Tiyatro sezonunun sona ermesinin hemen ardından Uluslararası 17. Tiyatro Festivali başlayacak. Festival, bu yıl da hem katılımcı topluluklar, hem de izleyenler açısından çok yönlü olarak yine tartışılacak gibi görünüyor. Anadolu’da da kimi kentlerde tiyatro buluşmaları ve küçük çapta, ulusal ölçekte festivaller gerçekleştiriliyor. Diğer yandan İstanbul’da kimi belediyelerin gerçekleştirdiği ve önemli toplulukların seyirci ile buluşturulduğu düzenli gösterimlerde baharla birlikte sanat ortamını canlandırmaya dönük etkinlikler olarak görülebilir.
Ancak tüm bu yoğun ve rutin etkinliklerin ortasında uzun zamandır gözden kaçan bir durum var. Yıllar var ki tiyatro ortamında kuramcılar, akademisyenler, eleştirmenler ve etkinliğin doğrudan içinde olan rejisörler, oyuncular ve dramaturglar Avrupa’da denenen yeni biçimlerle Türkiye’de tiyatro sanatının ilişkisi ve etkisinin ne olduğu konusunda çok yönlü bir tartışma nedense yapılmıyor. Oysa geleneksel gösterim ve anlatım tarzının yanında son yıllarda hem oyunculukta hem sahne tasarımında ve de gösterim tekniklerinde bir yığın yeni kavram yeni teknik ve yeni deneysel formlar üretildi. Sahne sanatlarında metin yazarlığı, gösterim ve anlatım teknikleri ve oyunculuk biçimi ve oyuncunun kullanımına dönük kimi kavramlar, altı boş ve kafa karıştırıcı tanım ve içerikle kullanılarak dolaşıma sunuluyor. Tiyatro ortamı yazarlıkta yeni bir tarz olan ‘in your face’ oyunları, performans, performatik oyunculuk, beden oyunculuğu, performatik anlatım gibi kavram ve terimleri dillerinden düşürmeyen, bu kavramlara anlam arayan avarelerle dolu ortalık.
Tiyatro ortamı ile birlikte genel olarak diğer sanat disiplinlerini de doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren bu kavram ve gösterim tekniklerini nedense kimse tartışmaya yanaşmıyor. Yanlış kullanılan kavram ve terimler havada uçuyor. İşin tuhaf yanı, bu türlü sorunlar doğrudan ilgi alanlarına girmesine karşın ve bilimsel tartışmalarla soruna çözüm arayışında nesnel bir odak olması gereken üniversitelerin tiyatro bölümleri ve tiyatro ana sanat dalı öğrenci ve akademisyenlerinin de umurunda değil galiba sorun. Birkaç kişi dışında her biri “ununu elemiş, eleğini asmış” havalarında akademisyen kimliği ile döneniyor.
Eski araştırma ve inceleme kitap ve dergilerine bir göz atıldığında bu alanda çalışan hoca ve araştırmacı kimliği ile öne çıkmış çok değerli bilim insanı ile karşılaşacaksınız. Bir Metin And, bir Özdemir Nutku, bir Sevda Şener ve adını yazamadığım bir yığın değerli hocalarımız araştırma, derleme ve incelemeleri ile literatüre önemli doküman bırakmışlardır.
Son yıllarda sahne sanatlarında gelinen karmaşık noktayı, ‘üretilen şey’ bağlamında çetrefilli pratiği ve iç içe geçmiş anlatım tarzı ve dil kurgusunu kendi felsefi ve ideolojik bağlamı ve estetik görüntüsü içinde dikkate alarak sorgulamak, yorumlamak, tanımlamak ve kavramlaştırmakla yükümlü olması gereken akademisyenler, sanat hareketinde gelinen durumu ve bugünün gerçekliğini etraflıca tartışmaktan ciddi olarak uzak ve gönülsüzler. Oysa tam bu karmaşık noktada öğrencileri ve bu alana ilgi duyan insanları ikna edici, yönlendirici ya da ufuk açıcı tartışma, yorum ve önermelerde bulunmakla yükümlü olan bu insanlar, tartışmaktan kaçınmamalı ve bilimsel araştırma ve tartışmalarını gerek yayınlayarak gerekse bizzat tartışmanın içinde bulunarak bu bulanıklığın giderilmesi ve belirsizliğin aşılmasında emek harcamalı. Artık bu boş vermişlik görüntüsü ortadan kaldırılmalıdır.
Haftaya bu konuya devam edeceğiz.