Türkiye’de genç seyirci için yapılan tiyatronun (genç seyirci kavramı 0’dan 18’e tüm yaş gruplarını kapsayacak biçimde kullanılmakta) sanatsal olarak istenen düzeyde olmadığı, buna neden olan destek ve ilgi azlığı ile bunun sonuçlarından biri olan eleştiri mekanizmasının da sağlıklı bir biçimde işlemediği bilinen gerçekler arasında. Eleştiri konusuna geçmeden önce eleştirinin üzerine inşa edileceği zemine ilişkin birkaç saptama yapmakta yarar var.
Türkiye’de genç seyirci için yapılan tiyatronun sanattan ziyade eğitimin alanı içinde düşünülmesi tiyatronun bu alanının yaratıcı gelişiminin önündeki en önemli engeldir kanımca. Tiyatronun eğitimle bağını yadsımak değil burada amacım. Ancak sanatın kendi eğitsel gücünün yeterli görülmeyip, ondan, tamamen dışında konumlandığı ve de konumlanması gereken okul eğitimi-öğretimi benzeri bir işlev yüklenmesi beklentisinin anlamsızlığını vurgulamak.
Gerek veliler gerek öğretmenler tiyatrodan çocuklarına, doğru yolu göstermelerini beklemekte (bunun imkânsızlığı ve anlamsızlığı tartışılmamakta) ve bu nedenle didaktik olmayan, belirli klişeleri tekrarlamayan, hazır kalıpları sunmak yerine yeni açılımlar, olanaklar sunan, yaşamda farklı olanaklar olduğunu vurgulayan; kabul edilmiş değerlerin eğitimine soyunmamış oyunlar pek değersiz bulunmakta. Sanatın ve sanatçı tavrının dışlandığı bu ortamda da doğal olarak boşluk, kaba ve dolayısıyla da kolay eğlence unsurlarıyla dolu oyunlarca doldurulmakta.
Sahneleme anlayışına bakıldığında da durum pek farklı değil. Genç seyirciye yapılan tiyatroya ilişkin klişe bilgiler doğru olarak kabul edilmekte, bu konuda okuma, yazma, araştırma ihtiyacı duyulmamaktadır. Çocuk gibi (olduğunu düşündükleri) konuşan, hareket eden oyuncuların, ucuz düşme kalkma numaralarının, bağıra çağıra söylenen popüler şarkıların, gerekli gereksiz kullanılan büyük renkli panoların, dekorların, cafcaflı kostümlerle dolu sahnelerin, incelikten yoksun reji anlayışının seyirciyle yüzeysel bir ilişki dışında bir iletişim kuramadığı görülmektedir. Yenilik ve yaratıcılıktan yoksun, hazır kalıplar içine sıkışmış bir dünya sarmış görünmekte her yanı.
Kuramsal alanda da manzara pek farklı değil. Genç seyirci için yapılan tiyatroya ilişkin araştırmalar ki onlar da genellikle konuya lisans yıllarında ilgi duyan birkaç öğrencinin, var olan durumu saptama üzerine kurduğu çalışmalardır, oldukça yetersizdir. Bilimsel, konuyu çeşitli boyutlarıyla irdeleyen, kapsamlı çalışmalar, projeler son derece azdır.
Eleştiri, var olabilmek için bir alanın varlığını gereksindiğinden, bu tabloya bakarak, bu alandaki eleştiri ve eleştirmen eksikliğini anlamak zor olmasa gerek.
Bir sanat alanı olması gerekirken eğitime yanaşan, bunu da hakkıyla yapamayacağı için açığını kaba, ucuz, kolay, popüler unsurlarla dolduran, ne gerçek bir sanatsal ne de eğitici tavrı olamayan, dolayısıyla da aslında (neredeyse) gerçekten var olamayan sahipsiz bir alanla karşı karşıyayız.
Genç seyirci için yapılan tiyatronun bu sahipsizliği beraberinde kalite düşüklüğü ve alana ilişkin olumsuz bir yargıyı getiriyor. Bundan sonra da bir kısır döngünün içinde debelenip duruyoruz hep beraber. Kalitesizlik, seyirci ve sanatçıyı kaçırıyor, onlar kaçtıkça alana ilişkin olumsuz algı derinleşiyor; bu derinleşme sahipsizliği çoğaltıyor, sahipsizlik kalite düşüklüğüne yol açıyor ve giderek sorunların çözümü neredeyse olanaksız hale geliyor.
Bir arkadaşımın anlattıkları bu durumu açıklamak için yeterli sanırım: Oldukça özenli, dikkatli, titiz bir çocuk tiyatrosu yapan bir topluluğun (ki aynı topluluk yetişkinler için de oyunlar sergilemektedir) üyesi olan arkadaşıma, uzun zamandır görmediği ve birlikte çalışmaktan zevk duyacağı bir arkadaşı o günlerde neler yaptığını soruyor. Çocuk tiyatrosu yaptığı cevabını alınca da doğru dürüst bir şey yap da birlikte çalışalım diyor. Arkadaşımın bu cevaptan sonra bu alanda var olmaya devam etmek için ne kadar daha çaba sarf etmesi gerektiği, o ve onun gibilerin şevklerinin kırılmasının bu alanı nasıl etkileyeceği cevabı güç sorular olmasa gerek.
Çocuk-genç tiyatrosu yapma çocuk gibi olma, çocuksu olma, fazla zeki ya da bilgili olmama, derinliğine düşünme becerisine sahip olamama ve benzeri bir sürü önyargıyı sırtlayıp işe koyulmayı gerektiriyor. Daha az ün ve para kazanmanın yanı sıra.
Aynı şey araştırmacılar için de söz konusu. Çocuk tiyatrosu, üzerine araştırma yapılmaya değer olmayan ya da yapılsa da, çok kolay olduğu için, orta zekâlıların seçeceği bir alan olarak görüldüğünden bu alanda çalışma yapacak kişi bulmak oldukça zorlaşıyor.
Genç seyirci için yapılan tiyatronun sorunlarının tartışıldığı bir toplantıda oldukça genç bir arkadaşımın bir kalitedir tutturmuş gidiyorsunuz bunun ne demek olduğunu anlamıyorum diyebileceği kadar çocuk-genç tiyatrosundan sanatsal düzey, yaratıcılık, özgünlük, yenilik beklentisi yok olmuş.
Sahibi olmayan, kendisinden önemli bir sanatsal tavır, yaratıcılık beklenmeyen bu alanda işi kolay görülmekte, uygulamacıların çoğu kolay yolu seçmekte, bu da alana yeni giren, eğitimsiz, bilgisiz insan gücünü cesaretlendirmekte, konuya ilişkin bilgi ya da becerisi olup olmadığı önemsenmeden herkes alanda kendine para kazanabileceği bir yer açmakta; böylece yeni başlayanlar ya da büyük tiyatrosu yapamayanların elinde kalan çocuk-genç tiyatromuza ve genç seyircimize yazık olmakta.
Sanatın her alanında olduğu gibi, bu alanda da eğitimli ve bilgili sanatçılara duyulan gereksinim çok büyüktür. Yetenek eğitimle desteklendiğinde sanatsal üretimin kalitesinin yükseleceği yadsınamaz. Bu alana fazla yetenekli insan da gelmediği için eğitim bir kat daha önemli olmaktadır.
Son yıllarda ülkemizde çocuk tiyatrosu alanında yaşanan oldukça olumlu gelişmeler de var. Bunlar, az oldukları ve genellikle çocuk tiyatrosu görmezden gelindiği, onlar da kendilerini görünmez hissettikleri için hemen fark edilmiyorlar. Ancak biz onların var olduğunu biliyoruz ve mutlulukla fark ediyoruz ki bunların çoğu eğitimli sanatçılar.
Çocukların ve gençlerin sanatsal ürünlerle karşılaşma hakları vardır; bu sadece veliler, öğretmenler ve alanın acemilerinin ellerine bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Devlet, yerel yönetimler, eğitim kurumları, aileler ve sanatçılar, herkes işin bir ucundan tutmalıdır.
Eleştiri mekanizmasının bu süreçte üstleneceği en önemli iş belki de bu tiyatrocuları görünür kılmak; iyinin kötüden ayrılabilmesi için olanak yaratmak ve böylece genç seyircinin sanatla karşılaşma hakkını savunmaktır.
Görünmez olmak birçoğunun işine yaramaktadır. Özellikle korsan tiyatro yapanların; okullarda yüzlerce genç seyirciyi bir salona doldurup, görünmez olmanın rahatlığıyla at koşturanların; ne olduğu belli olmayan oyunlar oynayanların. Öğretmenler bile seyretmediği için hiçbir biçimde kendilerinden hesap sorulamayan ya da sorulmayanların.
Korsan olanlarının sayısı binlerle ifade edilen ancak bir salonda perde açan ya da okullarda yasal olarak oyun oynayanların sayısının oldukça az olduğu çocuk-genç tiyatrolarının tümünü izlemek oldukça güç ve zahmetli bir iştir. Kaldı ki çoğu da seyretme isteği uyandırmayan bu oyunlara eleştirmenlerin gitmesini beklemek haksızlık olabilir. Ancak sadece yasal olarak gişe açan ve yeri yurdu belli olanlarını izlemek bile; hem onları görünür kılacak hem de aldıkları geribildirim kendilerini fark etmeleri için oldukça yararlı olacaktır.
Eleştirinin, tıpkı tiyatronun olduğu gibi çocuğu büyüğü olmadığını düşünüyorum. İyi bir eleştirmen, yani tiyatroyu bilen, okuyan, ilgilenen her eleştirmen çocuk oyunu eleştirisi de yapabilir. Oyunun iyisi kötüsü kimin için yapılırsa yapılsın belli olur. Çocuk oyunlarında ne beğeni düzeyi düşürülmeli ne beklenti farklılaştırılmalıdır. Gösteri bütünüyle iyi olmalı; çocuklar Mc Donalds’taki gibi çocuk mönüsüne-yarım porsiyona layık görülmemelidir. Dolayısıyla nasıl çocuk oyunlarını acemi ya da beceriksiz oyuncuların, yönetmenlerin eline bırakmamak gerekiyorsa eleştirisini de bırakmamak gerek. Hatta daha da fazla usta eleştirmen bu alana el atmalı ki eleştirileri yayımlayacak yayın organları bunların da önemli olduğuna ikna edilsin. Çünkü bu konudaki önemli sıkıntılardan biri de yazılan eleştirilerin yer alabileceği yayın organı bulmaktır.
Çocukken tiyatroya giden herkesin iyi bir seyirci olacağının garantisi yoktur elbette. Ama biz biliyoruz ki sanatla karşılaşmadan sanatın bir gereksinim haline gelmesine de olanak yoktur. Eğer insanların sanatın farkındalık yaratan, düşündürücü ve eğlendirici dünyasından pay almalarını önemsiyorsak, bunun 20 yaşından sonra gerçekleşmesinin zor olduğunu da bilmeliyiz. Sanatla karşılaşma çocuk yaşlardan başlamaz, sanatın dünyası genç yaşlarda keşfedilmez ve dolayısıyla bu bir gereksinim haline gelmezse yetişkin yaşamında sanatın yeri tesadüflere bağlı kalacaktır. Biz tiyatrocular görmezden geldiğimiz bu alanın aslında bizim geleceğimizi kuran çok önemli bir parça olduğunu aklımızdan çıkarmamalı; bir yandan ayağımıza kurşun sıkarak bir yandan da koşmaya çalışmanın imkânsızlığını görmeliyiz.
Genç insanlara yaşamda farklı bakış olanaklarının, farklı düşünme ve değerlendirme süreçlerinin de olabileceğini gösteren ve bunları yaratıcı, yeni, özgün biçimlerle sunabilecek tiyatro gösterilerinin bu topraklarda da yapılabileceğinin somut kanıtları olan az sayıda sanatçıyı kutlamak ve sayılarının artmasını dilemek gerekir. Aynı biçimde bu sanatçıları ve sanatlarının niteliğini görünür kılan ve böylece genç seyirci için yapılan tiyatronun nefes almasına katkıda bulunan az sayıda eleştirmenimizin de sayısı artmalı ki genç seyirci hakkı olan sanat yapıtlarının dünyasında keyfince yolculuğa çıkabilsin.
Tüm bu dileklerin birkaç iyi niyetli insanın çabasıyla gerçekleşemeyeceği açıktır. Genç insanı gerçekten önemsiyor, ona saygı duyuyor, günü ve geleceği aydınlık kılmak istiyorsak başta sosyal devlet anlayışının gereği olarak ilgili kurum ve kuruluşlar olmak üzere herkesin sorumluluklarını hatırlama ve yerine getirme zorunluluğu vardır. Yoksa bin yıl yaşayabildiği için o yılan bir gün bize de dokunur.