Bu yıl on dokuzuncusu düzenlenen İstanbul Amatör Tiyatro Günleri (İATG) kapsamında Tiyatro Boğaziçi (TB)’li Çalışan Tiyatrocular “Şirket Hikâyeleri” adlı çalışmasını deneme gösterimi olarak sundu.
TB’li Çalışan Tiyatrocular geçen yılki şenlikte de tek epizotluk bir çalışmayla Şirket Hikâyeleri’ni deneme gösterimi olarak sunmuştu. Bu yıl oyuna ikinci bir epizot daha ekleyen grup, üçüncü epizodu da hazırlamasına rağmen gösterime dâhil etmemiştir.
Avant-garde tiyatro geleneğinin takipçisi olan ve deneysel çalışmalara imza atan TB kendi metnini oluşturmada, hazır bir metni yerinde müdahalelerle güncelleştirmede ve kolaj çalışmalarında oldukça başarılı bir grup. Bu oyunun da her bir bölümün anlatılarla oluşturulduğunu, ardından doğaçlandığını ve anlatılardan yola çıkıp sahnelemeye varıncaya kadar pek çok kez ayrıntılı bir biçimde çalışıldığını biliyoruz. Ayrıca oyunu izlerken sağlam bir arka plan çalışmasının yapıldığı da anlaşılıyor.
Adından anlaşılacağı gibi “Şirket Hikâyeleri iş yerlerinde yaşanan sorunları anlatıyor. Her iki epizotta da modern çalışma hayatının çalışanların kişilik haklarını nasıl da inceden inceye ihlal ettiği eleştirel bir biçimde işleniyor. Şu haliyle gösterime yapılacak en temel dramaturjik eleştiri, epizotlar arasındaki bağlantının olmayışıdır. Arka arkaya gelen epizotların bir kurgu içine oturtulması ve bu kurgu içinde geçişlerin sağlanması oyunun teatral havasının yükselmesini sağlayacaktır. TB üyeleri bunun zaten bir ön gösterim olduğunu ve oyunun yaz çalışmalarında tamamlanıp sonbahara hazır olacağını söylemiş, gösterimi parçalı yapıdan kurtarıp, kendi temposunu yakalar hale getirmeyi hedeflediklerini belirtmişlerdir.
Ön gösterim olarak oynandığı halde üçüncü epizodun sergilenmemesi grubun mükemmeliyetçi bir tutuma kaydığını göstermektedir. Oysa bizce bu bölüm de seyirciyle buluşabilir, tepkiler ve gelen eleştiriler yaz çalışmasına rehberlik yapabilir ve icrayı kolaylaştıran bir avantaja dönüşebilirdi.
Şirket Hikâyeleri’nin ilk epizodunun öyküsü şöyle: Bir şirketin pazarlama departmanında çalışan Sibel hamiledir ve doğumuna az bir süre kalmıştır. Sibel doğum iznine ayrıldığında yerine birini almak isteyen patron ve bölüm şefi –ki bölüm şefi de kadındır- Sibel ile bir pazarlığa girişir. Sibel işini kaybetme korkusuyla doğum öncesi ve doğum sonrası izin süresini düşürdükçe düşürür. Sonunda hamileliğinin son iki haftasından kırkı çıkana kadar izinli olmaya razı olur. Bununla da yetinmeyen patron ve bölüm şefi iki kişilik olan pazarlama departmanından bir kişinin çıkarılıp yerine “performansı” daha yüksek birinin alınacağını söyleyerek Sibel ve Aylin arasında bir rekabet başlatırlar. Aylin aynı zamanda Sibel’in samimi bir arkadaşıdır. Her ikisi de bir diğerinin gideceğini sanır. Çünkü patronlar her iki çalışana da ötekinden gizli bir bilgi veriyormuşçasına özel görüşmeler yapar ve “performansa” göre bir eleme yapılacağını söylerler. Böylece Sibel ve Aylin “performanslarının” ne kadar yüksek olduğunu göstermeye başlarlar. Müdür Özgür üçüncü bir kişi olarak Bala Hanım’ı da aralarına katar ve yarış başlar.
Gösterimi renklendirilen yarış sahnesi büro koltuklarının üzerinde at yarışını çağrıştırır. Seyirciyi oyunun içine çeken bu sahne birbirinin önüne geçmeye çalışan üç kadının trajikomik durumunu gözler önüne serer. Zaman zaman bölüm şefinin rekabeti kızıştırdığı performans yarışında TB danslı ve müzikli bir anlatıma başvurmuş, stilize bir oyunculukla oynanan bu epizotta iş dünyasının vahşi kurallarının arkadaşları düşman kılabileceğini, insanları acımasız bir makineye dönüştürebileceğini başarılı bir icra ile ortaya koymuştur. Ayrıca çok yerinde bir tercihle dans ve müzik kullanımı da bu epizodun seyirlik değerini artıran bir etki yaratmıştır. Sonunda Sibel, Aylin’i ve Bala’yı bu yarışta burun farkıyla değil açık ara bir farkla geçer. Bahçeli bir evin ve arabanın taksitlerini ödemek, çocuğunu iyi okullarda okutmak gibi amaçları olan Sibel’in hırsının gerekçelendirilmesi, seyircinin Sibel’e eleştirel bakmasına kısmen engel teşkil etmektedir . Bu epizot Sibel’in çığlığı ile son bulur. Bu çığlığın bir düşük ya da erken doğumun mu habercisi olduğu muğlak bırakılmıştır. Grup, yorumu seyirciye bırakmayı tercih etmiştir.
2. epizot ise bir fabrikada kullanılan boyaların, işçilerde çeşitli rahatsızlıklara neden olduğunu, karsinojen (kanserojen) maddeler içerdiğini anlatan bir şikayet mektubunun bulunmasıyla başlar. Patron bu şikâyet mektubundaki problemi gidermek yerine mektubu bir tehdit unsuru olarak görür ve mektubu yazanın bir an önce bulunup işten atılmasını ister. Mektubu yazan ise Müdür Murat’tır. Murat vicdanının sesini dinlemiş, bir işçiyle işbirliği yapmış hatta mektubu kendi bilgisayarında yazmıştır. Patronun bir dedektif gibi iz sürmeye başlamasıyla fabrikada bir telaştır başlar. İşçi Erhan, önayak olup mektubu yazdırdığı için Murat’a minnettarken kovuşturma başlayınca, işsiz kalma korkusuyla, Murat’ı suçlar, onu her şeyi anlatmakla tehdit eder. Tek tek işçiler sorgulanır. Sıra Arif’e gelir. Arif “suçlu” kriterlerine uygundur. Müdür Murat Arif’e kıyıp kıymamaya karar verme aşamasındayken kariyeriyle ilgili önemli gelişmeler olur. Murat bir hesaplaşmadan sonra vicdanını paraya ve kariyere tahvil eder. Murat’ın kısacık bir iç hesaplaşmaya girdiği bu bölümde onun çelişkilerini, çıkarlarını nasıl akla mantığa bürüdüğünü görürüz. Murat bu anda mektubu ne amaçla yazdığını unuttuğu gibi eylemi yapanın kendisi olduğunu da unutur.
Sıra dışı olduğu için olayın faili durumuna getirilen Arif ise fazlaca karikatürize edilen biri olarak karşımıza çıkar. Hatta o “psikolojik sorunları olan biri” olarak çizilmiştir. Arif’in, boyadan kaynaklı, bacağı şişmiş, morarmıştır. Elinde bir şişe boyayla sorgu odasına gelir ve panikleyip bu boyadan içer. Bu fazlaca karikatürize edilmişlik onun mağduriyetini göz ardı etmemize neden olduğu gibi bize “ Boya içtiği için bu halde.” diye düşündürtmektedir.
Oyun daha çok orta sınıfın çelişkileri üzerine kurulsa da Arif ve Erhan adlı işçiler de bu epizodun bir parçasıdır. Tekel işçilerinin yakın zamanda uzun ve zorlu geçen mücadelesini hatırladığımızda bu epizotta kendi sorunlarına sahip çıkan, sorunlarını en azından “usulünce” dile getiren bir işçi tiplemesinin olmasının tamamlayıcı olacağını düşünüyoruz. Elbette kastettiğimiz didaktik olmayan ve idealize edilmeyen bir tavırdır. Bu tavır işçilerin kendini ifadeden yoksun çizilmesinin de önüne geçecektir.
Gösterimin ardından fuayede yapılan kısa söyleşide TB’li Çalışan Tiyatrocular süreçlerini anlattılar. Özel sektörde ya da devlet dairelerinde farklı iş kollarında çalışan insanların ortak bir gün bulup teatral bir etkinlik yapması dahi başlı başına bir meseleyken oyunculuklardan, müzik seçimine, kostümlerden, dekor kullanımına temiz ve başarılı bir gösterim sunan TB’li Çalışan Tiyatrocular” ın çalışmalarını yapıp oyunu tamamlamasını merakla bekliyoruz.
Deneysel Sahne’den
Fatma Çölkesen
Serpil Demirci
Bersi Yetkin