Yahu Malkovich, Bu Ne Biçim ‘Kitsch’?: “Şeytani Komedya”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Geçtiğimiz Cuma günü akşamı, “Avrupa Kültür Başkenti” unvanlı “bu şehr-i İstanbul”un Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Cemal Reşit Rey Konser Salonu ve Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nın bulunduğu 100 metrelik Darülbedayi “çıkmaz sokağı”na, belediyeye harç ödeyerek park etmiş ya da hareket halindeki araçların arasında verilen uğraş sonucu vardım. “Çıkmaz Sokak”ta bu kere de “yol yapım” çalışması yok mu? İnanmayacaksınız, ama vallahi var! Var olduğunun ayırtına varıp, her bir yana dağılmış kumlara bata çıka iki yılda bir gerçekleşen Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin on yedincisinin “en”i olduğu bilinen, uzmanlarca “en ‘kitsch’” olarak kabul gören gösteriye yetişmeye çalışırken aymalıydım! Eski “Playboy”, tanınmış reklamcı Alinur Velidedeoğlu’nun beni iterek önüme geçmesinden “Bu işte bir iş” olduğunu anlamalıydım! Uğur Yücel’i ilk kez bir tiyatro oyununa girerken görmenin şaşkınlığını doya doya yaşamalı; İstanbul’un her kesiminden, ama her kesiminden ressamından müzisyenine, tiyatro oyuncusundan dizi dizi dizilerin incilerine, mankenlerinden halkla ilişkilercilerine yaklaşık 2 bin 500 kişiyi görünce tiyatro adına gururlanmalıydım! Bu yılın gözdesi (pardon, ‘gözde’ değil, ‘kitsch’ diyorlar) John Malkovich’i “Şeytani Komedya: Bir Seri Katilin İtirafları/The Infernal Comedy: Confessions Of a Serial Killer” oyununda kadın avcısı seri katil olarak izleyebilmenin mutluluğunu doyasıya yaşamalıydım! Avusturyalı seri katil, nam-ı diğer Kadın Avcısı Jack Unterweger’in gerçek yaşam öyküsünden yola çıktığını öğrendiğim oyunu izlemek için bir an önce yerime oturup, arkama yaslanmalıydım!

John Malkovich’in İstanbul Film Festivali’nden sonra İstanbul Tiyatro Festivali’nin de konuğu oluşu sanırım herkesi heyecanlandırmıştı. Anladığım kadarıyla Birgit Hutter, Martin Haselböck, Michael Sturminger bir konu yakalamış, içlerinden Sturminger’e yazdırmışlardı. Malkovich ve gene Sturminger oyunu yönetmiş, Haselböck Viyana Akademi Orkestrası’nı yönetirken, Hutter kostümleri tasarımlamış, ortaya barok orkestra, iki soprano ve bir oyuncu için yazılmış oyun çıkmış ya da çıktığı sanılmıştı. Hiç kuşkum yok ki, anlatılan öykünün hayli tuhaf ve tüyler ürperten bir öykü olması arzulanmıştı.

Kimdi bu Jack Unterweger? Viyanalı bir anneyle kim olduğunu bilmediği Amerikalı bir askerin çocuğu olarak dünyaya gelmişti, alkolik bir dedeyle yoksulluk içinde duygusal bir çocukluk geçirdiği bilinmekteydi. Ancak bu bilgi, teyzesi tarafından yalanlanıyor, yoksulluk içinde büyüse de sevgi dolu bir çocukluğu olduğu dillerde geziyordu. İlk cinayetini 1974’te 18 yaşındaki Alman Margaret Schafer’i kendi sütyeniyle boğarak işleyen bir “fani”ydi. Jack Unterweger hapse girdiğinde zamanını kısa öyküler, şiirler, oyunlar ve bir de otobiyografi yazarak geçirmiş; Nobel Ödüllü Elfriede Jelinek’in de dahil olduğu bir grup Avusturyalı aydın, Unterweger’in affı için dilekçe vermiş, 1990’da “Artık iflah olmuştur” kanısıyla salıverilmişti. Oysa o, kısa bir süre sonra “meslek” edindiği cinayetlerine geri dönmüş, paravan meslek olarak seçtiği gazetecilikte gün be gün ünlenip güçlendikçe vazgeçemediği cinayetlerle kendi sonunu da hazırlayarak cezaevinde intihar etmişti.

John Malkovich, çok sayıda filme imza atan tiyatro kökenli müthiş ünlü bir yıldız. Yaklaşık on yıldır Unterweger’in öyküsünü filmleştirmek için çalışmış, Telegraph gazetesine verdiği söyleşide seri katilin hikayesini “Akılda kalıcı ve trajik” olarak yorumlamış ve eklemiş: “Bu aynı zamanda dileklerimiz hakkında dikkatli olmamız gerektiğine dair bir ders… (Bkz: Ece Baktıaya-Radikal / 14. Mayıs 2010)”. (Sahi, ne demek istemiş?)

Perde açıldı ve elemanları arkaya sıralanmış görkemli orkestra, Cristoph Willibard Gluck’un (1714–1787) “Don Juan (1761)” operasından, barok süitlerin (Yani küçük dans parçalarının) çok sevilen bir bölümünü oluşturan dans parçasını (“L’Enfer -Cehennem”i) çalmaya başladı. Müzik biterken sahneye beyaz takım elbisesi ve gözünde güneş gözlükleriyle John Malkovich girdi, sahnenin ön tarafında bulunan üzerinde bir bardak su, bir ayaklı masa lambası ve Jack Unterweger’in yayımlanmış son kitabı “Şeytani Komedya”nın “nüshaları”nın bulunduğu masaya doğru ilerledi. İzleyicilerini son kitabıyla ilgili bilgilendirdi, oldukça “veciz” konuşmasıyla (zannım o ki) etkiledi. Etkiledi diyorum, çünkü tanık oldum, izleyicilerin gerçekten büyük bölümü onun konuşmasını özel gülücüklerle süsledi. Malkovich, salonu dolduran hanımlara çok çekici olduklarını gerekçe göstererek kur yaptı, teşekkür etti.

Ben o sırada, dünya şiirinin başyapıtı sayılan Dante’nin “İlahi Komedya”sını düşünüyordum. Dante’nin Cehennem’e, Araf’a ve Cennet’e yaptığı düşsel gezinin bir “ters” örneğine mi tanık olacaktık ne! Yoksa Birgit Hunter, Martin Haselböck, Michael Sturminger şiddeti mi destanlaştıracaklardı? Cehennem ve Araf yolculuğu boyunca, Latin Şair Vergilius Dante’ye rehber olduğuna göre, Jack Unterweger’e iki sopranodan biri mi eşlik edecekti? Araf’ın tepesinde Vergilius yerini, Cennet’te Dante’ye rehberlik edecek olan Beatrice’ye bıraktığına göre, sopranolardan diğeri mi Unterweger’e rehber tayin edilecekti? “Şeytani Komedya”, istediği kadar tarih ve felsefeden din bilime, gökbilimden geometriye uzanan bir ansiklopedi niteliği taşımasın! İsterse, Vergilius’un “Aeneis” destanını örnek alan ve sıra dışı bir aşka, mitoloji, tarih ve kutsal metinlerle de desteklenen, gerçeküstücü bir ortamda yakılan ağıt olarak da değerlendirilebilecek olan “İlahi Komedya”nın karşıtı olsun! Varsın olsun! Varsın “Şeytani Komedya” da, yüzyıllar boyu “İlahi Komedya” gibi zihinlerde didiklensin, bellensin dursun!

Bellenmedi! Kahramanımızın psikolojisinin şeytani bir kişiliğin psikolojisi olduğu falan sergilenmedi. Jack Unterweger, anımsadığı kadarıyla en ufak bir dürüstlüğün bile onu yaşamı boyunca bir daha asla çıkmamak üzere demir parmaklıklar ardına kapatabilmeye yettiğini “serdetti”. Birgit Hunter, Martin Haselböck, Michael Sturminger tanrıdan koptuğuna inandıkları, “özgür(!)” ve ruhunda derin çatışmaların cirit attığı trajik, yeni, yepyeni bir kahraman da diriltmedi. Unterweger ruhunda bu çatışmaları duyumsamıyor, duyumsamadığı gibi sadece: “…Kadınlar seni hem sevecek, hem de senden nefret edecek, sana yalancı ve sapık diyecekler, ama peşini asla bırakmayacaklardır,” diyerek böbürlendi.

Unterweger’in tanıttığı “Şeytani Komedya” kitabı giderek çekilmez, heyecansız ve renksiz hale geldi, şişti. İzleyiciye bir gerilim, bir heyecan ve zevk kaynağı geçmedi. Soprano: “Eşi olsam da beni aşağılıyor/Tanrım! Ne yaptım ki ona ben” diye başlayan bir arya söyledi. Bir “gerçek” öykü üzerine kurulu, olası “Yaşanan bir zamanın müzikal trajedisi” beklentimiz de cumburlop suya düşüvermez mi! İşte koskoca orkestra, işte kocaman John Malkovich… Perde açıldığında: “Tiyatro ile müziğin bugüne dek izlenen en mükemmel birlikteliği” olarak önyargılı olarak düşündüğüm bugünkü yazımın başlığı, aklımın iyiden iyiye gerisine gitti, daha doğrusu itildi. Toplumsal dengesizliklere duyarsız epik anlatı zorlaması, affedersiniz, ama canımın içine etti. Diğer soprano, Jack Unterweger tarafından sütyenle boğulmazdan önce: “Tanrım! Sana anlatmak isterim/Bilsen ne haldeyim” diye güzel sesiyle inledi. Drama ile müzik yan yana yapıştırılmış halde ve “lök” gibi bir görüntü verdi.

Drama ile müzik birbirleriyle en küçük bir örgü ya da doku oluşturmuyordu. Dramatik doku yavan, yavan olduğu kadar da yaban! Soprano: “Son veda sözlerini mi söylüyorsun,” diye sorarken, belki de dışavurumcu bir tarz denenmek istendi, becerilemedi. O sırada diğer soprano, gene sütyen ile boğulmuş halde yerde yatmaktaydı. Sonra kalkıp Haydn’ın “La Scena di Berenice”sinden “Berenice, che fai”yi okudu, zannım o ki o sırada izleyicinin zihnini karıştırarak oyuna ilgisi denendi, ama ilgi derlenemedi. Berenice sarsak adımlarla: “Tanrım!” diye bağırarak sahnenin sağına doğru koşarken, yabancılaştırma gibi Brechtyen teknik kullanımı denendi. Eğer bu bir tiyatro oyunuysa, oyun bana mısın demedi. Olmayan oyunun üzerinde kimse derinleşemedi, akıl yürütme olanaklarımız özleri gereği hangi noktaya kadar oyun kurallarının niteliğini taşıdığını bilemedi, hatta belli bir entelektüel çerçeve içinde geçerli olmalarının nedeni bile sezinlenemedi.

Sonuç olarak, Unterweger intihar falan etmedi.

John Malkovich: “İsterseniz yarın akşam gene gelin, belki o zaman intihar edebilirim,” falan gibi bir şeyler söyledi. Birgit Hunter, Martin Haselböck, Michael Sturminger’in birlikte yakaladıkları; Sturminger’e yazdırdıkları; Malkovich ve Sturminger’e yönettirdikleri; Haselböck’i Viyana Akademi Orkestrası’na şef eyledikleri; Hutter’a kostüm çizdirdikleri konuya, yani hayal gücü ve alegorik tasavvurun ölüm sonrası yaşam içinde anlatılmak istendiği yapıma John Malkovich’in: “Adımın çevresindeki bu şan; sizlerin cebinde para, avuçlarınızda alkış tutacak şak şak gücü var oldukça, ben “şu dar-ı dünyada” daha çok ‘(affedersiniz) keriz’ avlarım” iletisiyle son verildi.

evrensel.net

Şeytani Komedya ve Malkovich üzerine diğer iki yazı için aşağıdaki linkleri tıklayınız:

Kötülük Dikizlenebilir mi? Şeytani Komedya ve Malkovich / Metin Göksel

İstanbul’dan Malkovich Geçti! Üstümüzden Fena Geçti… / Nedim Saban

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

1 Yorum

  1. Pingback: Kötülük Dikizlenebilir mi? Şeytani Komedya ve Malkovich | Mimesis

Yanıtla