Son zamanlarda üniversite tiyatroları üzerinde üniversite yönetimleri tarafından ciddi baskılar uygulandığı, üniversite gruplarının en temel alt yapı imkânlarından mahrum bırakıldığı ve hatta zaman zaman üniversite yönetimlerinin sansüre varan uygulamalarıyla karşılaşıldığı görülüyor. Bu yıl 14. kez düzenlenen Ege Üniversitesi Tiyatro Günleri’nde bir araya gelme fırsatı bulan altı üniversite grubu hem birbirleriyle fikir alışverişinde bulunmak hem de engellemelerle mücadele etme noktasında ortak bir dil oluşturmaya çalışmak hedefiyle bir toplantı düzenlediler.
Toplantıya; Boğaziçi Üniversitesi Oyuncular(BÜO), İTÜ Taşkışla Sahnesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu(İTFTT-ÇAPA), İTÜ TİMİS Tiyatro Topluluğu, Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu(EÜTT) ve Anadolu Üniversitesi Tiyatro Kulübü’nden Yaşayan Tiyatro katıldı.
Toplantı sonucunda ise her üniversitenin kendine özgü koşulları ve kendine has mücadele yöntemleriyle mücadele edilmesi gerektiği önemli vurgu noktalarından biri oldu. Fakat diğer yandan keyfi düzeyde uygulanan bu engellemelerin ancak üniversite tiyatrolarının örgütlenmesiyle çözüleceği noktasında uzlaşıldı ve tiyatro kamuoyunu engellemeler ile ilgili olarak bilgilendirmek ve üniversite gruplarının bu engellemeler karşısında sessiz kalmamaları gerektiğini vurgulamak amacıyla ortak bir bildiri kaleme alınması kararlaştırıldı.
Konuyla ilgili yapılan tartışmayı yayınlıyoruz…
Volkan Mantu (BÜO): Üniversite grupları olarak sene başından beri örgütlenme temelli bir takım toplantıları yaptık. Fakat şimdilerde özellikle üniversite tiyatroları üzerinde ciddi baskılar oluşmuş durumda. Yaşayan Tiyatro ve Taşkışla sahnesinin bu konularda kamuoyunu bilgilendirme hedefli yazıları yayımlandı. Bugün burada bu sıkıntıları yaşayan grupların süreçlerini biraz daha ayrıntılı anlatmasını ve bu anlatımların sonucunda üniversitelerde altyapı konusunda yaşanan sıkıntıları nasıl aşılabileceğini konuşacağız.
Ebru Ak (Yaşayan Tiyatro): 2001 yılında bütün toplulukların bir kulüp altında toplanmasından beri aslında böyle sorunlar vardı, Rektörlüğün kulübü tanımaması gibi. Aslında bu sene geçen yıllara göre biraz daha iyi şartlarımız. İki tane çalışma mekânımız var ama fiziksel koşulları kötü, komik ama Facebook’ta başlattık aslında kampanyayı. Çünkü Yaşayan olarak diğer kulüplerle fikirsel olarak ortaklaşıp bir hareketliliğe geçemememiz bizi yıldırıyordu, üzüyordu. Ayrıca ket vurmaları ayrı bir tartışma; bir hareketliliğe geçilmiyor aksine durduruyorlar. Yaptığımız hareketlilik karşısında negatif bir sonuç alınırsa, ne yapacağız; kapatılırsak ne olacak gibi çekinceler var. Biz hiç karışmamamıza rağmen bizim de haklarımız elimizden alınacak gibi tavırları vardı. Sonra biz Uğur’la bir yazı yazdık; gazetelere, dergilere, bazı tiyatro sitelerine yolladık. Bunlar çok mükemmel bir hareketlilik getirmeyebilir ama bir yerlerden başlamak gerektiğini düşünüyorduk. En son Eskişehir’in yerel gazetesinde çalışan dışarıdan tiyatroyla ilgilenen bir arkadaş köşesinde bizim yazdığımız yazıyı yayımladı. Ertesi gün sabah dokuzda bir telefon gelmiş Rektörlükten. Bizim kulüpten sorumlu Gökhan hoca -kulüpler koordinatörü- arayıp, kendisini tanıtıp, çok naif ve kibar bir dille Rektör Yardımcımız sizinle bir yemekte konuşmak istiyor demiş gazeteciye. Buluştuklarında söylenenlerin asılsız olduğunu ve Tiyatro Kulübü’nün biraz küstah ve tamahkâr olduğu yönünde açıklamalarda bulunmuşlar. Aslında bu dört kulüp içinde farklı şeylerde de uzlaşmak lazım. Bunları diğer grupları yermek için söylemiyorum ama bir şey yapma konusunda bize engel olduklarını da fark etmeleri lazım. Kapalı alanda sigara içilmiş, bir arkadaş alkollü gelmiş ve Rektörlüğün gözbebeği olan o “muhteşem” binanın içine kusmuş ve parke çiziliyor diye dekor çıkarttırmadıkları, koltuklara oturtmadıkları binada bu olayların olması Rektörlüğü çok kızdırmış olacak ki Rektör Yardımcısı Tiyatro Kulübü de böyle böyle yapıyor sen bakma onların söylediklerine diyerek bunlara da bizim savunmamız olarak köşende yer verirsin artık diye alttan alttan bir istekte bulunmuş. Sonra tiyatrom.com dan da bir destek gelince bizim hoşumuza gitti güzel bir yazı yazılmıştı ama bunun burada kalmaması gerek sadece yazıyla da olmuyor.
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla Sahnesi): Bir olayın kamusallaştırılmasının okul yönetimini harekete geçirdiğini görüyoruz. Sorunu kamusallaştırmaya çalışmak seni hiç muhatap almayan adamların dikkatini birden çekebiliyor. Taşkışla Sahnesi de benzeri bir şey yaşadı. Oyununu eylemli bir şekilde ortaya koyduğunda ya da bunu yazıyla kamusallaştırmaya çalıştığında Dekan yine bir şey yapmıyor belki ama en azından sizin derdiniz ne gelin bir konuşalım gibi bir şey diyebiliyor. Belki bunu bir saptama olarak koyup, şunu tartışalım: Muhatap alınıyorsak biz nasıl bir tavır geliştirelim ki bu muhatap alınmışlık konusunda da kendimizi ezdirmeyelim. Birlikte bir şeyler yapacaksak ortak olarak bu takvimi oturtmak için dikkatli olmak gerekiyor. İçimizde şenlik düzenleyen üniversiteler var, şenlik düzenlerken eylemlilik yapmaktan çekiniyorsun çünkü Rektörlük senin elinden bir şeyleri aldığı zaman davet ettiğin tüm gruplara mahcup olabilirsin. Aslında eylemliliği sezon başında okul açıldığı zaman yürütmek, gerekiyorsa belki bir yasaklama olsa bile o zaman gruplara söyleyip, dayanışmaya davet edip kendi imkanları dâhilinde onları çayırda tiyatro yapmak gibi bir şeye davet edebilirsin mesela ve bu bir eylemlilik değeri taşır. Ama bu Mayıs ayında yasaklanınca olmuyor. O eylemliliği belki Eylül-Ekim ayında yapmanın yollarını da aramak gerekiyor bence.
Nihan Acar (Taşkışla Sahnesi): Bence Taşkışla böyle bir kamusallaşmaya gitse Taşkışla dışındaki kanallar aracılığı ile çok fazla etkili olabileceğini düşünmüyorum, bu konuda Sercan’la farklılaşıyoruz. Mesela dün akşam yola çıkmadan önce prova almak istedik okulda ve Taşkışla’da şenlik olması dolayısıyla biz yedide dekorları çıkarmayı planlıyorduk ama beş buçukta dışarı atıldık. Zar zor güvenliğin gözü önünde akış almaya ikna edildik. Burada var olma savaşının çok daha ötesinde bir şey var; Dekan sürekli bir şeylerden dolayı izin almak zorundaymışız gibi davranıyor. Buna karşı yapacağımız eylem de farklı olmalı. Taşkışla da yaptığımız eylemler bizi marjinalleştiriyormuş aslında Taşkışla koridor tiyatrosunda çok az insan vardı. Eğer bir çözüme gitmek istiyorsak burada ne tarz eylemliliklere girebiliriz, düşünmeliyiz. Mesela Yaşayan’ın durumu basına yansıyınca böyle bir şey oldu. Demek ki sizde daha farklı dinamikler işliyor. Buna yönelik öneriler geliştirilebilir Yaşayan Tiyatroya ya da Anadolu Üniversitesi tiyatro topluluklarına.
Onur (EÜTT): Birgün gazetesi var hepiniz bilirsiniz. Mesela burada bir yazı dizisi yayınlanabilir. Üniversite tiyatroları hakkında bir aylık falan bir yazı dizisine gidilebilir ve ilişkide olduğumuz bütün üniversitelerden ortak bir oluşumla bir yazı dizisi hazırlanabilir ama benim kafamı karıştıran bir şey var üniversitenin böyle bir eylemliliğe tepkisi olumsuz olursa nasıl davranmalı konusunda ne düşünüyordunuz?
Hakkı Usta (Timis): Mesela bu sene bütün üniversitelerde bir alan daraltma var. ODTÜ de her sene yurt verilirdi bu sene yurt verilmedi ve ODTÜ kendi cebinden ya da ona ayrılan bütçeden vermek zorunda kaldı. İTÜ de bürokrasinin değişmesi adına Taşkışla’nın Dekanlık üzerinden, bizim de Rektörlük üzerinden karşılaştığımız problemler var. Genel olarak bir arada durmamızın gerekliliği buradan çıkıyor. Üniversite tiyatrolarında bir alan daraltması var gibi geliyor.
Onur (EÜTT): Bu noktada seçeceğimiz eylemlilik ne olacak? Böyle bir şey mesela bu yazı dizisi bence olabilme ihtimali çok yüksek bir şey böyle bir yazı dizisinin altına girebiliriz ama bunun sonuçları ne olacak? Olumlu mu olumsuz mu?
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla Sahnesi): Tabi hep birlikte hareket etmek önemli ama bunun dışında herkesin kendi kampüslerinde de bir şeyler yapması lazım. Bir tanesi ürün kalitesi;.yaptığımız işi mümkün mertebe iyi yapmanın yollarını arayarak iyi yaparsak bu bizim beğenilmemizi seyirci tarafından kabullenilmemizi arttıracaktır.Üniversitedeki görünürlüğümüzü arttırmamız lazım. Yani tüm grupların kampüslerindeki görünürlülüklerini arttırarak öncelikle öğrenciyi kazanması gerekiyor. Mesela biz diğer kulüplerle bir araya gelmeyi de konuşmuştuk. Çünkü sadece tiyatro kulüpleri problem yaşamıyor. Eskişehirli arkadaşların söylediğine göre, Anadolu Üniversitesi’nde seksen küsur grup varmış, ama yapılan çağrı üzerine toplantıya beş kişi gelmiş. Bizde de kırk küsur kulüp var, çağrı yaptık, üç kulüp geldi. Şimdi bu da yaşanabiliyor yani. Senin dediğin bu alan daraltma hayatın her alanında uygulandığı için özellikle üniversitelerde çok yoğun uygulanıyor ve insanlar zaten birçok aktivitenin kendi doğası itibariyle çok da aktivisti değiller. Daha pasif bir ortam var, umursanmıyor ve orada büyük bir birliktelik yaratılamıyor. O zaman demek ki hakikatten durumu bireye indirgemeyi düşünmek lazım, yani bizim kampüsteki öğrencileri tek tek kazanmanın yollarını aramamız gerekiyor gibi geliyor bana. Yani sen kampüste kendi arkana bir destek alırsan bir görünürlük kazanırsan, en azından elindeki kozlar biraz daha artar. Mesela ben Ege Üniversitesi’nin modelini bu anlamda merak ediyorum. Şenliğin kaçıncı yılı ve biz buraya geldiğimizde şenliğin çok güzel şartlarının olduğunu görüyoruz, yurt anlamında falan. Başka şenliklerde yaşadıklarımızdan biraz daha üst bir kaliteyi burada görüyoruz, -imkânlar anlamında söylüyorum-mutlaka çok mücadele verilmiştir bu imkânları elde edebilmek için. Ama şenliğin başarılı bir şekilde işlemesinin de payı yok mu? Demek ki ürünün başarılı olması da önemli.
Orkan Varan (EÜTT):Mesela 2004- 2005te sahne alındığında üç günde 5700 imza toplanmış. Bu ve bunun gibi birkaç olay olunca, bir hareket gösterince topluluk, Mediko çağırmış ve olayın ne olduğunu sormuş ve sahne alınmış. Ama yine aynı sürtüşme devam ediyormuş tabi topluluk bunun üzerine bir sene sonra Guguk Kuşu oyununu çıkartıyor ve oyun seyirciye hitap eden bir oyun. İşte bu noktada belki bizim elimizdeki en önemli silah seyirci. Mesela EÜTT bugün kapatılsa ya da şenlik için bu sahne elimizden alınsa, bu olay dışarıda kuyruk oluşturan insanlar ya da sürekli topluluğun oyunlarını takip eden insanlar tarafından tepki ile karşılanır. Bir de artık bir yerden sonra öğrenci de istemeye başlıyor kampüste tiyatro olmasını ve şu an mesela ben Guguk Kuşu’ndan beri durumu biliyorum, seyirci elde tutuluyor bir şekilde. Bir şekilde genel bir iş yapılarak çok uca kaçmadan, çok deneysel olmadan, -şu an yanlış kavramlar kullanıyor olabilirim- seyircinin topluluğu sahiplenmesi sağlanıyor.
Soner Şeneken (EÜTT): Bir de ne olursa olsun bu hareketliliğe geçtikten sonra, imza toplama süreci, salonu tekrar alma sürecinde okul tepkiyi gördü sonuçta, yani şu an okul bize bir şey yaparsa bizim de sessiz kalmayacağımızı biliyor çünkü arkamızda her sene bizi takip eden on bin yirmi bin seyirci var. Ve bu seyircilerin desteğini alarak ne yapabileceğimizi de çok net biliyorlar. Bu yüzden de bunu bir kere gerçekleştirdiğimizden dolayı, ikincisini göze alamıyorlar. Bizim de bu sene yaşadığımız sorunlar oldu okulla ilgili, ama bizim yaşadığımız sorunlar Medikodaki yönetimin değişmesinden dolayı, yeni insanın gelmesinden dolayı yaşadığımız sorunlar oluyor. Onların da bir şekilde üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Daha doğrusu şöyle oluyor, vermeyeceğiz diyorlar biz vereceksiniz diyoruz, hayır diyorlar biz olacak diyoruz, iki hafta geçiyor, biz bastırıyoruz onlar bastırıyor, en sonunda alacağımızı almaya çalışıyoruz yani. Bu sene Eskişehir turnesine gidemiyorduk. Onu da kendi cebimizden vermek zorunda kaldık. Çünkü İstanbul ve Ankara’ya iki otobüsle gitmek zorundaydık. Yani bizim şenlik bütçemiz otomatikman iki katına çıkmış oldu. Normalde altı milyarken bu sene on üç milyara çıkmış oldu. Bu yüzden Eskişehir turnesinin bütçesini kendi cebimizden vermek zorunda kaldık.
Firdes Alkan (EÜTT): Bizim için aslında özel bir durum da yok değil yani. Rektörlüğe bağlı olarak okulda bu kadar çok faaliyet gösteren tek topluluğuz diyebiliyoruz yani. Ege Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı çok topluluk var, bunlardan faaliyet gösteren de var ama kampus içerisinde ve diğer üniversitelerde bu kadar çok kitleye ulaşan, ve elinde önemli bir emeği ve materyali olan başka bir topluluk olmadığı için bunun da avantajları var tabii ki. Rektörlüğün bu anlamda bize yardımcı olmasının nedenlerinden biri bu aslında. Diğer topluluklarda para harcayacak alan yok çünkü. Bizim alanımız geniş ve elverişli olduğu için böyle.
Hakkı Usta (TİMİS): Geniş bir kitleye ulaşabilme Ege’nin ve ODTÜ’nün kampus üniversitesi olmasının avantajları aslında. Bizde İTÜ’de öyle bir durum yok mesela. İTÜ şehir üniversitesi kıvamında, hayat yok okulda. Biz de öyle bir kitleye ulaşamıyoruz bir, ikincisi İstanbul’un bir dezavantajı kariyer kulüplerinin çok olması.
Nihan Acar (Taşkışla): Özellikle Maslak Kampüsü için söylemek gerekirse Maslak’taki şehirleşme tamamen ders dışındaki faaliyetleri öldürmek üzere yapılmış bir şey. Tamamen ölü bir alan. Kültür sanat birliği binası bile öyle kuytu köşe bir yer ki, kim gelir diye düşünüyorsun.
Firdes Alkan (EÜTT): Mutlaka bir yolu vardır. Aslında biraz da birkaç yıldır bu tür işlerle ilgilendiğim için o muhatap olduğumuz kişilerin özelliklerini de idrak ettim. Memur mantığından öteye geçmiyor aslında. Yani iletişim kurduğunuz kişiye bunu ne kadar anlatsanız da anlaması zor olabiliyor ki siz de buna benzer bir süreç yaşıyorsunuz. Yani ben üç saat konuştuğumu hatırlıyorum, gerçekten bir cümleyi yüz defa kurduğumu biliyorum ki bu kadar rahat olmamıza ve okulla iletişimimizin iyi olmasına rağmen bunlar yaşanabiliyor. Ama yılmamak gerekiyor. Bir kere değil on defa yüz defa tekrarlamak gerekiyor. Yani biraz kararlılıkla ilgili bir şey sanırım. Yani tabii ki bu sürtüşmeler yaşanıyor, bunlar olumsuz şeyler keşke anlaşabilerek halledebilsek. Ama üniversitede olmana rağmen bu zorlaşıyor ve kararlılık gerekiyor. Yazdığımız yazıların ya da söylediğimiz sözlerin kararlılığı etkili oluyor. Her söylenen hayır cevabına ben kaç defa evet dediğim zaman mecbur kalıyor yani. Biz bu şenliği on dördüncü kez yapıyorsak tamamen bir iletişimle anlayışla alakalı ki bugün bile bize bu şenlik imkanlarını sağlayan kişi geldi şenlik alanını gezdi, toplulukları gördü, biz de şaşırdık açıkçası. Demek ki değer veriliyor diye de düşündürmüyor değil. Ama mesela bizim fakültelerin de tiyatro toplulukları var, onlar da dekanlıkla sorun yaşıyorlar, metinlerine müdahale ediliyor falan. Yani yapılacak bir şey yok, biraz kendi mantalitemizi ortaya koyup bunun vazgeçilebilir bir şey olmadığını anlatmak lazım. Mesela biz bu sene öyle bir raddeye geldik ki bu topluluk kapanacak bu yıl dedik, yaşadık bunu birebir. Çok toplantılar yaptık, Soner’le her gün Rektörlükte her gün Medikodaydık. Kapanacak herhalde dedik, yapacak bir şeyimiz yoktu ama vazgeçilebilir bir şey de değil yani. Bu tamamen kendine güvenmeyle ve güçlü durmayla alakalı bir şeye döndü maalesef. Üniversitede bu tarz şeyleri yaşamak komik geliyor. Neden derseniz, ödenek dediğin şey, para dediğin şey ne olduğunu biliyoruz derya deniz yani nerelere harcanıyor. Çok geniş imkanları var ve bence oturup hesaplamıyorlardır bile yani, sadece imzalar atılıyor ben öyle düşünüyorum.
Soner Şeneken (EÜTT): Zayıf noktalarını kestirebiliyoruz. Mesela bize emsal göstererek ondan dolayı şöyle oldu böyle oldu deyince, biz de onun bir açığını yakalayarak onu gösteriyoruz ve o işi yapmak zorunda kalıyor o vakitten sonra, hayır deme imkânı olmuyor.
Nihan Acar (Taşkışla): Ben kararlılıkla ilgili söylediğine kesinlikle katılıyorum. Yani daha dün biz bunu yaşadık. Ayşegül’le idari amirin odasına gittik ve kadının bize tam on kere “Ben bir basamağım altımda da bir basamak var üstümde de, ben ikisini de ezemem.” dediğini biliyoruz yani. On defa bunu söyledi, en sonunda biz oturduk oraya ve bekliyoruz, muhabbet etmeye başladık kadınla ve zarla zorla aldık izni. Onu da güvenliğin önünde prova alabilmek için. Söyleyeceğim şey Taşkışla özelinde söylenebilecek bir şey olarak da kalabilir ama şu önemli, Taşkışla hala bir kuruluş sürecinde ve bu tarz konularda sıkıntı çekiyoruz. Mesela en az üç kişinin kendini bu işe vermesi gerekiyor, çok enerji isteyen bir mesele. İnsanı çok fazla deforme ediyor. Ben sadece kültür sanat birliği işleriyle ilgilendim üç sene boyunca ve kendimden geçtiğimi hatırlıyorum. Bunların hepsi de kuruluş sürecinde olan bir grubu çok zorluyor.
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla): Aslında burada şöyle politik bir mesele var gibi geliyor bana. Eylemliliklerimizde bazı şeylerin kişisel anlayışlarla toleranslarla birbirlerini ikna ederek değil de yapısal olarak yürümesini sağlamak için bizim politik anlamda eylemliliklerimizde üniversite kimindir sorusuna geri dönmemiz lazım. Çünkü seksen sonrası zihniyet üniversiteyi öğrencinin olmaktan alıp yönetime vermiştir, dolayısıyla biz bunu sadece tiyatroyla sınırlı görürsek aslında mücadeleyi baştan kaybetmiş oluruz gibi geliyor bana. Onu sürekli üniversite yaşamıyla ilişkilendirerek yaparsak da aynı zamanda aynı dertleri yaşayan üniversite öğrencilerini çekmemiz de daha kolaylaşacaktır. Biz karşımıza çıkan her engele bunun bize verilen bir lütuf değil, aslında üniversitenin öğrencisi olduğumuz için hakkımız olduğu paradigması üzerinde direterek ve bunun çeşitli yollarını türeterek politika geliştirmeye çalışmamız lazım.
Ayşegül Dost (Taşkışla): Buradan şöyle bir ayrım var aslında İTÜ de bir şenlik organize etmeye çalışsak ne olur diye düşünüyorum gerçekten. Bir kere temelde bir var olma meselesi var, var olmaya çalışan bir topluluk var, bizim var olmamıza karşı bir direnç var. Mesela Dekan oyunumuzu izledikten sonra “siz mezun olduktan sonra ne olacak, sizin için sahne yapamam” diyor. Bu yüzden o güven dediğin çok doğru. Taşkışla Sahnesi , Taşkışla ve bütün İTÜ’lü öğrenciler tarafından sahiplenilen ve kabul görmüş bir topluluktur. Bu dokunulmaz hissini Dekanlığa vermek lazım bu grubun sorumluluğu tabi ama İTÜ de temelde bir zihniyetle mücadele var.
Hakkı Usta (Timis): Aslında ne kadar görünür olduğumuzu sorgulamak lazım. Hangi dekan, rektör, hoca bizi biliyor, oyunlarımıza geliyor. Yaşayan Tiyatro’dan biraz koptuk gibi geldi de sizde nasıl bu durum? Aslında tiyatro topluluklarının yönetimlerin gözünde ‘çocuklar yapıyor’ gibi bir değeri var. Mesela biz ODTÜ’ye gideceğiz dediğimizde ne gerek var dendi. Bu bizim alanımızdaki önemli organizasyon ama bilmiyorlar yani ilgilenmiyorlar. Bunları biraz görünür kılmak lazım bu yüzden kamusallaştırmak önemli sanırım Mimesis yolu ile ya da başka bir şekilde.
Ayşegül Dost (Taşkışla): Bende bunun dışında kamusal açılımların gerekli olduğunu düşünüyorum özellikle İTÜ gibi bu konuda inanılmaz katı tavır gösteren üniversiteler için bu bildiri ya da yazı için neler yapılabilir onu konuşalım. Evet, mücadele etmemiz lazım ama beraber ne yapabiliriz bunu tartışmayı öneriyorum.
Mehmet Kuruş (Çapa): Yaşayan Tiyatro özelinde Anadolu Üniversitesi’ndeki dört grup bir araya gelsin ve okulda beraber eylemlilik başlatılsın gibi bir önerimiz vardı aslında ama diğer gruplarda –Yaşayan’dan arkadaşların bahsettiğine göre- daha apolitik bir duruş ya da politik olsa bile idareyle ters düşmeme gibi bir tavır söz konusu. Bu durum zor ancak Yaşayan Tiyatro bir yazı oluşturarak bir hamle yaptı ve bunun kampüs içinde yayılması gerektiğinden ve okuldaki öğrencilerin verdiği desteklerle bir noktaya gelmesi ihtimalinden bahsettik. Seyirci profiliniz nasıl, kaç kişi izliyor oyunlarınızı, okulda böyle bir kampanyaya kaç kişi destek verebilir veya okulun diğer kulüpleriyle ilişkiniz hangi boyutta? Bence birincisi okul içindeki öğrencileri aktive etmek gerekiyor daha sonra diğer tiyatro guruplarını, basın-yayın organlarını, tiyatro kuruluşlarını bilgilendirmek gerekiyor. Bunun da ötesinde farklı eylemler yapmak gerekir mesela kampanyalar başlatılabilir internet üzerinden ya da daha yüksek katılım sağlanabilecek bir eylem yapılabilir okul içerisinde. Bu yüzden Yaşayan Tiyatro’yu ayrıştırıp bu önerilere neler eklenebileceğini ve bunun takvimlendirilmesi konusunu konuşabiliriz.
Uğur Açıkgöz (Yaşayan Tiyatro): Biz kurultayda bu meseleyi konuştuktan sonra üniversitedeki diğer tiyatro gruplarına bir öneriyle gittik ancak diğer grupların bir tavrı yok. Eylül’den beri çoğu duruma tamah edip, bu süreçten ayrılma gibi bir durumları var. Bir zamandan sonra da bu konu konuşulmamaya başlandı çünkü tükendi. Mesela yeni bina verilmesinden sonra şimdilik böyle devam edelim, yeni bir durum olursa tekrar konuşalım vs. diyerek bizim de zamanımızı yediler açıkçası. Tek kulüp adı altında dört grup olduğumuz ve bizim tek başımıza hareket etme olanağımız olmadığı için bizi de hem zor durumda bırakıyorlar hem de aynı kaos ortamına hepimiz düşmüş oluyoruz. Diğer kulüplere de bu eylemlilik öncesi oturup konuşmak için iki kez çağrı yapıldı, iki toplantıya da sadece iki kulüpten arkadaşlarımız geldi. Ayrıca seyirci bulma konusunda şöyle bir sorun var, okulda hem konservatuar hem de profesyonel tiyatro grubu olan Tiyatro Anadolu var. Dolayısıyla direkt bir tiyatro pazarı var. Bu okulun çok büyük bir sermayesi aynı zamanda. Ders kapsamında bile geçiyor; Kültürel Etkinlik diye bir ders var bizde, tiyatroya gittikçe notun yükseliyor. O şekilde seyirci kazanıyorlar, aynı zamanda fiyat üzerinden de kazanıyorlar. Hiçbir şekilde alternatif bir yere çekemiyorsun.Aslında güzel bir kampüsümüz var. Sizden daha avantajlı bir duruma çevirmeye çalışıyoruz bunu ama insanlar gelip geçiyor ve onları çevirmek çok zor ki bence bu sene biraz daha toparlandı.
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla Sahnesi): Bir alternatif eylemlilik benim aklıma geliyor aslında. Siz okulda konservatuarla, Tiyatro Anadolu’yla aynı şartlarda oyun çıkarıyorsunuz ve aynı dönemde oynuyorsunuz, bu rekabetten dediğin gibi çok da kazanç beklenemez. Fakat biz o zaman alternatif ne yapabiliriz? Mesela sene içinde çalışmalarınızı da kamusallaştırabilirsiniz; yemekhaneye, kantine gidip kısa bir skeç, bir happening, yani insanları daha çok içine alacak bazı aktiviteleri bizim düzenlememiz daha kolay olabilir alternatif olarak. Ya da mesela bir tiyatro provanı sana salon vermedikleri gün gidip en kalabalık ortamda yaparsın. Hava da müsaitse dışarıda yaparsın. Orada, çok eğlenceli olabilecek, insanların dikkatini çekebilecek bazı tiyatro egzersizleri yapılabilir. Alternatif örgütlemek yaptığın üründe de alternatif tercihlerle oluyor. Başka türlü egzersizler yapıyorsak bunları da katıp insanlara “ya bu insanlar ne kadar enteresan şeyler yapıyor” dedirtip buradan kazanabiliriz belki, bilmiyorum şu an aklıma gelen bir fikir bu.
Onur (EÜTT): Aslında bu dediğin tam da bir arayış içersine girmeden diğer gruplarla iletişim bitti, ne arayalım şekline dönüyor. Bence diğer gruplarla bir araya gelip toplanmanın yolu aranmaya devam edilmeli. O topluluklarla bir arada durabilmek ve üniversiteye karşı taleplerde bir olabilmek mantıklı bir adım oluyor. Ama bunlar denenmiş, olamamış, birbirine ket vurmuş o zamanda Sercan’ın dediği şey de düşünülebilir Yaşayan’ı var edebilmek adına. Ama diğer yön bir kenara atılmamalı ve birleşim sağlanmalı diye düşünüyorum ben. En azından belki bunu nasıl sağlayacağımızı konuşabiliriz. Sonuçta Anadolu Üniversitesi’nden diğer gruplarda geliyor bizim şenliğe, biz her iki grubu da karşılayacağız. Bu birleşmeyi sağlamak gerekiyor gibi geliyor bana. Kabul edilebilir bir şey değil aslında birbirine kulak tıkamak.
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla Sahnesi): Celal Bayar Üniversitesi’ndekiler geçen sene söylüyorlardı, metinlerine müdahale edildiğini. Gerçekten çok ciddi problemler var, geçen sene burada konuşuyorduk Manisa’dan gelen arkadaşlarla, onların oyun metinlerine doğrudan sansür uygulanıyor.
Mehmet Kuruş (Çapa): Arkadaşlar sizin kafanızda bir şey var mı, biz böyle konuşuyoruz ama sizin belirlediğiniz bir şey var mı?
Uğur Açıkgöz (Yaşayan Tiyatro): Bizim aslında belirlediğimiz yollardan bir tanesi bunları yazıya döküp biraz kamusallaştırmak. Bazı çevrelerde de en azından bu şekilde aktif olmak. Biraz da aslında belki kolaya kaçtığımız bir yön. Çünkü izlenebilecek bütün yollar kapanmış oluyor. Yaşayan şu anda kapatılmayı göze almış durumda. Senenin başında da oyunun çıkmamasını, kapatılmayı göze almış durumda ilerliyordu ama işte dört gruptan birinin bunu göze alması da pek bir anlam ifade etmiyor. Şu durumda en çok örgütleyebileceğimiz alanın bu olduğuna karar verdik aslında. Böyle tepkileri daha çok arttırırsak en azından Yaşayan özelinde bu üst yöntimle daha çok ilişkiye geçmiş olacağız. Bunlardan haberdar olduklarında görüşme sağlayabiliriz belki de.
Mehmet Kuruş (Çapa): Tamah etmekten bahsettiniz, bu nasıl gerçekleşiyor, diğer kulüple görüşmeye gittiğinizde bu dikkate alınmıyor mu mesela?
Ebru Ak (Yaşayan Tiyatro): Diğer kulüplerden herhangi birine gidip arkadaşım böyle böyle bir sorunumuz var, neden birlik olmuyoruz dediğimizde muhtemelen, aynı sorunları yaşadığımıza dair bir cevap gelmeyecek, dediğin gibi sözel olarak anlaşıyoruz. Ancak bu sorunları çözmek için küçük de olsa eylemliğe gitmek mevzusu için bir araya geldiğimizde de herkes ben bunları kendi grubumla konuşayım diyerek çekiliyor ve yavaş yavaş bu durum bir oyalama haline geliyor. Ben öyle düşünüyorum, oyalanıyoruz. Yönetimle sürtüşmemek için bir şükürcülük mevcut ama dediğim gibi biz sorunca da kimse çok iyi şartlarda olduğunu söylemiyor zaten.
Uğur Açıkgöz (Yaşayan Tiyatro): Bana hep şöyle söyleniyor, Tiyatro Kulübü şu senesine kadar, -hatta hala- sorunşarı dilekçe yoluyla halletmeye çalışmış ve bu istekleri olmayınca da kapılardan dönmüştür. Yani sonuçta Sahne Sanatları Bölümü başkan yardımcısı bizim danışman hocamız, gayet güzel şekilde oyalayarak bizi kapıdan da çıkartabiliyor. Bizim de kararsızlığımızdan kaynaklanan bir şey bu. İşte tamah etmek buradan geliyor, bu gelenekle olmuyor. Bunların olmadığına biz kanaat getirdik yani. Bu Ağustos başında yeni binaya geçildiğinde bunun bir dilekçeyle olmayacağı kanısına vardık. Çünkü her dilekçe bir hafta bekletiliyor, iki hafta sonra olmadı haberi geliyor ve biz bu üç haftayı sadece beklemekle geçiriyoruz. Beş dilekçe versek on beş hafta. Gerçekten bekledik, gereksiz yere bir şeyleri bekledik.
Seren Sayın (Yaşayan Tiyatro): Ek olarak; diğer dört grup biraz dışarıdan bakıyor ve ben yönetim kurulu toplantılarında olduğum için bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. İlk başta biz bir öneriyle gitmiştik o toplantıya, o gün bir bildiri yazdık hemen. Yani gidelim grubumuza soralım fırsatı vermedik-tam da oyun zamanıydı – orada sadece tiyatro kulüpleri olarak değil de, tüm kulüpler olarak verelim gibi bir öneri çıktı. Kırk bir kulübü de arkamıza alalım dedik ama olmadı, on taneye indi çünkü kapanma tehlikesini göze alamıyorlardı. Bildiri yazıldı, mailler atıldı, iki toplantı yapıldı, sadece bir kaç kulüp geri döndü. Daha sonra yirmi kulübün bir araya geldiği bir toplantı yapıldı bunlardan ayrı olarak. Orada bu konu açıldı, iki kulüp destek verdi bize. Diğerleri yönetim yeni olduğu için huylarına gitmeyi önerince onlardan da umudu kesip kendi kulübümüzün içimize döndük. Varsın bu sene bir oyun çıkarmayalım, kapanalım, böyle bir eylemlilikte var mısınız dediğimizde hayır dediler. Açık ve net bir şekilde.
Nihan Acar (Taşkışla Sahnesi): Son yaşanan sorun aslında, bu izin mevzusu, sadece Taşkışla’nın mağduriyeti değil. Diğer iki tiyatro grubunun, Timis ve İTÜ Sahnesi’nin de bir mağduriyeti var bu konuda Taşkışla’nın diğer sorunu ise bizim Taşkışla’da bir çalışma alanımız yok, bir sahnemiz yok. Çalışma alanını sadece sahneyle sınırlandırmıyoruz ama bir koridorda çalışıyoruz. Biz aslında başka bir şeyi fark ettik. Oyunları hep İtalyan sahnede oynayacakmış gibi tasarlıyoruz ama İtalyan sahnede asla prova almıyoruz. Onu geçtim Taşkışla Sahnesi illa İtalyan sahnede çalışmayı tercih etmeyecek olabilir ama Taşkışla’da böyle bir sahnenin olmaması, öğrencilerin kullanabileceği böyle bir salonun olmaması bir problemdir. Aslında biz kurulduğumuz zamandan beri bir sahne sorunuyla başbaşayız. Sürekli bunun üzerine bir şeyler yazıyoruz. 127 numaralı bir konferans salonu var. Biz iki sene öncesine kadar oyunları, iki metre genişliği olan bir yükselti üzerinde, o konferans salonunda oynuyorduk. Geçen sene çok büyük dekorlarımız olduğu için oraya bir platform takılmasını talep ettik ve o platformu taktılar ama araya üç aylık tatil girince o platform tekrar çıkarılmış. Biz sene başında oyunumuzu tekrar sahnelemeye başlayınca bize dediler ki “Siz ne zaman prömiyer yapmayı planlıyorsunuz?”.Biz de “Ekim sonu Kasım başı gibi” dedik. Onlar da “Siz çok rahat olun, kesin takılacak. İçiniz rahat olsun.”dediler. Biz de yazılı bir şey talep etmedik, böyle diyorsanız böyledir dedik. O tarih geldiğinde bize Osmanlı Bankası’nın orada her hafta etkinliği olduğunu, platformun takılıp sökülmesinin marangozun iki üç gününü aldığını, bunun çok yorucu bir iş olduğunu ve marangozun onun yerine okulun daha önemli işleriyle uğraşması gerektiğini söylediler. Platform takılmadı biz de çıktık masaların üstünde oynadık. Yeni proje masaları alınmıştı, eski proje masaları da çalıştığımız koridora yığılmıştı biz de o masaların üstüne çıktık oynadık. Sene içinde süreci takip etmeye çalıştık ama dediğim gibi bu bizim enerjisizliğimizden de kaynaklanan bir durum, çok sıkı takip edemedik. Daha sonra tekrar prodüksiyon sürecine girildi tekrar talep edildi, tekrar olmadı. Masaların üstünde oynayınca şöyle bir tavır ortaya çıktı; Dekan diyor ki: “Zaten siz oynuyorsunuz, bir sorun yok. Ne de güzel oluyor?” Bunun üzerinde biz de Osmanlı Bankası’nın etkinliği olduğu gün salonun önünde oynamaya karar verdik. O gün hazırlıkları yaparken Dekan geldi,” Dekorlarınızı kaldıracaksınız.” , “Karşı koridorda oynayacaksınız.” , “Burada oynayamazsınız.” , “İstesem sizi şu dakika kapatırım.” , “Hiç anlamam, dinlemem.” tarzı şeyler söyledi. Daha sonra da “Eğer bu konudan bu kadar rahatsızsanız gelin konuşalım. Sizinle bir toplantı yapacağım.” dedi. Bunun üzerine orada daha fazla diretmek bizi zorlayacağı için karşı koridora taşındık orada oynadık.
Ayşegül Dost (Taşkışla Sahnesi): Bizim Dekanlığın önünde hocaların oturduğu koltuklar var, dekor olarak beğendik aldık biz onları. Eskişehir’e giderken bir şekilde çıkardık biz onu. Taşırken bir tanesi Maslak’ta kırıldı biz de onu bantlı bir şekilde bırakıp yenisini aldık. İdari amir bizi görünce bu koltuğun okulun demirbaşı olduğunu ve alamayacağımızı söyledi. Biz tam oyalamaya çalışırken, Dekan geldi ve dekanla koltuk üzerinden pazarlık yapmaya başladık. Öyle komik bir durum ki. “Ege Üniversitesi’ne şenliğe gidiyoruz” dedik. “ Bu demirbaş ama yapabileceğim bir şey yok, ne yapsam acaba?” dedi. Üzerimize zimmetli bir şekilde almamıza izin verdi. Yani şu an Dekan tarafında çok ciddiye alınmıyoruz. Kendi özeleştirimizi de verelim, o süreç takibinde çok sıkıntı yaşadık. Prömiyerden sonra Dekanla bir görüşmemiz vardı ancak yoğunluklardan dolayı şu an süreç askıda kaldı.
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla Sahnesi) : Aslında bu sahnesizlik süreci İTÜ’nün genelinde var. Sadece Taşkışla Sahnesiz değil. Maslak KSB’de kullanılan oditoryumun bir tiyatro sahnesinden çok her şeye benzediğini burada hemen hemen herkes deneyimlemiştir galiba. Oraya gelip bütün gruplar oynadı, orası bir tiyatro sahnesi değil. Orası konser dinletileri için yapılmış bir oditoryum. Maçka’da bulunan Mustafa Kemal amfisi de bir tiyatro sahnesi değil. Bunların aslında hiçbiri gösteri sanatları salonu değil. İstanbul Teknik Üniversitesi, kendini Türkiye’nin en iyi teknik üniversitelerinden biri olarak görür. Mimar, mühendis buradan yetişiyor ama bir gösteri sanatları salonu yok. Bu komik gibi gözüken içler acısı bir durum. TTB mail grubuna bu tartışma açıldığında bir tepki maili gelmişti. Tiyatro dünyası içinde İTÜ mezunu olan biri olabilir bu kişi o yüzden de İTÜ de böyle bir şey olabileceğini kabul etmek istemiyordu. Şunu söylemek istiyorum; İTÜ gibi köklü okulların mezun potansiyelleri de var. Bu mezunlar bazen bazı yerlerde olan insanlar da olabiliyor. Bizim mevzuyu kamusallaştırırken mezun kanadı gibi başka kanatları da kullanarak insanları olaylardan haberdar etmemiz gerekiyor. Koskoca İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bir tane gösteri sanatları sahnesi yok diye belki bir eylemlilik yapmamız gerekiyor. Belki KSB’yi de kaybederiz diye de korkabiliriz burada. Bu riski göze almadan kazanamayacağız belki de. Çünkü orada KSB var gibi davranılıyor. “Alın size tiyatro sahnesi” diyorlar ama orası tiyatro sahnesi değil.
Hakkı Usta (Timis): Sene başında öğrenci işleri dekanlığı kuruldu, Metalürji ve Malzeme Mühendisliği Bölüm Başkanı da Dekan oldu. Kültür Sanat Birliği’nin şu an yetkisi yok. Biz danışman hocamızdan öğrenmiştik, Tiyatro Kulübü danışman hocasından. Şu an KSB’nin karar alma yetkisi yok Öğrenci İşleri Dekanı’nın karar alma yetkisi var. Dekan’a baksanız Dekanın da öyle bir yetkisi yok, Senatonun öyle bir yetkisi var. Bürokrasi karışmış durumda İTÜ’de. Bu yüzden de bir karmaşa var, eski işler yürümüyor artık bürokrasi değiştiği için. Biz yönetmelikleri okuduk, izin alabilmek için ulusal müsabaka olması gerekiyormuş. Ayrıca çok fazla gün istiyormuşuz biz. Eskiden otobüsün yola çıktığı ve geldiği tarihi yazıyorduk onlar izne dahil oluyordu. Biz bir gün istiyorken beş gün istiyormuş gibi oluyoruz. İzin vermeme durumları var. Bizi boş kulüp gibi görüyorlar. Sahnenin durumu da öyle, orası konferans salonu, asimetrik zaten gelenler görmüştür.
Ayşegül Dost (Taşkışla Sahnesi): Dünkü koltuk pazarlığında Dekan arada laf sokuyordu. O sırada bir asistan geldi ve asistanı tuttu. “Verelim mi koltuğu? Vermeyelim mi?” gibi de bir yandan takılıyor. “Benden sahne istiyorsunuz bir de, mümkün değil.”,“Maçka’da sahne var gidin oynayın.” dedi. Belki de Sercan’ın da dediği gibi salonun planını da alıp bilgilendirme yapmak gerekiyor, burası tiyatro sahnesi değil diye. Bu şekilde bir yöntem izlenebilir.
Orkan Varan (EÜTT):Siz neden Rektör değil de Dekanla muhatapsınız?
Nihan Acar (Taşkışla Sahnesi): Timis ve İTÜ Sahnesi Maslak’ta ve KSB’ye direkt bağlı. Biz KSB’ye bağlıyız aynı zamanda Taşkışla’da faaliyet yürüttüğümüz için Taşkışla Dekanlığına bağlıyız. Şöyle bir karmaşa var; biz mesela 127 numaralı konferans salonunu istemeye ya da oraya platform takılması talebiyle gittiğimizde Dekanlık bize “KSB’den yazı gelsin.” diyor. KSB diyor ki “Ben Taşkışla’nın iç işlerine karışamam. O bilir ne yapacağını.” İki tarafta yazı yazmayı reddediyor. O yüzden de bir karmaşa var.
Onur (EÜTT): Biz bir dekor yeri yaptıracağız çok küçük bir şey belki fikir açısından bir şey olabilir diye diyorum. Ben inşaat mühendisliğindeyim ve Oda’yla ilişkilerim çok iyi durumda. Buranın masraflarını onlar karşılayacak. Bu konuda bir problem yok biz sadece bürokrasiye takılıyoruz üniversite içinde. Onayı alınmış durumda Oda’dan, sadece üniversitedeki süreci bekliyoruz, bir proje çizsinler yapsınlar da ona göre yapalım. Şimdi tiyatro sahnesi büyük bir masraf. Mesela meslek örgütlerinden bir yardımla bir sahne yaptırılabilir mi acaba?
Hakkı Usta (Timis): Para değil mevzu. Rektör de diyor, ben Rektörle konuştum. Yetmiş bin liraydı ben buraya geldiğimde kulüplere ayrılan para; şimdi bir milyon falan dedi. Para pul önemli değil diyor.
Firdes Alkan (EÜTT): O zaten üniversitenin gerekliliği, onu benim yaptırmamam ayıp. Üniversitenin kendisinin yapması lazım. O orada olacak ve ben onu kullanacağım, onu benim para verip de yaptırmam gibi saçma bir şey olamaz.
Nihan Acar (Taşkışla Sahnesi): Durum şöyle bir döngüye girmiş durumda; biz sahne talebiyle gittiğimizde Dekan “Siz benden sahne beklemeyin.” diyor. Bir yandan da 126 numaralı amfi için “Oranın çizimleri hazır, para bekliyoruz” diyor. Madem para bekleniyor biz sponsor bulalım diye öneriyoruz, bulabilirseniz bulun diyor ama böyle bir şey için de elinizde o salonun projesi olması gerekiyor. Projeyi istiyoruz bu defa farklı bir şey söylüyor. Sürekli bir oyalama durumu var.
Sercan Gidişoğlu (Taşkışla): Hani üniversitelerin ÖSS den sonra öğrenciler bizi seçsin diye reklam yaptıkları bir dönem olur ya üniversite tanıtım CDleri falan hazırlanır ve üniversitedeki kulüplerin varlığından bahsedilir; işte tam böyle bir zamanda “İTÜ de sahne yok” diye bir kampanya başlatmak gerekir. Tam onların üniversitemize gelen öğrenciler kulüplerde sosyal aktiviteler yapabilir dediği süreçte eşzamanlı olarak üniversitenin içinden insanlar olarak “Hayır, bu okulda kulüpler yok!” denebilir. Böyle şeyler düşünmek gerek bence. Sadece İTÜ değil tabi ki her üniversitenin deşifre edilmesi lazım.
Volkan Mantu (BÜO): ;Benzer bir durum Boğaziçi Üniversitesi’nde de yaşanıyor ilginç bir şekilde, kulüpler yıllardır bulundukları 1. Erkek Yurdu’ndan tadilat nedeniyle atılmakla tehdit edildi, tadilat sonrası yurdun alt katına Starbucks vb. şeylerin yapılacağı duyumunu aldık. Fakat sonra ilginç bir şekilde Rektör bu tavrından vazgeçtiğini dahası hiçbir zaman böyle bir şey söylemediğini iddia etti. Fakat yarın aklına estiğinde meseleyi yeniden gündeme getirip getirmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Bu sorunlarla mücadele etmenin türlü yolları var ve bununla birlikte üniversiteden üniversiteye değişen durumlar da bulunuyor. Fakat minimum olarak burada bulunan grupların kamusal bir bildiri ile ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum.
MİMESİS