Tiyatronun Zamanı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Şu meşhur ve meşum kriz sözcüğünün kuşatmadığı herhangi bir alan yok. Aklınıza gelen her şeyin ardına ya da önüne kriz sözcüğünü ekleyip, benzer gerekçelerle teorik analiz yapmanız mümkün: Bir kriz olarak tarih, bir kriz olarak temsil, bir kriz olarak bilim vb. Bir kriz neyin işaretidir, mümkün seçeneklerin çıkmaza girişinin mi; geçmişte çözüm olarak görülenlerin artık çözüm üretmediğinin mi? Sözgelimi tiyatroyu da kuşatan temsil krizi ne türden bir krizdir? Tiyatronun kendini özerk bir alan olarak tarifinin koşullarını ortadan kaldıran şey bir anlamda teatral sözcüğünün başka alanlar tarafından gaspıdır. Her şeyin gösteriye dönüştüğü yerde teatral edim kendi özelliğini yitirir ve kendini meşrulaştırmak için başka arayışlara geçer. En güncel örnek tiyatronun sahicilik iddiasıdır ve çağdaş tiyatro bunun örnekleriyle doludur. Kriz, klasik tiyatroyu kuşattığında, öykü, karakter vb. imkansız olarak algılandığında Bay Lehmann’ın post dramatik tezi devreye girer ve bu tez bize der ki, dramatik tiyatronun ötesine geçilmiştir. Avrupa tiyatrosundaki eğilimler düşünüldüğünde ciddiye alınabilir bir tez olduğu muhakkaktır fakat her şeye şamil bir açıklama olarak okunduğunda ortaya ciddi problemler çıkar. Öykünün öteki tarafına geçildiği, en azından Avrupa dışı ülkelerde hiç doğru bir tespit değildir. Burada tartışmak istediğim şey, bu tezin ideolojik komplikasyonlarına aittir, yoksa çağdaş örneklerden yola çıkılarak yapılan bir sınıflamaya ait değil. Mesele genel anlamda tiyatro hakkında genel bir yargıya varıldığında, yargı kendini fiyakalı bir biçimde bütünle ilişkilendirdiğinde çetrefilleşecektir.

Dram sonrasını yalın bir teatral edimin ifadesi olarak okuduğunuzda ortada tartışacak bir şey yokmuş gibi görünür; tarihin belli bir noktasında öteki sanatlarda da olduğu gibi tiyatro olağan bir değişime uğramış ve biri de oturup bunu teorik bir çerçeveye oturtmuştur. Ancak tiyatroda başka imkanları hükümsüz kılacak bir görünüme büründüğünde ve tiyatroyu algılamanın başka bir yolu yokmuş gibi vurgulandığında birden her şey anlamsızlaşır. Bizim bölümde kuşaktan kuşağa anlatılan bir öykü vardır, kat görevlilerinden birine bizim çocuklar epiği öğretmişler ve adam hangi oyunu izlese, “epik olmuş iyi” dermiş. Şimdi neredeyse bunun gibi -epikse iyi- “performans ise iyi” noktasından tiyatroya bakmak gerçekten tuhaftır. Bunlara çağdaşlık ve yenilik tutkusundaki tutucular olarak bakabiliriz. Üstelik “kargadan başka kuş tanımamak” tavrını “enn” ileri pozisyon olarak öne sürdükleri için muhtemelen buradaki akıl yürütmeyi klasik tiyatronun bir savunusu olarak okuyacaklardır; demode bir estetiğin savunusu olarak. Yazının böyle bir meselesi olmasa da benim tiyatroda ontik takıntıya ve şu sahicilik abartısına gerçekten bir itirazım var. Tıpkı alternatif mekanı tiyatroda tek yenilikçi unsur olarak görenlere karşı çerçeve sahnenin yarattığı mesafenin yabana atılmayacak önemine dikkat çekmek gerekliliğine inanmam gibi. Şüphesiz tarihsel süreç içinde sahnenin çerçeveden kurtulması heyecan verici işleri ortaya çıkarmıştı ve hala da bu mekanları zorunlu kılan, anlamlandıran oyunlar mevcuttur. Ancak her durumda çerçeve sahnenin olumsuzlanması radikal bir uca götürüldüğünde açıkça diyalektik bir tokat ister, tıpkı post’un kutsanışının istediği gibi.

Dram sonrası aslında eylem sonrasıdır; dram kökenindeki eylemle anlamlandırılıyorsa onun sonrasını her durumda olumlamanın ne tür bir ideolojiye yaslandığı aşikardır; sahneden eylemi sürmek tarihten eylemi sürmenin izdüşümünden başka bir şey değildir. Dramatik yapı değişime elbette uğrar, uğramalıdır da ama eylemi sahneden indirmenin anlamı üzerinde biraz düşünülmelidir. Mevcut olanla sorunsuzca uzlaşmak ve her yeniliği ilerici saymak insanı tuhaf bir geriliğin içine bırakabilir. Kapitalizmin metayı pazarlamak için kullandığı yöntemi, aynı malı sürekli değişik bir ambalajla paketleme arzusunu sanatta tekrarlayıp, üstüne üstlük sistem eleştirisine giriyormuş gibi davranmak gerçekten muhteşem bir yanılgıdır. Diyorum ki, herkesin çağdaş olduğu yerde nedense arkaik olasım, herkesin demokrat olduğu yerde de sekter olasım var.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Süreyya Karacabey

1 Yorum

  1. Ömer F. Kurhan Tarih:

    Ben bu yazıyı bir çeşit “postmodern durum”a itiraz olarak okudum. Tiyatro da bu “durumdan” nasibini aldı ve eylemsel temsil temsil yoluyla bir hikayeyi ima eden dram sanatı döneminin kapandığı yolunda tezler ortaya atıldı. Ne bileyim Derrida temsilin kapanışı diye bir makale yazdı – Artaud’ya atıflarda bulunarak. Artaud’nun gerçekten de eylemi konu alan temsil sanatının yerine ritüeli geçirmek istediğine dair çok da haksız olmayan okumalarla karşılaştık. Derken performans-dram sanatı çekişmesi kurgulandı. Son yıllarda ise, bu tartışmaların Batı’da dram sanatının savunusu lehine gelişmeler kaydettiğine dair söylentiler işittik. (Konuyu daha yakından takip eden akademisyenlerimiz daha çok şey söyleyebilirler bu konuda, şüphesiz.)

    Benim dram sanatının “değişimine” değil de, Süreyya Karacabey’in de vurguladığı gibi “ontik” (varlık)olarak sorunsallaştırılmasına itirazlarımdan birisi şu tespitle ilgilidir: Niçin film sanatı alanında ve giderek, milyonlarca insanı peşinden sürükleyen ve bilgisayar platformunda oynanan “rol yapma” oyunlarında “ontik” sorgulama aniden geçersiz hale geliyor?

    En son “The World of Warcraft” dünyasında olan bitenler dikkatimi çekmiş ve ben de, durumu
    içerden gözlemek ve hatta yaşamak üzere bu oyunun abonesi olmuştum – dünyada 11 milyonun üzerinde insan, orada buluşuyor ve internet üzerinden, belli bir esneklik payı tanınanarak kendilerine seçenek olarak sunulan rolleri belli bir hikaye bağlamında oynuyorlar. Bu arada, kaba bir hesapla BLIZZARD’ın yıllık cirosunun sadece bu oyun için yıllık bir milyar Euro olduğunu belirtmek lazım. Buyurun “gelişmekte olan piyasalara” bir örnek daha.

    Ben kapitalizmin bir oyunu olarak görüyorum yaşananları. Canlı performansa dayalı sanatların ticari (meta) değeri “arkaik” kalıyor gerçekten. Alışveriş merkezlerinde bir gösteri seçeneği olarak karşımıza çıkması yeter de artar bile deniliyor. Yoksa eylem sanatının bir hikayeyi ima edecek şekilde değerlendirilmesi ve dram sanatının doğmuş olması aniden insan türüne aykırı hale gelmiş olmaz. Felsefeyle diyalog sanatıyla bağlantısını da farketmemek olmaz.

    Fazla uzatmiyim… Benim de üzerine kafa patlattığım bir mesele ile ilgili bir yazı görünce, dayanamayıp bir şeyler karalayayım dedim.

Yanıtla