Mi minör tonda bir şarkıyla başladı konserine Buika.
Sesindeki doğal çoksesliliği daha da çokseslilikle, güç ve geniş ayrıntılı durağan ikilemelerle destekledi. Teknik mükemmellik içinde düşünsel konsantrasyona erişti. İlk şarkısının tümüyle kırık yapısıyla bir anlamda çabuk, diğer anlamda aşırı yavaş figürler çizdi.
Gün, gecenin toprak rengine bulandığı saatlerden birindeydi.
Üstümdekileri çıkartıp atarak, kendimi sıcak mı sıcak bir Ege gecesinin ortasına atmak aklımdan geçti.
Yaşımın fırıldakları içimde gıcırdar gibiydi, nitekim beni benden esirgedi, vazgeçirdi.
Oysa sıradan akşamlardan biriydi ve gün sanki bir ağırlık gibi yerinden koparak müthiş bir gürültüyle belirsiz bir uçuruma devrildi. Zamanın korkunç ve sonrasız çarklarının tıkır tıkır işlediği sezildi.
Tam o sırada, içimdeki ben, hemen yanı başımda dineliverdi.
Buika, “smoky voice” dedikleri kısık, ama güçlü sesiyle üçüncü şarkı olarak “Sem a Hizo Fácil”e başlayıverdi.
Gururlu ve canlı…
Zengin figürler süsledi dört bir yanımı.
* * *
Gerçek adı “Maria Concepcion (Concha) Balboa Buika”. 1972 doğumlu ve Palma de Mallorca’lı. Ailesi Ekvator Ginesi kökenli. Babası solcu bir yazar ve Afrika’nın en baskıcı rejimlerinden olan Gine’den kaçıp İspanya’ya politik sığınmacı olarak gelmiş. İyi etmiş…
* **
Tam da dedikleri gibi: Sesi, sönmekte olan bir ateşin çıtırtılarını andırıyor. “Cuando te hablen de amor,” diyor. “Ne zaman aşk hakkında konuşsak…” İzmir’in Çeşme ilçesindeki Çeşme Kalesi’nden, Çeşme’nin Meydanı’na aşk, müzik eşliğinde süzülüyor, yayılıyor. İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nca 24.sü düzenlenen Uluslararası İzmir Festivali’nin konuğu ufacık tefecik Buika, Kübalı Caz Piyanisti ve Ünlü Besteci Chucho Valdez dörtlüsüyle canlı kaydettiği yepyeni albümünün dünya turnesi kapsamında ve de Çeşme Kalesi’nin uyduruk sahnesinde büyüdükçe büyüyor.
* * *
Buika bir ara, koluna konan bir böceği müthiş bir zarafetle alıp, “insanca” yere bırakıyor. Çeşme camilerinden ezan sesi yükselince müziğini kesiyor, durup bekliyor. Sahnedeki arkadaşları kendi sololarını yaparlarken onların fotoğraflarını çekiyor. Chavela Vargas’ın dünyaca tanınmış yönetmenlerin filmlerinde kullandıkları ünlü şarkılarına yepyeni yorumlar getiriyor. Piyanoda Ivan “Melon” Lewis, perküsyonda Fernando Favier, kontrbasta Danny Noel… Çeşme Kalesi’nde Flamenko, caz, rumba ritimleri harmanlanıyor.
* * *
Buika, Palma’ya yerleşen Çingeneler arasında büyümüş. Babası aileyi terk ederek Gine’ye geri dönünce anneleri geriye kalan kardeşleriyle beraber Buika’yı yetiştirmiş. Şarkı söyleyerek, gitar, piyano ve basgitar gibi enstrümanları çalarak büyüyen Buika, giderek bu enstrümanlara çelloyu da eklemiş. Okul sonraları bu marjinal komşularının arasında müzik yaparmış. Buika’nın içinde gelişen Flamenko vokal tarzı “cante jondo”nun “mahreci” bence işte oradan geliyor. Hatta “copla (Kadın odaklı İspanyol aşk şarkıları)” ile aktardığı derin iletilerde de o kaynak var. Ancak Buika, her ne kadar “copla” ile özdeşleştirilse ve klasik İspanyol romantik tarzının yeni adı olarak kabul edilse de, onu herhangi bir tür ya da tarzla sınırlandırılmak bence olası değil! O, bütün sanatçıları ve her tür müziği “Tanrının bir hediyesi” olarak görüyor. “Afrikalılar egoları için şarkı söylemiyorlar, gerçekten şarkı söylemeye ihtiyaçları var. Bu genetik olarak hepimize geçiyor, başkalarını yargılamamak için şarkı söylüyoruz.” Eral Aytemiz/Devrim Büyükacaroğlu ikilisine verdiği röportajda (Evrensel – 19 Temmuz 2010) aynen böyle diyor.
* * *
Ateşli mi ateşli bir ritim…
Alfredo Jimenéz Sandoval’in çizdiği durum keskin hücumlarla, kırılmalarla, temponun ve biçimin ani değişimleriyle kesintiye uğruyor.
“Neosoul” dedikleri bu olsa gerek!
Bu mu? Bilmiyorum.
Buika, kendi derinine daha da derinine derinden dalıyor ve içindeki ıstırabı açığa çıkartıyor. Geleneksel copla şarkıları ve flamenko, caz, rumba füzyonlarıyla ve ayrıca Afro-Küban ritimleriyle yürek burkan çaresizliklerin ve aşk acılarının kalıntılarını anlatıyor.
Sahi! “Ranchera” ritim olarak valsa ne çok benziyor?
* * *
Solan ve bir bahar güneşinin dallarını yeniden canlandırmak umudu olmadan, kökleri kuruyan birçok çiçek geliyor gözlerimin önüne.
Hain bir güç, kulağıma insafsız bir keyif içinde: “Bak,” diye fısıldıyor, “bak bu gün de, gün içine saklanan onca zevk de, duygu da seni bırakıp gitti. Uslanıyorsun artık. Kih, kih, kih (kih, kih, kih gülme sesidir)… Giderek daha da hiçbir şeyden zevk almayan biri olacaksın, kih, kih, kih…”
Buika’da diyafram falan hak getire, ciğer sesi ona yetiyor! “Vamonos (Haydi Gidelim)”da ağ formasyonları şiddetleniyor.
Düşsellik yok artık… Kim çalıyorsa ateşli, çok ateşli, hızlı, gaddar, gürültülü çalıyor. Hani, şeytan adı verilen varlık mı bu ‘kih kih’leyen bilinmiyor.
Sıcak, insanın paçalarından yakalıyor.
Yumuşacık tınılar…
Gece, çirkin çirkin gülerek keskin pençeleriyle göğsümü yırtmaya ve yüreğimin saf kanını içmeye geliyor. Bunun için de önüne gelen her şeyden yararlanmaya çalışıyor, Buika’yı aracı kılıyor.
Buika seyirciyle duygu ortaklığı yaşıyor, sesi daha bir seçkinleşiyor ve beklenen, içime sinen, bilinen finale yaklaşıyor.
Hınzır Buika…
İçimdeki “ben”i benimle çakıştırıyor.