Tiyatro alanında bir meseleyi kişiselleştirmeden, çözümlemeye ağırlık vererek ele almanın kolay olmadığını biliyoruz. Özellikle polemik yazıları devreye girdiğinde, tartışma akışını ve içeriğini okurların takip etmesini, anlamasını sağlayacak bir ortamın şekillenmesi neredeyse imkânsız. Bir süredir tartışılan Afyonkarahisar Belediye Şehir Tiyatrosu (AKBŞT) örneği için de aynı şey geçerli.
İki ay kadar önce, AKBŞT’nin kapatılacağı, bu nedenle profesyonel tiyatrocu kadronun işten çıkarıldığı, ayrıca içinde bir tiyatro salonu da bulunan belediyeye bağlı kültür merkezi binasının yıkılacağı duyumları almıştık. En son, AKBŞT’den uzaklaştırılan eski genel sanat yönetmeni Ali Çakalgöz ve yardımcısı Sultan Örenkaya’ya valilikçe sahip çıkıldığını, “İl Kültür Konseyi Tiyatro Bölümü” denilen resmi yapı içinde başkan ve başkan yardımcısı olarak görevlendirildiklerini öğrendik.
Bu bir rahatlama yaratıyor: AKBŞT’den uzaklaştırılan iki tiyatrocu, işlerine geri dönmek istediklerini, dönmedikleri takdirde Afyon’da tiyatronun darbe yiyeceğini belirtmiş, kendilerine sahip çıkılmasını talep etmişlerdi. Fakat AKBŞT’de tiyatroya devam edenler biz onlar olmadan yola devam etmek istiyoruz dediklerinde, mesele tiyatrocular arası bir anlaşmazlık biçimi de almıştı. Nihayetinde valiliğin işten çıkartılan iki tiyatrocuya sahip çıkmasıyla, sorun bir şekilde çözülmüş oldu.
Uzun vadede neler olacağını bilemeyiz, fakat mesele devlet içinde bir “çözüme” kavuşturulmuştur. Valiliğe bağlı Tiyatro Birimi’nin AKBŞT’nin mevcut işleyişi ve yıkılması planlanan sahne karşısında muhalefet mi edeceğine, Afyon’da belediyeden bağımsız olarak daha özerk ve demokratik bir tiyatroyu mu hayata geçireceğine Ali Çakalgöz ve yardımcısı Sultan Örenkaya açıklıkgetireceklerdir sanıyorum. Bu türden bilgiler geldikçe, Afyon’da tiyatronun nereye doğru evrim geçirdiği daha kolay anlaşılacaktır.
TİYATROM’un bu vakayı doğan bir güneş resmi eşliğinde kazanım gibi sunmasını tabii ki çok komik buluyorum. Çünkü talep edilen AKBŞT’den uzaklaştırılan tiyatrocuların valilik tarafından işe alınması değil, belediye tarafından ve AKBŞT’de çalışmak üzere işe alınmasıydı. Bu anlamda, çeşitli bildiri ve protestolar amacına ulaşamamıştır. Dahası, valiliğin belediye yönetimini rahatlatan bir karar aldığı da söylenebilir.
Kazanım iddiasının komik olduğunu bir benzetme yaparak açmaya çalışayım: Örneğin bir TEKEL işçisi 4 / C mağduru olma tehlikesi yaşarken, gidiyor ve daha uygun çalışma koşullarına sahip olduğunu düşündüğü başka bir yerde çalışmaya başlıyor. Şimdi biz buna kazanım mı diyeceğiz? Elbette tekil olarak o işçi ya da varsa ailesi adına bir kazanımdan söz edilebilir. Fakat bu demek değildir ki 4 / C sorunu ortadan kalkmış olsun.
Mustafa Demirkanlı’ya bakılacak olursa durum çok vahim: “Afyonkarahisar Belediyesi tiyatroyu kapattı. Salonu yıkıyor, kadrolu tiyatro insanları atıldı. Bir tiyatro daha yok edildi” diyor. Yani TİYATROM’da doğan güneşi yine TİYATROM’da yazısı yayınlanan Mustafa Demirkanlı tekzip ediyor. Fakat bu tekzip olgusal olarak yanıltıcıdır. AKBŞT kapatılmadı diyen amatör tiyatrocular 27 Mart’ta prömyerini yaptıkları bir oyun sahnelediler. Şu “kadrolu tiyatro insanları” ise bir tamamen uydurmadır. AKBŞT tüzüğü genel sanat yönetmeni dışında hiç kimseyi profesyonel olarak tanımlamıyor. Tüzükte amatör bir tiyatro olarak kurulduğu açıkça zikrediliyor. Genel sanat yönetmeninin görevi ise adeta belediye başkanlığının çavuşluğunu yapmak; tüm yetki belediye başkanına verilmiş durumda. Salon yıkılıyor meselesi ise doğrudur: Belediye kültürel altyapı kurma, geliştirme sorumluluğu üstlenmiyor, Halk Eğitim Mekezi’nden devralacağım sahneyi tadil ederek orayı belediye tiyatrosunun hizmetine vereceğim, ama elimdeki salonu da yıkacağım diyor.
Yani ben, şu kadar araştırma yaptım dediği halde dezenformasyona devam eden Mustafa Demirkanlı’dan daha iyimserim ve müzakere etme derdi varsa, AKBŞT’nin varlığı da, altyapısı da korunabilir düşüncesindeyim. Sonuç olarak ne doğmakta olan bir güneş var, ne de batan. Tiyatro camiası aklını başına toplar ise, AKBŞT’yi korumak bir yana, demokratikleşmesi dahi zorlanabilir. Eksik olan örgütlü ve bağımsız tiyatrocu iradesidir.
Bana göre tiyatro adına asıl kazanım, öncelikle resmi kurumlara mesafeli ve özerk tiyatro çatıları kurma başarısı göstermektir. Belediyelere bağlı olsun, valiliğe bağlı olsun, resmi ve bağımlı tiyatro yapılarına bel bağlamamak gerekir. Devletin tiyatroları değil, devletin sosyal sorumlulukla yaklaştığı tiyatrolar olmalıdır. Buna kısaca “demokratik ve özerk tiyatro” diyoruz. Elbette bu izlenecek tiyatro politikasına dair bir önermedir ve tartışmaya açıktır. Afyon’da belediyede batan güneş valilikte doğdu gibi bir yoruma gitmek de bir tiyatro politikasıdır ve bu da tartışmaya açık olacaktır. Zaten bu nedenle tartışıyoruz.
Bu tartışma demokratik, art niyetten yoksun ve ifade özgürlüğüne saygılı bir çerçeve ediniyor mu? Bu sorunun yanıtı kocaman bir hayırdır. Örneğin benim yazıp çizdiklerim karşısında, “Sus!” deniliyor, kale almayalım kendi blogunda boğulsun yönergeleri veriliyor, çeşitli yollarla üyesi olduğum Türkiye Tiyatrolar Birliği’ne benden kurtulması tavsiye ediliyor, bu tavsiyeye uyulmaz ise TTB’nin bitişini ilan ederiz deniliyor vs. Bunların tamamı sanal absürt görünümler elbette. Yani ifade özgürlüğüm elimden alınıyor, “linç” ediliyorum diye yakınan bir ruh hali içinde değilim. Ben daha çok insanları eğlendiriyoruz hissiyatı içindeyim. Fakat bu eğlencenin arka planında, bir çürümeyi de tartışıyoruz.
Ertuğrul Timur’a göre Afyon’da belediyede batan tiyatro güneşi valilikte doğunca, TİYATROM aniden ismimi açıkça zikreden bir saldırganlık evresine geçti. Daha önce kale almayalım, aldırmayalım tavrı içindeydi. Gerçi örtülü bir şekilde yazılarıma atıfta bulunmaktan, hatta oraya buraya çekiştirmeye çalıştığı küçük alıntı parçaları sunmaktan geri duramıyordu. Fakat ismimi zikretmemeye dikkat ediyordu. Şimdi durum farklı, ama şaşırmıyorum. Ertuğrul faciasının tipik görünümlerinden birisi de sağı solu belirsiz olma halidir. Dün verdiği bir sözü yarın “kendine göre” nedenlerle unutabilir; başkalarına yapmayın dediğinin beterini kendisi yapabilir; belediye (AKBŞT) ile valiliği birbirine karıştırıp irrasyonel “kazanım” iddialarında bulunabilir vs.
Bir de açılması planlanan dava varmış ve bu işin sanal tehdit boyutu. Ben bu filmi daha önce seyrettim. Şu Erbil Göktaş’ın dostlarının teşvikiyle, özelde benim hakkımda tehdit ediyor diye savcılığa yaptığı suç duyurusundan söz ediyorum. Savcılık suç duyurusunu ciddiye almamıştı. Fakat bu yeni dava planı farklı: Örneğin alaycılığı suç gibi göstermek gibi komiklikler, AKBŞT tüzük yorumunu hakaret gibi kabul etmeler vs. var ama aynı zamanda siyasi ya da kültürel politik bir dava olmaya aday; çünkü kültürel politik bazı çözümlemelerim de işin içine katılmış. Ayrıca toplu bir davaya dönüşme potansiyeli taşıyor; çünkü “gayri resmi örgüt” olduğu söylenen TTB de suçlanıyor. Saldırıya uğrayan tarafın belediye ile iş akitleri feshedilen tiyatrocular ve TİYATROM olduğu iddia ediliyor. Bu plan sanal âlemden yeryüzüne indirilip uygulanırsa, bu defa tiyatro alanında gerçekten de ciddi bir şeyler olmaya başlayacak düşüncesindeyim. Sanal absürt komediden reel kara komediye geçmek bir ilerleme olarak kabul edilmeli.
NOT: TİYATROM’da gördüğüm kadarıyla, kazanım komedisine TOMEB İstanbul temsilcisi Orhan Kurtuldu ile OYÇED başkanı Hasan Erkek de ortak olmuş. Ortak sayısı artar mı bilmem, ama ben bu absürt manzaranın ayrıca çözümlenmesi gerektiğini düşünüyorum.