetin değil öğrencinin yanında olduğunu varsaysak, refleks olarak binaya sahip çıkması gerekmez mi? Uzaktan eğitim, açık öğretim yapan çocuk zaten uzaktan eğitim yapacağı ve okula belki kırk yılın başında uğrayacağı için, onlara eğitimin adına da çağrıştıracak biçimde uzakta ve açıkta bir bina bulunamaz mıydı?
Öğrencilerin binalarına sahip çıkmaları için Rektör Yardımcısı ile yaptıkları görüşmede binanın yazın boş olmasından faydalanarak apar topar, kanunsuzca sepetlenen 298 kulubün (tiyatro ve bir kulüp daha binada tutulacakmış) bazılarının pasif olduğu ve yeni “öğrenci kulüpleri yönetmeliği” ile bu külüplere işlevsellik kazandırılacağı söylenmiş. Yani 12 Eylül’de oylayacağımız anayasa değişikliği gibi bir şey bu! Öğrencinin kaderini belirleyen ama öğrencinin içinde olmadığı bir yönetmelik.
Değişik bir demokrasi anlayışı! Üstlerin sana reva gördüğüne “Allah razı olsun diyerek ses çıkartmadan” boyun eğmek, kendi kaderini belirleyememek, kendinle ilgili kararlarda söz sahibi olamak, örgütlenememek!
Örgütlensen ne olacak? Zaten 20 yıllık öğrenci merkezini kapatarak çil yavrusu gibi dağıtmışsın öğrencilerini! Aynen ülkenin işçisini, memurunu, emekçisini dağıttığın gibi! Son iki sözüm de iki yılın sonunda AKM aşkı depreşenlere…
Dünyanın her kentinde içinde lokantalar ve kafeleri, kitapevleri günboyu işleyen, fuayesi kültürel buluşma mekânı olan kültür merkezi örnekleri vardır. Çok doğru.
Ancak, SİT alanı olarak ilan edilmiş olan ve yasal olarak ‘dokunulmazlığı’ tescillenmiş olan bina üzerinde bu gecikmiş teorileri tartışmak yerine, yargıyla restleşen 2010 Kültür Ajansı’ndan AKM için hesap sormanın daha doğru olacağı kanısındayım.
Bildiğim kadarıyla, bu konudaki görevini yerine getirmediği için sivil toplum örgütleri, ajans hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ajansın 2010’da daha önemli etkinliklere bütçe ayırdığı için, AKM’nin restorasyonu konusunda kendisine verilen görevi yerine getiremediği konusunda hiç şüphem yok. Ancak kamuoyunu, AKM’nin içinde açılacak bir kafenin bu koca merkezi restore etmek için tek çare olacağı konusunda kandırmak yerine, gerçekler konusunda bilgilendirmek, sadece kültür başkentini yönetmeye talip olanların değil, yüce basınımızın da görevi olmalıdır.