Bu yazı daha çok yaşananlara dayanmaktadır ve geçmiş tecrübelerin paylaşılması için yazılmıştır.
Bu yazının altında iki imza vardır. Biri bu blogun yazarı olarak bana aittir; diğeri ise eşime.
Biz, oyunlarda daha oyun sürerken sessiz işaretlerle düşüncelerimizi paylaşırız. Alkışlar başlarken de oyunu “didiklemeye” başlamışızdır. Bu, yazı ortaya çıkana kadar devam eden bir süreçtir. Bunda sahnede (BÜO) tanışmış olmamızdan gelen alışkanlığın da önemli bir payı vardır.
Koroporte, Semaver Kumpanya, Çıplak Ayaklar Kumpanyası, İstanbul Klarnet Korosu’nun katılımıyla gerçekleştirilen “Ben Kimim? Peer Gynt”ü izledikten sonraki düşüncelerimizi ben özetledim.
Bu yazıyı oluşturmada eşimin paylaştığı anılar çok önemli bir yer tutmaktadır. Amacımız kendimizi anlatmak değil, yaşadıklarımızı paylaşmaktır.
Eşim, yaklaşık 10 yıl süren keman ve bale eğitimi almış. Bu eğitim özel ders ve dershaneler ile konservatuvar çevresinde şekillenmiş. Ben onu tanıdığımda eğitimler sona ermişti. Evde duran kemanı çok ısrarım üzerine bir kez eline aldı, akort ederken duygulandı, kemanı çalmadan sessizce kutusuna koydu, dolaba kaldırdı ve birlikte “unuttuk”.
Sonraki yıllarda solfej kitaplarını, nota defterlerini konservatuara bağışladık. Keman evde bir yerlerde duruyor. Ailesi, sanat eğitimi için harcadıkları parayla birkaç ev satın alabileceklerini söyler hala. Her şeye rağmen herkes, yaşananlardan geriye kalan olumlu tortuya bakarak “iyi ki yaşanmış onca şey” demektedir.
Ben de ilk sahne deneyimini ilkokul seviyesinde yaşamış olduğum için, çocuk yaşta hayatıma giren sahne ışıklarının ve tozunun hayatıma olan etkilerini analiz edebileceğim izler taşıyorum.
Hayatımız sanat ile dolu iken kızımızı sanata değil, spor eğitimine yönlendirmemizde eşimin yaşadıklarının çok önemli bir rolü var. (Ama kızımız, sanat takibinde bizi geçti.) Ne gariptir ki kızımızın (ve tabii ki bizim!) yaklaşık 17 yıl süren “yarışmacı sporculuk” dönemimizde benzer tecrübeler yaşadık. Ama onlar başka bir yazının konusu olacak kadar kapsamlıdır.
Çocuğun sanat ve spor eğitimi, ailelerin katkısı ve fedakarlığı olmadan sürdürülemez. Bir taraftan başlanılan bir çabanın belli bir disiplin içinde sürdürülmesi kararlılığı ile her gün ortaya çıkan yeni durumların muhakemesi arasında geçen zorlu bir uğraştır bu! Konu çocuklar olduğu için önemlidir. Ve ne yazık ki her şeyi aile içinde çözme zorunluluğu/yalnızlığı ile baş başa kalırsınız. Başarıları olgunlukla karşılama; başarısızlıklardan ders alıp yeniden ayağa kalkmanın sürekli iniş-çıkışlarını hem kendiniz içinize sindireceksiniz hem de çocuğa anlatacaksınız. Bu arada çevreden beslenen haksızlıkları da sindirmeye çalışacaksınız. Bunu yaparken de çocuk çocukluk, gençlik, ergenlik dönemlerinin çalkantıları arasında yürüyecek. Bir yandan da sınavlar gibi değişik cenderelerin arasından da geçecek. Bunu yönetmek oldukça zor bir iştir. Ülkemizde ailelerin bu konuda yalnız kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Biz sene başından beri Işıl Kasapoğlu’nun sahneleyeceği Peer Gynt’ü bekliyorduk ama karşımıza “müzik amaçlı” olduğu söylenen bir gösteri (“show”) çıktı. Oyun sonrası sahne arkasında tebrikleri kabul eden öğretmenleri de görünce ister istemez kendi “bohça”larımızı açtık.
Eşimin keman eğitimi 6 yaşında, bale eğitimi ise 8 yaşlarında başlamış. Bir taraftan da normal müfredatlı okulları sürdürmek zorunda imiş.
Gerek sporda gerekse müzikte eğitime başladığınızda “bu iş için yaratılmış olduğunuz” anlaşılır! Herkes, hele uzmanının ağzından duyuyorsa, inanmaya hazır zaten! (Başka türlüsü mümkün mü!) Önce haftada bir, bir saat olan dersler, “eğer mümkünse” önce 2’ye sonra giderek haftada her güne kadar çıkarılır. Ve zamanla tüm hayatınızın odağına oturur. Bunda ailenin “gücünün”, ilgisinin ve de çocuğun “yüklenebilme” kapasitesi ile gösterdiği ilerlemenin önemli bir rolü vardır.
Geçmiş tarihlerde ülkede bu konular, yeni yeni başlamakta idi. Birbiriyle “yarışan” özel dershaneler vardı. Neden yarıştıkları neyi yarıştırdıkları pek de belli değildi. Öğretmenler ayni zamanda konservatuar kadrosundaydılar. Özel dershanede başlayan yolculuk eğer isterseniz konservatuara özel giriş sınavı ile ama sanki “yatay geçiş”le devam ediyordu. “Mezun” olanlar hemen öğretmen oluyor, kendine güvenen dershanesini açıyordu.
O zamanlar da sene sonu gösterileri yapılıyor. Gösterilerde dershanenin her öğrencisine sahneye çıkma olanağı veriliyor mutlaka. Ama rol biraz da aile ile öğretmen arasındaki “ilişkiyle” ilişkili. Aileler arasında “gizli/açık” çekişmeler yaşanıyor. En iyi kıyafeti yapabilecek olan, çocuğu öğretmenin istediği zaman ve kere getirebilecek olan rolü kapıyor. Hatta zaman zaman aileler, çocuğun içinde olması gerektiğini düşündükleri rol seçiminde de etkili olabiliyor. Çocuklar, çoğunlukla olan bitene dışarıdan baktıkları ve anlamadıkları için, ortaya çıkan sonucun tümüyle kendi yetenekleri ile ilgili olduğunu sanıyorlar.
Öğretmenler kendi başarılarını, yetiştirdikleri “virtüoz”larla(?) ölçüyorlar. Evinde ders veren bir hoca haftada bir size ayırdığı zamanı, hangi trafikte nasıl ve kaç saatte gelmiş olduğunuza bakmadan daha dersin ilk notalarında ve ilk 10 dakikada “olmamış, git çalış gel” ile bitiriyor. Ama saatlik ücreti tam alıyor. Aslında o çocuğa “iyilik”(!) olsun diye yapıyor: “Zorlanmalı ki başarsın. Siz de yumuşak olmayın. Ailenin fedakarlığını anlasın.” Genellikle çocuk, ailenin fedakarlığı, onun için çizilen hikayenin sürüklediği hayaller arasında sıkışıp kalıyor. Ama her şey onun yeteneği ile ilgili değil, bilemiyor. Çalışırsa, “çookkkk” çalışırsa “olacak” zannediyor! Ayrıca onu izleyen “üçüncü şahıslar”a mahçup olmama sıkıntısı var!
Çocuk bu arada ergenliğe doğru yol alıyor. Değerleri değişiyor, hayata daha farklı bakmaya, gerçekleri “koklamaya” başlıyor. Sonunda ortada “dönüp duranı” fark ediyor. “Tütü” / “enstrüman vb”, dolabın gözden en uzak köşesine “tıkılıyor”! Çekilen fotoğraflara sevgi ile bakabilmek, “enstrüman”ı sevgiyle yeniden ele alabilmek için de çok zaman geçmesi gerekiyor. Devam edenlerin büyük bir çoğunluğu da ömür boyu çekecekleri bir iç daralmasına mahkum oluyorlar. Sanatı salt “görev” olarak yapanları görmek için çevreye dikkatle bakmak yeterli.
Çocuklar ile ilgili eğitimlerin temelinde özellikle sanat eğitiminde, çocuğu rekabetçi zihniyetten koruyan, kendisiyle yarıştıran; yeteneklerinin sınırlarını anlamaya , ortaya çıkarmaya yönelik ve de her bir çocuğu tek tek ele alan bir uzman eğitimi şarttır. Çocuk eğitimi, öğretmenin kendini kanıtlandığı bir alan değildir!
Aradan geçen onca yıldan sonra bugün her şey çok farklıdır herhalde.(?) Olanaklar, sponsorlar, ortak projeler ve de çocuklar daha farklı. Bizim yaşadıklarımız çok gerilerde kalmıştır mutlaka.
İş Sanat’daki sunulan “Ben Kimim? Peer Gynt”, bir tiyatro gösterisinden daha çok aileler seyretsin diye hazırlanmış bir müsamere gibi.
“Ben Kimim? Peer Gynt” her bir parçası başka yerde imal edilmiş ve hiç de uzman olmayan bir şekilde toplanmış bir arabaya benziyor. Ustalar, sanki isimlerini kiralamışlar gibi. İçine “renk versin” diye bazı ünlü adlar katılmış. İcra edilen müziği sıkıcı, metni yanlış, rejisi müsamere seviyesinde bir “show” çıkmış ortaya. Aileler tarafından bile katlanılması zor bir sene sonu müsameresi.
“Ben Kimim? Peer Gynt”ün çocuklara uygun hale getirilmesi için başta psikologlar olmak üzere, uzmanlar tarafından yapılacak bir çalışmaya ihtiyaç var. Oyun boyunca çevremizdeki çocukların “kıpır kıpır”lıklarına, “Üf sıkıldım… Ne kadar yavaş müzik… Ne zaman bitecek” çığlıklarına bakacak olursanız çocukların çoğu bir saat 15 dakikalık gösteride çok sıkıldı. Her ne kadar tiyatro değil “müzik gösterisi” deniyorsa da ortaya çıkan müzik de dahil olmak üzere çocuklar için anlaşılması hayli zor olan metnin de elden geçirilmesinde, (doğrusu bu haliyle devam etmemesi ama) yarar var.
Sanat, elbetteki yaşamın olmazsa olmazı. Ama rastlantılara bırakılmayacak kadar önemli ve dikkatle yapılması gereken bir uğraş, hele “çocuk” söz konusu ise. Çocuk “yetersizlik düzeyi” gibi anlaşılacak bir düzeye kadar zorlanmamalı; çocuğun hayattan zevk alması ve mutlu bir çocukluk geçirmesi için eğlence gibi başlamalı; başlangıçta zevk alma dozu fazla olmalı; gidişata bakarak yürünecek yol kararlaştırılmalı. Ve bitirileceği zamana çok iyi karar verilmeli. Bunları yapabilmek içinse “dışarıdan bakabilmek ” gerekli ve de öncelikle “çocuğu düşünen” bir “sisteme” ihtiyaç var. Sonunda çok az virtüoz ve de meslek insanı çıkacak zaten. Onların ortaya çıkması için “bu tür” “gösteri”lere (“show”) ihtiyaç yok. Küçük yaşlarda, cümle içindeki virgüllerin bile anlamı varken büyük büyük cümleler ile çocukların aklını karıştırmanın anlamı da yok.
Sahnedeki çocuklar günlerce bu an için yaşadılar. Anlamaya çalıştılar. Şimdi üzerlerine yönelmiş spotların göz kamaştıran aydınlığında ordan oraya koşuşturuyor ve sonuçları hayatlarının ileriki dönemlerinde ortaya çıkacak bir deneyimden geçtiklerinin farkında değiller. “Kötü mü olacak? Hiç değilse “sanat” ile tanışmış olacaklar” da denebilir. İyi de bedeli ne olacak?
Fügen ve Melih Anık
9 yorum
Merhabalar öncelikle taşıdığınız misyon için ve bu önemli görevde sizinde var olmanızın övüncüne…
Hacettepe Oyunculuk 93 mezunuyum,devlet tiyatrolarının Adana ve Antalya sahnelerinde dirsek çürüttüm ve herşeyi bırakıp Şubat 2010 da KAŞ’a yerleştim. Şimdi burada çocuklara y.drama ve tiyatro üzerine eğitimler veriyorum,artık Kaşlıyım:)))
Burda ki eğitimlerden,gösterilerden ve işlerden ben sorumluyum ve isterim ki sizin siteniz aracılığıyla burada yaptığımız işler desteklensin ve takip edilsin. Bu konuda bir meslektaşınız olarak sizden destek görmeyi beklemekteyim. Öyle ya bu memlekette cesaretli sanat misyonerlerine ihtiyaç var,sizce de öyle değil mi?
İlginize şimdiden teşekkür eder,en azından mesajımı okuduğunuza dair bir kımıltı alabilirsem bahtiyar olurum. Kaş gerçek çocukların tiyatrosundan selamlar…
Ayşegül Savaş
Bu gösteriyi ben de izledim ama sizin eleştirilerinizi hak edecek bir yan bulamadım.Alkışlanacak bir gösteri izlemekten memnunum.İlk kez böyle sergilenen bir oyunu izlemektem mutluyum.Eleştiri yerine alıkışlarla destek olsanız yada gerçekten eleştirecek bir durum varsa bunu usluba uygun yaparak yıkıcı omaktan çok yapıcı olarak yapsanız da sanat bu anlamda faydalı bir eleştiri ile kendini beslese….
Merhaba Efendim
Yazınızı okudum,lakin ben size çok katılamıyorum.Ben,İzmirden oyunu görmek için İstanbul,a geldim.Çok da başarılı buldum.Sahne,dekor ve ışıklar çok güzeldi.Oyun süresi içerisinde gözlemlediğim,ne çocuklar,nede ailelerin sıkılmadığıdır.Oyun sonrasında,sahne arkasındada hepsi heyecanlı ve çok mutlu idiler.Bu birazda,aynı filmi herkesin nasıl yorumladığına bağlı gibidir.Ama her eseri kendi içinde,başkaları ile karşılaştırmadan değerlendirmek daha uygun olur düşüncesindeyim.Her şekilde,ortada bir emek vardır.
Saygılarımla….
Merhabalar,
Doğrusu yazınızın başlarında işte halimizden anlayan biri diye düşünmüştüm.Ama yazı ilerledikçe ve gösteri ile ilgili yorumlarınızı okudukça çok şaşırdım.Benim bu gösteride rol alan 2 çocuğum var .Biri 9 biri de 5 yaşında.9 yaşındaki aynı zamanda konservatuara gidiyor.Bu gösteriye hazırlanmak için bir yıl boyunca her cumartesi yaklaşık 4 saatlik çalışmalar yaptık.Bu çalışmalara giderken çocuklarım hiç bana gitmeyelim demediler.Hatta gitmediğimizde neden gitmiyoruz diye sordular.Çünkü koroporte ekibi bir aile gibi.Gitmediğimizde birbirimizi özlüyoruz. Herkes birbirinin çocuğuna sahip çıkıyor.Doğumgünlerimizi birlikte kutluyoruz.Özetle çocuklarımız birlikte büyüyorlar ve bizler de birbirimize tutunarak yaşlanıyoruz.Yani söyledikleriniz belki başka ekipler için doğru olabilir.Ama asla koroporte için doğru olamaz.Ayrıca bir veli olarak çocuklarımın bu çalışmalardan çok faydalandıklarına inanıyorum.Özgüvenleri gelişiyor,ekip ruhuyla ortak iş çıkarmayı öğreniyorlar, vücutları ile ilgili farkındalıkları artıyor,doya doya şarkı söylemenin tadına varıyorlar.Gösteri ile ilgili hiç bir şeyi beğenmemenizi anlarım ama müziği sıkıcı bulmanızı hiç anlayamadım. Benim 5 yaşındaki oğlum tüm provaları ve gösterileri gözlerini ayırmadan ,merakla takip ediyor.Ve bence her izlediğinde biraz daha fazla zevk alıyor.İnanıyorum ki diğer çocuklar da birkaç kez dinleseler ya da seyretseler giderek daha fazla zevk alırlar.
Ben de bir çocuğum.11 yaşıma yeni girdim.Ben kimim Peer Gynt ü izledim.Ve metni gayet iyi anladım müzikler ve sahne çok güzeldi.Özellikle de cinler bölümü.Veya troller de denebilir.Ve hiç sıkılmadım olaya bir çocuğun gözünden bakarsanız bazıları anlamaz veya sıkılabilir.Ama yaşı büyük veya 7-8 olan ve akıllı olan bir çocuk bunu anlar.
Yukarıda bahsedilen “sahnedeki çocuklardan” biriyim, Koroporte ve bu projeler sayesinde tanıştığım “spotların göz kamaştıran aydınlığında” gayet bilinçli ve istekli olarak, “deneyimimin farkında olarak” koşuşturuyorum. oyun hakkındaki görüşlerinize katılmıyorum, ama objektif bir görüşüm olamayacağının da bilincindeyim, sonuçta ortadaki benim emeğim, bizim emeğimiz. biz de birçok yorum ve eleştiri alıyoruz tabii ki; ancak şu ana kadarki yorumlar yukarıdakiler gibi başarılı bir çalışma olduğuna dair, eleştirilerse oyunu ve projelerimizi geliştirecek, yapıcı şeylerdi.
“Sonunda çok az virtüöz ve meslek insanı cıkacak zaten”: eğer bu gösterilerde olmasaydım, konservatuara gidiyor olmama rağmen sanatı meslek olarak seçmeyi düşünmeyecektim büyük ihtimalle. Çocukların aklını karıştırdığını düşündüğünüz büyük cümlelerse bu projeler; sizin akıl karıştırmak dediğinizi ben kendim için doğru kararı vermek olarak görüyorum. ülkemizde böyle projeler, cocuklar için böyle fırsatlar ve bunun için uğraşan sanatçılar olmadıktan sonra sanat kiminle, nasıl devam edecek? o sahnelere kimler cıkacak? kemanı kim, cocukluğundan beri o sahnede her zaman çalmak istediği için bırakmayacak, bir kenara kaldırmayacak?
ülkemizin eğitim sistemi sanata, spora istenildiği kadar yönelmeye, sizin de değindiğiniz bilimum sınavlar başta olmak üzere birçok engel nedeniyle, elverişli değil. buna rağmen biz bir grup çocuk (ve artık o “müsamere” karşısında daha fazla izleyici olarak kalmak istemeyip, olayın içine girerek, onlara çocukken ailelerinin belki de sunamadığı fırsatları şimdi kendilerine tanıya veliler) hayatımızda çok önemli bir yere koyuyoruz Koroporte ailesini ve çalışmalarını. ülkemizde “çocuğu düşünen” herhangi bir sistem olmamasına rağmen “çocuğu düşünen” sanatsal projeler için uğraşan sanatçılar ve yine çocuklar olması umut verici bence ve bunun başlı başına bir bedelden ziyade bir ödül olduğunu düşünüyorum.
Melih Bey, eşinizle birlikte yazdığınız yorumu okudum ve eşinizin durumuna bir anne olarak çok üzüldüm. Çoçukların hangi dalda olursa olsun, çoçuk ruhundan anlamayan, ehil olmayan ellerde şekillendirilmeleri ne yazık ki böyle derin izler bırakabiliyor. Biz aile olarak o konuda çok şanslıydık, kızımız müzik eğitimine Yaprak Sandalcı gibi iyi bir öğretmenle başladı ve müzik onun hayatının vazgeçilmez bir parçası oldu. Daha sonra Koroporte’ye katıldı. Uzun süredir o eleştirdiğiniz türden çoçuklara yönelik oyunlu müzik projelerinde yer alıyor. Fen ağırlıklı zor bir lisenin başarılı bir öğrencisi olmasına rağmen mühendislik değil, müzik ve sahne sanatları okumaya karar verdi. Biz de ailesi olarak onu canı gönülden ve gururla destekliyoruz. Keşke sizin eşiniz de Yaprak hanım gibi iyi bir hocaya rast gelmiş olsaydı.
Yazimiza yorumlariyla katilan tum okurlara tesekkur ederiz.Elbetteki bizim de onlarla paylasmak istedigimiz dusuncelerimiz var. Ancak su anda bir seyahatte oldugumuz icin acele ile cevaplamak istemiyoruz.
Dilegimiz konuyu daha da genisleterek yararli bir platformun olusturulmasina katki verebilmektir.
melih bey ,yazınızdan çok etkilendim,uzmanlık alanım karakterler ,insan davranışları üzere,,,sizin yazınızı gördüğümde ne kadar etkilendiğimi anlatamam,,işte dedim cesaretli bi insan ,içini, yazısı ile tamamen açmış insanlara,önce aldığı muhteşem eğitimlerden bahsetmiş,,(eleştirisinde haklı olma ihtimalini güçlendirmesi için)sonra ara ara serpiştirmiş iğnelerini,ne kadar da akıllı göstermişsiniz kendinizi,hemde bu kadar güvensizken,kızabilirsiniz ama güvensizliğiniz çok belli,acılarınız ,sözlerinizin dinlenmemesi ne kadar da etkilemiş sizi,bu ağırlığı kaldırabilmek için demek keşfettiğiniz yol bu ,,,gerçekten etkileyici,,,,kuramsal olarak bunu tartışmayı düşünürseniz,,yada yardım almak isterseniz ,mailim emreikan@gmail.com,,,,,uzuuuuunnn tatiliniz bittiğinde görüşürüzz