9 Mayıs Pazar günü Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (EÜTT) ve mezun grupları Ege Sanat Atölyesi’ni 19. İstanbul Amatör Tiyatro Günleri’nde (İATG) izleme fırsatı bulduk. Son yıllarda düzenli olarak İATG’ye katılan bu iki grubun hem bu seneki çalışmalarını izledik hem de süreçlerine dair bilgi edindik.
Saat 15:00’da ESA’nın Lorca yorumu ile gün başladı. ESA geçen seneki bir nevi konser-oyun formatına sahip deneysel gösterileri Sekerat’ın ardından, bu sene, son büyük tiyatro yazarı Garcia Lorca’nın klasikleşmiş bir metni ile seyirci karşısına çıktı, Eskicinin Tazesi… Oyuna dair görüşlerimi belirtmeden evvel kısaca Lorca ve Eskici’nin Tazesi hakkında yazmakta fayda var.
1898’de doğan İspanyol yazar İspanya’da faşist baskının hüküm sürdüğü, hem gelenekçi kilise hem de değerleri yok sayan bir çılgınlık çağında modernite ile karşı karşıya gelir. Bu noktada Lorca baskıcı geleneğin karşı çıkışını moderniteye yüzünü dönerek yapmaz ve 3. bir yol olarak düşsel gerçekliğe yüzünü döner. Sürrealist akımdan da etkilenen Lorca kendine has üslubu ile dönem çelişkilerini kendi diliyle ortaya koymaya başlar. Özellikle tragedyaların da net bir biçim de gelenekçi toplumun baskılarının bireyler üzerindeki yıkıcı etkisini gösterirken (Bernarda Alba’nın Evi, Kanlı Düğün) çıkış yolu olarak düşsel bir gerçeklik yaratır. Belki de Lorca’yı diğer yazarlardan ayıran biricik özellik çatışma zamanlarının çelişkilerini ortaya koyarken Shakespeare ya da Moliere’den farklı olarak içerisinde bulunduğu dönemin zulmünden en çok etkilenen yazar olmasıdır. 1936’da faşist diktatör Franco’nun adamları tarafından kurşuna dizildiğinde ardında pek çok şiir ve tiyatro metni bırakmıştır.
Lorca, Eskicinin Tazesi’ni erken denebilecek bir döneminde, 1929’da yazmaya başlar. Oyun temel olarak ihtiyar bir adam ile genç bir kadının evliliğini ve bu evlilik çevresinde küçük bir kasabanın hem genç kadın hem de ihtiyar üzerinde yarattığı baskıları gösterir. Eskici ile beraberken genç yaşında bu kadar ihtiyar bir adamla evlendiği için kaderine küsen ve hayallerinde tutkularını yaşamaya çalışan Taze, Emiliano adlı eski sevdalısının hayallerini kurar. Eskici, Taze’nin sadakatinden şüphe ederek ve kasabanın diline düşmekten korkarak uzaklara kaçar. Taze bu olaydan sonra çok üzülür ve evi kahvehaneye çevirerek geçim derdine düşer. Bir süre sonra Eskici, Taze’nin kasaba ile başa çıkma çabasından habersiz kuklaları ile şehre döner. Bir Meddah kılığında kasabaya dönerek kendilerininkine benzer hikayesini anlatır ve ardından kimliğini açıklayarak Taze’den af diler.
ESA, Can Yücel çevirisinden oynadığı oyuna ciddi müdahaleler etmeden metne sadık kalarak yorumladı. Sadece tek gitar ve ritim perküsyon aletleri ile ortaya koyulan canlı müzik daha oyunun açılışında seyirciyi oyunun içine katmayı başarıyordu. Canlı müzik eşliğinde kuklaların da oyunun başında belirmesi giriş kısmını güçlendiren öğelerdendi. Taze ve Eskici karakterleri metnin gerekliliği de olarak yalın bir üslup ile sahnedeydiler. İkili olarak oyunun sonuna kadar uyumlu bir şekilde metni icra ettiler. Ancak Taze tiplemesinin yer yer 18 yaşında olduğunu unutturan ve orta yaşlı bir kadın jestleri sergilemesi metnin temel çelişkisi olan çocuk – ihtiyar adam birlikteliğinin önüne yer yer ket vuruyordu. Özellikle ikinci perdede kahvehanede Meddah kılığındaki Eskici ile olan bölümlerde bu noksanlık dikkat çekiyor ve yer yer orta yaşlı iki dostun dertleşmesi gibi izlenebiliyordu. Işık değişimleri ile de desteklenen hayal sahnelerindeyse Taze’nin hayalindeki Emiliano figürünün Eskici’nin gitmesinin ardından Eskici’ye dönüşmesi seyirciye başarılı bir şekilde aktarılıyordu. Hayal sahnelerinde Taze’nin çocuklaşan yorumu oyunun geneline yayılabilirse Taze yorumu çok daha başarılı bir şekilde ortaya konulabilir. Nitekim bu kısımlar Taze’nin çelişkilerini de ortaya koyarak başarılı bir şekilde icra ediliyordu.
Oyun başında kasabalılar olarak gördüğümüz kuklalar, oldukça efektif ve oyuna içsel bir şekilde kullanılmıştı. Fuayede de gündeme gelen noktalardan biri oyunun finale kadar bir daha görmediğimiz kukla figürlerinin daha fazla kullanılabileceği oldu. Bu hem yorumu destekleyecek hem de pek sık rastlayamadığımız bu üslupta grubun kendini geliştirmesine yardımcı olacaktır. Kuklaların karaktere bürünerek canlı oyuncular halinde Taze’yi rahatsız ettikleri bölümler oldukça başarılıydı. Tüm bu dedikodu ortamını ateşleyebilen ancak yeri geldiğinde de sopasının bir hareketiyle ahaliyi muma çevirebilen muktedir iktidar figürü Reis’in ise yıkıcı gücünü göstermek açısından daha grotesk bir üslupla yorumlanabilir.
Oyunun genelinde Lorca üslubunun yakalandığını ve kukla ve ışık kullanımının başarılı olduğunu belirtmekte fayda var. ESA; oyunu, gelen eleştiriler ile çalışmaya ve sahnelemeye devam ederek repertuara alacağını belirtti. Bu noktada Reis ve Taze tiplemelerinin daha da derinlikli bir şekilde icra edilerek ve kukla kullanımı da arttırılarak oyunun daha da iyi bir seviyeye gelebileceği görülüyor.
Keyifle izlenen başarılı yorumun ardından grup ile söyleşi fırsatı da bulduk. Profesyonelleşme sürecinde olduğunu düşünerek takip ettiğimiz ESA’nın aslında çalışan tiyatrosu yapan (mesleklerinin yanı sıra tiyatro yapan) bir gruba evrildiğini öğrendik. Az sayıdaki profesyonel (ya da tam zamanlı diyebiliriz) tiyatrocunun yanı sıra gruptaki pek çok oyuncu farklı mesleklerde çalışmakta ve bu şekilde tiyatro faaliyetlerini sürdürmekte. Kendi değerlendirmelerinde de çalışan ağırlıklı bir grup olarak yorucu bir süreç geçirdiklerini belirten grup halen çalışan tiyatrosu olarak bir sistem oturtma arayışı içerisinde olduklarını belirtti. Belki de grubun İstanbul’daki çalışan gruplarına göre en büyük avantajı pek çok üyenin memur olarak, görece insani saatler içerisinde mesai yapmaları. Saat 17:00 sonrası çalışma fırsatı bulan grup yoğun bir teatral çalışma dönemi geçirerek bu fırsatı iyi değerlendirmiş gözüküyor. Ancak hafta içi 2-3 çalışma yapmanın çalışan temposuna uygun olmadığını ve sürecin bu nedenle yorucu geçtiğini belirttiler. Bu noktada çalışan tiyatrosu yapan grupların deneyimlerini birbirlerine aktarmalarının son derece önemli olduğu kanısındayım. Bir yanda hafta da 2-3 çalışma yapabilen ancak bunun dahi yeterli olmadığını belirten ESA varken, diğer yanda çalışan tiyatrosu yapan İstanbullu grupların yoğun iş koşulları sebebiyle haftada 1 gün bir araya gelmekte zorlandığını bilmek, süreçlerin sosyal koşullarında gereği olarak sandığımız kadar benzer yaşanmadığını gösterdi. Bu noktada çalışan tiyatrosu yapan her grubun kendi dinamiklerine uygun çalışma sistematiğini oturtması gerekiyor.
Merak edilen bundan sonra ESA’nın nasıl bir yol izleyeceği. Az sayıdaki profesyonelin üniversiteden yeni mezun profesyonel tiyatrocu adayları ile farklı, mesleklerinin yanı sıra tiyatro yapanlar ile farklı çalışmalar mı götüreceği, yoksa bu karma yapının devam mı edeceği? Bir ileri aşama teatral ürünlerin ortaya konulabilmesi ve çalışanların da kendi dinamiklerine daha uygun bir sistem geliştirmesi açısından ilk yolun daha verimli olabileceği kanaatindeyim.