29 Mayıs günü İstiklal Caddesi’ne çıktığımda pala bıyıklı amcaların davul zurna eşliğinde bir şeyler kutlamasına önce anlam veremedim. Sıcağa aldırmayarak, feslerini giymiş olan çarıklı erkânı, iki ileri, bir geri koşuyor, bir şey kutluyor. Gerçi, memlekette onlar için kutlayacak çok şey var Haluk Kırcı serbest… Mehmet Ali Ağca, yakında anchorman olacak.
Solcuların ise içi kan ağlıyor. Metin Altıok Şiir Ödüllleri’nde koca profesörler, bilim adamları, sanatçılar, aydınlar, bir araya gelmiş, halen aydınlatılamayan faili meçhuller için ağlıyor. Gecenin sonunda konser veren Zülfü Livaneli, heyecandan titreyen sesine yenilerek: “Hapiste, sürgünde, işkencede ölen arkadaş sayımızı on, on beş sanıyorduk, eşimle bir hesapladık ki yüz/yüzeli varmış” diyor! Şairin dediği gibi, “serde erkeklik var, ağlayamam” diye kendini tutan onlarca kişi ise, hıçkırıklarını tutarak ödül gecesini terk ediyor. Metin Altıok’un gözleri, ah o gözler, o derin bakışlar, bir kez daha hasta yatırıyor beni! Geçen yıl, sokakta elini kolunu sallaya sallaya dolaşan bir katilin ağzından bir mektup yazmıştım Altıok’a. Bu katil büyümüş de, Ağca gibi anchorman olmuş, ya da devlette iyi bir mevkie gelmiş, el öptürenleri bol bir hıyara dönüşmüş, ama Altıok’un gözlerine yenik düşmüştü yazımda. Ne acıdır ki, geçen yıl ödüle layık görülen şair bile anlayamamış metaforu. Neyse bu yıl ödül, metaforlara açık, derinlikli Hulki Aktunç’a gitti, ama benim artık metafor yapacak halim yok çünkü Haluk Kırcı’lar, Mehmet Ali Ağca’lar dışarıda. Bizim masum çocuklarımız ise” benim babam bir kahramandı” diyerek toplumsal belleğimizi zorlama peşindeler. Onlar İpekçi’lerin, Tütengil’lerin, Kaftancıoğlu’ların, Anter’lerin, Dink’lerin, Mumcu’ların, Altıok’ların, Ahmet Taner Kışlalı’ların çocukları. Onların babaları, benim babalarım. Onlar, insanlığın evlatları. Ama onları katleden serseri kurşunlar, onları yakan alevler, Jan Dark’ı yakan, Galile’yi hapseden, Sokrates’i öldüren, insanlığı bitiren aşağılık zihniyetler!
“Okumuş bir işçi soruyor
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar,
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
………
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?” diye sorar Brecht.
Bu yıl Tekel işçilerinin tarihimize altın harflerle yazdıkları zafer sayesinde, 1 Mayıs’ın yıllar sonra Taksim’de bile kutlanabildiğini düşünürsek, artık egemenlerin emek tarihimizi istedikleri gibi manipüle etmeleri, Bertolt Brecht’in değindiği gibi emekçilerimizi unutturmaları neredeyse imkansız olacak. Tekel işçileri kendi direnişlerini kıran sendika engellerini de mutlaka aşacak, madenciler ise haklarını pek yakında kazanacaktır. Ancak, emek tarihini tırnaklarıyla kazıyan ve bu zaferi kazanan bu halk, serserilerin kurşunlarıyla mücadelesini ne yazık ki kadar kolay kazanamayacak.
İşsizlik, cehalet psikolojisi kendisini sadece sürü içinde adam sanan, mutluluğu bir maç bileti, bir stat konseri ya da mitingde bularak, kişiliğinin sadece sürü içindeki serseri olarak doruk noktasına çıkmasından haz alan kitleleri Taksim’de serseri kurşunu sıkmaya hazır hale getiriyor çünkü! Hayatında kitap kapağı görmemiş bir herif, o kitabın yazarına nasıl değer versin? Hıyar olmak için bile önce hıyarın kabuklu bir yemiş olduğunu bilmek lazım.
29 Mayıs günü İstanbul’un fethini Taksim Meydanı’nda kutlayan amcalara, İnci Pastanesi’nde profiterol ve limonata ısmarlamak isterdim.Ve anlatmak isterdim onlara, anlatmak!.
Birkaç ay önce medyada Emek Sineması’nın yıkımında, bu sinemayla birlikte, Beyoğlu’nun en güzel binalarından birinin ve 66 yıllık İnci Pastanesi’nin de yok olacağı geri planda kaldı. Neyse ki, Mimarlar Odası, yürütmeyi durdurma kararı aldı. Neredeyse, İstanbul’un en önemli renklerinden birini daha yitiriyorduk.
Tiyatro yazarı, yönetmen Haşmet Zeybek, AKM’nin yıkımını protesto eylemlerinden birinde, “ tüm memleketi alışveriş merkezi mi yapacaksınız” demişti? Hakikaten de öyle! Nişantaşı’na Cities’i diktiler de ne oldu? Kent mi renklendi? Alışveriş mi hızlandı? Mutlu olan bir tek esnaf mı var?
29 Mayıs günü İstanbul’un fethedilmesini kutlayan amcaları ve onları izleyen yığındakileri İnci Pastanesi’ne davet etmek, onlara Yahya Kemal’den, İsmet Özel’den, Necip Fazıl’dan dizeler okumak, ayva ezmesi, paskalya çöreği ısmarlamak, İstanbul’u fethetmenin dıştan değil içten olacağını anlatmak, Amerika’ya karşı çıkıyorlarsa, Emek Sineması’nı, İnci Pastanesi’ni yıktığımız bir binanın içine dikeceğimiz bir tane daha hamburgerciyle “kahrolsun Amerika” demenin gerçekçi olmayacağını anlatmak isterdim.
Solcular serseri kurşunlarıyla yok edilen kayıplarına ağlarken, sağcılar kentlerine, kültürlerine, tarihlerine sahip çıksınlar hiç değilse. Hiç değilse bunu yapsınlar.