Birkaç aydır gerek Milliyet Sanat Dergisi için hazırladığım dosyalar nedeniyle , gerek bu coğrafyada birlikte yaşadığımız insanların varoluş mücadelelerinde sanatın kendini nasıl ifade ettiğini fazlasıyla önemsediğim için Kürtçe tiyatro konusuna yoğun emek harcıyorum.
Geçen gün İnsan Hakları Derneği Önünde, İKSV’nin düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali’nden dışlandıkları için basın açıklaması yapan Kürt Tiyatrosu emekçilerini yalnız bıraktığımdan dolayı ne kadar üzüldüğümü, orada, yeni tanıştığım sevgili dostlarımın yanında, İKSV’nin karşısında olmak için neler feda edebileceğimi bir bilseniz!
Tiyatro Boyalı Kuş’un Genel Sanat Yönetmeni Jale Karabekir’in feminist dramaturjileriyle tiyatromuza armağan ettiği metinlere, Augusto Boal ezilenler tiyatrosu çalışmalarına hayranım, Kürtçe olarak sergilediği ve İbsen Vakfı tarafından ödüllendirilen “Nora” adlı oyununu da merakla bekliyorum. Üstelik, ne acıdır ki, Tiyatro Boyalı Kuş, partizan bir tavırla, Güneydoğu bölgesine sokulmuyor. Yani, İKSV tarafından dışlandığını söyleyenlerden bazıları, belki de bir partinin sempatizanı olmadıkları için bu feminist grubun dışlanmasına razı geliyorlar.
Seyr-i-Mesel Tiyatrosunun Sanat Yönetmeni Erdal Ceviz, Ocak ayında Milliyet Sanat Dergisi’ndeki söyleşimizde Kürt Tiyatrosu’ndaki gruplaşmalardan açıkça yakınmış, Mezopotamya Kültür Merkezi’nden estetik ve politik ayrışmalar nedeniyle doğan toplulukların Güneydoğu ve İstanbul’da salon bulamadıkları, seyirciyi örgütleyemedikleri, para sıkıntısı çektikleri, zaman zaman dekor ve kostümlerini bile çöplerden toplamak zorunda kalarak prodüksiyonlar kotardıklarından yakınmıştı. Önümüzdeki günler , DTP’nin kapatılmasından sonra Kürt Tiyatrosu Kurultayı toplama kararını bir şemsiye gibi gösterse de, bu şemsiye, farklı estetik ve siyasi arayıştaki grupları dışarıda tutarak ne yazık ki ötekileştirmekten öteye gidemeyecektir! Aynen, İKSV’nin, bu coğrafyada yıllardır Kürtçe tiyatro yapan emekçileri ötekileştirdiği gibi…
Bu arada Kumbaracı 20’de izlediğim Destar Theatre’ın, modern Kürt Tiyatrosu’nda öncü olarak attığı adımların azımsanamayacağını, yaşamımda ilk kez Kürtçe olarak izlediğim Reşe Şeve (Karabasan) adlı oyunun hiç unutamayacağım bir tiyatro deneyimi olarak ömrümün sonuna değin düşlerimi süsleyeceğini belirtmeliyim.
1997’de Ankara Festivali’nin kabul ettiği Kürtçe tiyatro gerçeğini, İstanbul Festivali’nin 13 yıl sonra, tam açılım zamanında, İKSV’nin devletle ilişkileri, hiç bu kadar yakın ve maddi durumu hiç bu kadar kötü olmamışken kabul etmesi sadece bir tesadüf müdür?
Üniversite tezini İbsen ile yapmış biri olarak, Nora’nın ne kadar politik olduğunu çok iyi bilirim. Ama yine klasik bir metin seçerek ne şiş yansın, ne kebap demek ve “açılım” yaparak, “devletlü” olma telaşını sezmemek için hakikaten “saftorik” olmak lazım! İstanbul Tiyatro Festivali’nde Kürtçe tiyatroda bu coğrafyada sanki Kürt sorunu yokmuş gibi bir tavır takınmak, çok ayıp doğrusu!
Bu memlekette analar ağlamıyor mu? Bu memlekette silahlar patlamıyor mu? Şu anda halen etnik kökenlerinden, düşüncelerinden dolayı tutuklu ozanlar yok mu? Ya taş attıkları iddia edilen TMK mağduru çocuklar? Aydınlatılmamış faili meçhul cinayetler? Kürtçe konuştuğu için sövülen dövülen vurulan kırılanlar?
Söyleyin Allah aşkına bir tiyatro festivalinin sorumluluğu bu gerçekleri ortaya sermek olmamalı mı? Yönetici egolarınızı başka zamana saklayın, bari festival zamanları , şenlik günlerinizde aralayın şu ürktüğünüz gerçeklerin perdesini! Festival, Latince festivus, bolluk, bayram demek. Ey egosantrikler, bari festivallerde şenlendirin, çeşitlendirin hayatı ! Bari orada yüzleştirin seyircinizi gerçeklerle.
Türk seyircisini kandırırsanız bile, sanırım yurtdışından gelen eleştirmenleri “tiyatro açılımı” konusundaki devletlü tavrınızla bu kez kandıramayacaksınız. Canlılar inansa da size, Hamlet’in hayaleti dolaşıyor tepenizde!