[Bu yazının birinci bölümü Sahne Dergisi’nin Ocak sayısında yayınlanmıştır.]
1
Bir gösterimin, özel bir gösterimin -galanın- hakikilik, otantiklik iddiası, teatral edimin genel uzlaşımlarını problem haline getirir.”Gerçekçi” değil gerçek, üstelik sahnede, önceden belirlenmiş bir zaman diliminde. Oysa tiyatroya oyun izlemeye gideriz, sahnede olan bitenin kurgusal olduğunu bilerek. Hakiki Gala adı bize bir şey söylüyor, üstelik gerçeklikle kurmaca arasındaki ayrımdan eminsek, açıkça paradoksal bir şey söylüyor. Son zamanlarda tiyatro üzerine yapılan teorik çalışmalarda en fazla tekrarlanan sözcüklerin sahici, gerçek, otantik vb. olması, bu alanın belirleyici terimlerinde bir değişim olduğunu göstermekte ve Hakiki Gala henüz izlenmeden, adıyla kurulan ilk ilişkide, tiyatronun algılanma biçimindeki güncel kaymanın nitelikleri hakkında düşündürmekte.
TİYATROTEM şimdiye kadar ürettiği oyunlarda, anlatı (öykü) ile sunum arasındaki ilişkiyi, özellikle sunumun koşulları ve katmanları üzerinden görünür kılmaya çalışıyordu. Oyuncunun bedeni ile rol arasındaki ilişkiyi, bir ara yüzey yaratarak çeşitlendiriyor, oynamak/anlatmak üzere sahneye adım atan oyuncuya, rolü üstlenme anının öncesine ait bir başka olma hali yüklüyordu. Bu biçimiyle oyuncu, Brecht tiyatrosunun varsaydığı oyuncu gibi, kendilik ile rolü arasındaki geliş gidişi göstermesine ek olarak ya da bu ilişkinin bir üst basamakta çeşitlenmesi olarak kendilik+kendilik üstü/dışı ve rolün basamaklarını somutluyordu. Topluluk, yalın bir kendiliğin anlamının kalmadığı bir çağda, üstlenilen rolün ancak yeni bir ilave benlikten üretileceğini düşünüyordu.
Eğer doğru anlıyorsam, Brecht’e “brechtiyen müdahalenin” açılımı, kendini gösterme edimini gündelik bir gerçeklik haline getiren insanlar dünyasında, saf kendiliğin çekiciliğini bütünüyle yitirmesindeydi. Hakiki Gala, sıradan insanların görünür olma arzusunun, sahne dışı bir fenomen haline gelen rol durumunun tiyatro sanatıyla ilişkisi ve karşılıklı etkileşimi üzerinden okunabilir. Çetin Sarıkartal tarafından sahnelenen oyunda –ya da gerçeklik iddiası taşıyan gösteride- iki kişi var, kadını-Müesser Hanım’ı Ayşe Selen, adamı- Lütfi Bey’i ise Şehsuvar Aktaş oynamakta. Metin ise, bir anlamda teorik bir tespitin -Çetin Sarıkartal tarafından bir yazıda dile getirilen- özgünlüğün gösteri yoluyla hakikileşmesi, benliğin ancak başkasının onayıyla gerçeklik kazanması türünden bir tespitin çıkış noktası kabul edilerek, bunun sahnesel kavrayışının sonuçlarından oluşmuş. Metni kaleme alan ise Ayşe Bayramoğlu. Burada bir şeye dikkat çekmek gerekiyor, metnin tam anlamıyla bir sahne metni oluşuna; önceden verili bir sözel metin görünür kılınmıyor tersine metin, sahnesel sürecin bir sonucu olarak üretiliyor. Yani metin sahneyi belirlemiyor, sahne, metni belirliyor.
İki insanın öykülerini anlatmak üzere sahneye çıkmalarını konulaştıran oyunun sahne tasarımını Zekiye Sarıkartal yapmış. Müesser Hanım ile Lütfi Bey’in “hakiki” galasının mekanı, sahne kondu bir dekor: Yapma çiçeklerle süslenmiş dört dikey konstrüksiyonla, elle çizilmiş izlenimi veren iki perdeli penceresiyle ve masa, iki sandalye ve “manzaraya tüy diken” yanar döner küresiyle dekor, her türlü gerçeklik duygusunu uzaklaştıracak biçimde tasarlanmış. Tıpkı kurmacanın, yapıntı olanın kendini gerçekmiş gibi göstermek için gerçeklik duygusu veren dekorlar kullanması gibi, seyircinin kurmacayı sahiciymiş gibi algılamasını sağlamak için yaratılan atmosfer gibi. Karşıt paralellik başarıyla kuruluyor, Hakiki Gala’da gerçeklik kendini yapıntının yapıntısı bir mekan içinde sunarak, bu defa da gerçekliğin kurmacaya dönüşmesinin atmosferini yaratıyor. Müesser Hanım ile Lütfi Bey bu manzaraya gayet uygun kostümlerle, -bir eğlenceye fazla süslenerek, fazla sevinerek gelmiş insanlar gibi- adım atıyorlar. Çabuk atlatacakları bir acemilik içindeler, ezberlerini unutuyorlar, şaşırıyorlar ve ancak üçüncü denemelerinde öykülerine başlıyorlar. Durum oldukça yalın, iki insan, yolu bir biçimde kesişmiş iki insan öykülerini anlatacaklar. Komik başlangıcın yarattığı kahkahaların yerini duydukları karşısında dehşete düşen seyircinin sessizliği alacak. Anlatıcıların acemi bir mahcubiyetle başladıkları anlatı tutumu ise yerini “şehvetle anlatan” anlatı tutumuna bırakacak. Seyirci önüne “dökülen” mahrem felaketler karşısında bir “acıma estetiğine” davet edilirken, sıradan anlatıcılar klasik tiyatronun bütün klişelerini konulaştıracaklar. Öncesinde sadece gazetecilere ve televizyona anlattıkları öykülerini, sahnede anlatma nedenlerini, tiyatronun “insanı insana insanca anlatan bir sanat” olmasına bağlayacaklar, içlerindeki aktörü bulmalarından söz edecekler vb. Müesser Hanım’la Lütfi Bey’in kendi gerçekliklerini kurmak için işlevsel kıldıkları tiyatro bu defa onların gerçekliklerinin bir aracıdır. İlişki tersine dönmüş, gerçeklik kurmacanın yardımıyla inandırıcı olmaya çalışmaktadır.
Hakiki Gala, üçüncü sayfa öykülerini, gerçekliğin en sert biçimlerini konulaştırırken, gerçekliğin sunulma biçimlerini de konulaştırmakta, iki karşıt alanın, – hayat ve sahne- yeni bağlantılarıyla anlaşılmasını sağlamaktadır. Müesser Hanım ve Lütfi Bey’in çok acıklı ve etkileyici öykülerinin, seyircinin “yüzüne yüzüne” anlatıldığı oyunda, sahnede gösterilmeye çalışılan duruma bir katman da yazar Edibe Hanım aracılığıyla sağlanmıştır. Öykülerini anlatacak olanlar, sahneye ilk çıktıklarında ellerinde, üzerinde Hakiki Gala yazan bir kitap tutarlar. Söyleyeceklerini hatırlamadıkları zaman, kitabı okumaya başlarlar; daha sonra anlaşılır ki kitabın yazarı, kahramanlarımızı zor zamanlarında evine alan Edibe Hanım’dır. Yazdıklarını yayınlatamayan Edibe Hanım ekonomik açıdan çıkmaza girdiğinde Müesser Hanım ile Lütfi Bey, üçüncü sayfa haberlerine meraklı yazara, yazması için kendi öykülerini sunarlar. Onların hayatını roman haline getiren yazar, ifşa olmamaları için adlarını gizlemiştir. İfşa olmamak ya da yaşanılanların gizli kalması çok eski bir dünyaya aittir; kitap bestseller haline gelince, kendi öykülerini anlatan şöhrete kavuşunca –ki kazandığı parayı onlarla paylaşmaktadır- yazara duydukları minneti ve anlaşmayı bir kenara bırakan ikili, tanınmak için ortaya çıkarlar ve Edibe Hanım’ın kendi hayat öykülerini izinsiz kullandığını söylerler. “Gerçeği varken kurmacasını kim umursar” ilkesine uygun kitap toplatılır, Edibe Hanım başarısızlık uçurumunun en dibine atılır, geriye kendi öykülerini anlatarak şöhret kazanan kahramanlar kalır. Sahne durumu, rol ve gerçeklik üzerinden kurulan ilişki, roman, edebiyat ve gerçeklik üzerinden tekrarlanarak genişletilmiştir.
Hakiki Gala’nın yalın bir durum üzerine kurulduğu söylenmişti, birileri gelir ve kendi öykülerini anlatmak ister fakat bu yalın durum, şaşırtıcı bir katmanlaştırma ile zenginleşmekte, sahne hayat ilişkisindeki değişen algı üzerine çok güncel bir meselenin yaratıcı açılımlarını sunmaktadır. Başlangıçta biraz mahcup, sahnede ne yapacaklarını bilmeyen kişilerin, Müesser Hanım’la Lütfi Bey’in adeta bir teşhirciye dönüştükleri sürecin en etkileyici anlarından biri, birbirlerinin nefes aralıklarına atlayarak müthiş bir “ben anlatmalıyım” yarışını görünür kıldıkları andı.
Tek perdelik komedi şimdiden trajik bir durumun ifşasına doğru ilerlemekte, hayat karşısında sanat kendini farklı kılanın ne olduğunu sorgulamakta ve oyuncu, rolünü seyirciye kaptırmaktadır.
Müesser Hanım ve Lütfi Bey; o güne dek birbirlerinin varlığından habersiz bu hoyrat dünyada apayrı, yoklukları bile hissedilemeyecek denli sıradan hayatlar sürmüş bu iki insan, bir Hıdrellez gecesi yine birbirlerinden habersiz, her zaman olduğu gibi gerçekleşememiş hayallerini düşünerek uykuya dalarlar. Kaderin cilvesi midir, bilinmez, apayrı uykuların derinliklerinde süzülen Müesser ve Lütfi’nin yolları tek ve ortak bir rüyada, hayatlarının galasında kesişir: Bir kere olsun ramp ışıklarına, sahneye çıkabilme; bir kereliğine de olsa kendilerini gösterme şansını bulmuşlardır. [Oyun broşüründen]
2
Tiyatro Tem’in Hakiki Gala’sı üzerine bir yazı yazmıştım, şimdi orada üzerinden geçtiğim, fazla derinleştirmediğim meseleler üzerine biraz daha düşünmek istiyorum. Dolayısıyla bu yazı, birincisine bağlanacak, onun hızla geçtiği yerde biraz oyalanacak.
Hakiki Gala’nın daha adlandırma aşamasında bile açıkça paradoksal bir duruma işaret ettiği söylenebilir; teatral bir edimin, bir gala’nın bize hakiki nitelemesiyle sunulmasındaki paradoks. Aslında gerçekçi-psikolojik tiyatronun gelişimine bakıldığında karşımıza çıkan, bir temsilin temsil karakterinin inkarıdır, orada oyuncudan inandırıcılık beklenirken ve “rol yapma” neredeyse rolün gündelik hayatta kullanılan olumsuz, yapmacık anlamına bağlanırken de durum açıkça paradoksaldır. Oyuncu bir rol figürünü canlandırırken, cisimlendirirken gerçekçi bir etki yaratmalı ve bunu da kendi fenomenal bedenini, figürün temsil ettiği semiyotik bedeninde yok etmelidir. Tümüyle gerçeklik dışı bir yoldan gerçeklik duygusuna ulaşma hamlesi. Bu biçimlemede rolün inandırıcılığı teatral başarının teminatı olarak görülür, “yapay görüntü” kendini varlıkmış gibi sunarak, onun yerine geçerek temsilin yanılsamasını gerçekleştirir. Tümüyle bir yanılsamadan elde edilen hakikilik etkisi gerçekçi-psikolojik tiyatronun temel hedefidir. Mekanın düzenlenmesinde, nesnelerin kullanımında gözetilen ilke hep aynı şeye hizmet edecektir, kurmacanın kendini gerçeklik-miş gibi sunma iddiasına. Bir rolün inandırıcılığını temin etmek için geliştirilen teknikler ve pratikler bir anlamda düşünsel bir ikiliğin, ruh/beden, fenomenal beden / semiyotik beden arasındaki gerilimin de görünmez kılınmasıdır, yazınsal olan anlamın garantörü olarak kutsanmış, değişmez hakikatin kaynağı olarak ayrıcalıklaştırılmış ve bir bölüm diğerinin altına yerleştirilerek görünmez kılınmıştır. Şunu söylemeye çalışıyorum, oyuncu bir rolü üstlendiğinde, kendini rolün arkasında gizlerse ve oyuncu-rol ilişkisi olmak biçiminde kavranırsa, hem inandırıcılık garanti altına alınmış hem de sözel, dilsel/tinsel olan bedenin hakikiliği karşısında bir üst konuma yerleştirilmiştir. Hakikat eğer sadece dilsel olandan kaynaklanıyorsa burada kurmacanın hakikilik iddiası da yadırganmamalıdır.
Hakiki Gala, klasik tiyatronun söz konusu kavrayışının, bir yanıyla negatif ikizine çalışmaktadır; orada yapıntı olanın kendini hakikatmiş gibi sunma çabası, burada hakiki olanın kendini yapıntı olarak sunmasıyla karşıtlanmıştır. Bu durumda bir gerçekliğin temsili ancak inandırıcılıktan uzak bir rol tasarımıyla, asla gerçeklik duygusu yaratmayacak sahne düzenlemesiyle sunulacaktır.
Hakiki Gala, bir anlamda tiyatro durumunun kendisini ve gerçeklik durumunun sunulma biçimini konulaştırmıştır. Asıl sorduğu soru ise, sıradan insanın oyuncuya dönüştüğü yerde, oyuncunun kendilik-rol arasındaki ilişkiyi nereden kuracağı hakkındadır. Rol durumu genelleşmiş, hayatlar sahnelenen bir şeye dönmüşse, gerçekliğin sahnelendiği bir dünyada tiyatronun statüsü ne olacaktır?
Hakiki Gala’yı ilginç kılanın, hem temsil krizini hem de oyuncu-rol ilişkisini tiyatronun içinden bakarak ve de çok eğlenerek konulaştırması olduğunu düşünüyorum. Hayatın tiyatrosu sahneyi kuşatmışken ve gösteri, rol sözcükleri neredeyse pek çok disiplinde metafor olarak kullanılırken tiyatro ne yapacak? Oyun aslında dışarıdaki performativ değişimin dolaylı cevabını içermekte, eğer gerçeklik ancak bir gösteriden başka biçimde sunulmuyorsa, herkes hayatının rolünü oynuyorsa, demek ki tiyatro da kurmaca statüsünü yitirip, kendini gerçeklik olarak sunmayıp gerçeğin kendisi olacak. Otantik, reel sözcükleri çağdaş sahne uygulamalarında en sık işittiğimiz sözcükler artık, “rol durumunun” dışarıda bırakıldığı gösterimlerde oyuncunun artık Kirby’nin deyişiyle yalın oynama ile oynamama arasında bir yerde durması da bu sürecin bir sonucu.
Evet, Hakiki Gala bize bir sömestr tartışabileceğimiz kadar tiyatro meselesi sunmakta, tiyatronun hem geçmişine hem de güncel uygulamalarına “dalgacı” bir selam yollamakta.
Ama şu gerçeklik meselesine ilişkin özellikle oyunun konulaştırdığı güncel algıya ilişkin bir şey söyleyerek bitireceğim yazıyı. Birinin söylediği gibi gerçeklik sunulan, gerçek ise kanıtlanan bir şeydir ve ben buna hakikatin yaratılması gerektiğine ait inancımı ekliyorum.
Hakiki Gala
Yöneten: Çetin Sarıkartal
Metin: Ayşe Bayramoğlu
Sahne Tasarımı: Zekiye Sarıkartal
Oynayanlar: Ayse Selen, Şehsuvar Aktaş.