Çeviri Eleştirisinde Yorumbilimsel Sürecin Önemi ve James Joyce’un Sürgünler Oyunu Bağlamındaki Yansımaları
Bu yazı Mimesis Tiyatro/Çeviri Araştırma Dergisi’nin 13. sayısında, s. 347-368 arasında yayınlanmıştır.
“Eleştiride eleştirmen yalnızca ilk izlenimlerini anlatıyorsa, eleştirdiği yapıtı değil, kendi duygularını dile getiriyor demektir.”[1]
“Okumak, yorumlamaktır. Konuşmaksa ‘çevirmek’ demektir. Her iki beceri de, yaşamın, kendince içlerinden akıp gittiği göstergeleri ya da can alıcı sembollerini çözümlemenin temelidir.”[2] *
Yerleşme aşamasında olan her bilim dalı gibi Çeviribilim’in de Türkiye’de algılanması, bir bilim dalı olarak kabul görmesi sancılı bir süreç sonucunda gerçekleşmiş ve çeviri uygulaması ile eğitimi arasında gözlenen büyük uçurum sonucu çeviri eylemine ilişkin kuramsal yaklaşımlar çoğu kez göz ardı edilmiştir. Bu durumun en belirgin yansımalarından biri, kuşkusuz, çeviri eleştirisi olarak sunulan ve çoğunlukla da okurun seçimini büyük ölçüde etkileyen yazılarda görülmektedir. Gerçekten de, mercek altına alınan çeviri metin eğer yazınsal bir değer taşıyorsa, çok satan gazetelerin kitap eklerinde veya yazınsal incelemelere yer verilen edebiyat dergilerinde yayımlanan eleştirileri yazılarının, çoğu kez eldeki metinde bulunan yanlışlar, anlam kaymaları ve sözdizim hataları gibi sorunları sergilemekten öteye gidemediği, çeviri sürecine, çevirmenin bu süreçte almış olduğu kararlara ilişkin bir ya da iki cümle dışında pek değinmediği gözlemlenmektedir. İlk elde, süreli yayınlarda çeviri eleştirisine ayrılan yerin kısıtlılığı ve dergilerin yayın politikaları gibi etmenlerin, eleştirmeni daha kapsamlı bir değerlendirme yapmaktan alıkoymasının, şüphesiz durumun temel nedeni olduğu sonucuna varılabilecekse de, çeviri eylemine ilişkin yapılan değerlendirmelerin mevcut durumdan çok daha fazlasını hak ettiği yadsınamaz bir gerçektir.
Bununla birlikte, özellikle Çeviribilim’den bağımsız bir bilim dalı olarak söz edilmeye başlanmasından sonra, alanda geliştirilen kuramsal yaklaşımların çeviri eleştirisi anlayışına önemli katkılar getirdiği gözlemlenmektedir. Her ne kadar, bu katkıların doğal bir getirisi olarak çeviri kuramları ile çeviri eleştirisi arasındaki mesafenin ortadan kalktığı ve birbirlerinden – doğaları gereği – ayrı düşünülemeyecek bu iki öğenin uygulamaya dönük olarak olumlu açılımlar getirdiği düşünülse bile, çeviri uygulaması ile çeviri eğitimi arasında gözlenen büyük uçurumun bir benzerinin de çeviri eleştirisi ve kuramları arasında var olduğu, bu alanda yapılmış yayınlar incelendiğinde fark edilmektedir. Gerçekten de, salt çeviri eylemi üzerine yayın yapan dergilerde yayımlanmış eleştiri yazılarına bakıldığında, kimi değerlendirmelerin kuramdan neredeyse hiç bahsetmediği,[3] kuramdan bahseden eleştiri yazılarının da, tarihsel süreç içinde çeviri olgusunu (uygulamalı) dilbilimin bir yan kolu olarak gören kuralcı anlayış doğrultusunda kaleme alındığı görülmektedir.[4] Çeviri eleştirisindeki bu kuralcı yaklaşım da doğal olarak bu dergilerde yapılan değerlendirmelerin, süreli yayınlarda yayımlanan ve çeviri metindeki kusurları açığa çıkarma anlayışına dayalı eleştiri yazılarıyla aynı seviyede görülmesine neden olmaktadır.
Ezra Pound’un ilk olarak 1934 tarihinde Make It New dergisinde yayımlanmış olan “Cavalcanti” başlıklı çalışmasının sonunda yapmış olduğu, “uzun vadede çevirmen, dilbilgisi yönünden tembel olan okur için büyük olasılıkla her türlü şeyi yapmakta yetersiz kalacaktır”[5] yorumunun üzerinden yetmiş yılı aşkın bir zaman geçmiş olsa da, yazarın sözleri günümüz için de geçerliliğini korumaktadır. Doğal olarak okur, eline çeviri bir metin aldığında, kaynak metne olabildiğince sadık yapılmış bir çeviri beklemekte ve çeviri sürecinde, çevirmenin bu eşdeğerliliğe ulaşabilmek için geçirmiş olduğu evreleri dikkate almaksızın okuma eylemine başlamaktadır. Okur için önemli olan, bu sürecin sonunda ortaya çıkan çeviri metindir. Çeviri kuramları bağlamında düşünüldüğünde ise “eşdeğerlilik” kelimesinin, gözlemlenecek bir sonuçtan çok daha fazla anlama sahip bir olgu olduğu su götürmez bir gerçektir. Çeviribilim’in yakın tarihine göz atıldığında, çeviri eylemini tarihte ilk kez tartışmaya açan Cicero ve Horace’ın zamanlarından bu yana tartışılagelen eşdeğerlilik kavramının, çeviri olgusuna yönelik dilbilimsel yaklaşımlar geliştiren araştırmacıların 1960lı ve 1970li yıllardaki çalışmalarının çıkış noktasını oluşturduğu görülmektedir. Söz konusu yıllarda, eşdeğerliliğin nasıl sağlanacağı, bir çevirmenin her olası “hata” karşısında nasıl tetikte olması gerektiği, duru ve/ya akıcı bir çeviri metnin nasıl oluşturulacağı ve bunlara benzer sorular, çeviri araştırmacıları tarafından yoğun bir biçimde tartışılmıştır.[6]
Çeviriye yönelik dilbilimsel yaklaşımların, çeviri ediminin bilimsel bir alana taşınma sürecindeki tartışmaları tetiklemeleri bakımından oldukça önemlidir. Buna karşın, bu yöndeki yaklaşımların, çeviri olgusuna ilişkin kültürel bağlamı çoğu zaman ikinci plana atarak kuralcı bir anlayış üzerine temellendirilmiş olmaları, dönemin çeviri eleştirisi anlayışının da kuralcı bir bakış açısı geliştirmiş olmasına neden olmuştur. Bu noktada ilginç olan, tarihsel süreç içinde çeviri kuramlarındaki bu kuralcı anlayışın – bilhassa Çeviribilim’in özerk bir bilim dalı olarak kabul görmesinden sonra – yerini, çeviri eylemini, kültürel bağlamı ile birlikte düşünerek, farklı bilim dallarına ait kuramlarla birlikte değerlendiren bir anlayışın almış olmasına rağmen, çeviri eleştirisindeki kuralcı yaklaşımın günümüze kadar büyük oranda kalıcı olmuş olmasıdır. Çeviri kuramları ve çeviri eleştirisinin tarihsel süreç içinde geçirmiş olduğu aşamalar göz önünde bulundurulduğunda, Alman çeviri araştırmacıları Katharina Reiss ve Hans J. Vermeer’in geliştirmiş olduğu kuramlar, çeviri olgusunun, kültürel bağlamından bağımsız değerlendirilemeyeceğini vurgulamaları bakımından oldukça önem kazanmaktadır. Özellikle de Katharina Reiss’in çalışmaları, çeviri eleştirisi bağlamında okunduğunda ve bir çeviri metnin kalitesini değerlendirebilmek için önermiş olduğu ölçütler dikkate alındığında daha da önemli bir nitelik kazanmaktadır.
Katharina Reiss, 1971 yılına ait bir makalesinde[7] kullanmış olduğu ve kaynak dildeki metnin ait olduğu dil dizgesi içinde üstlenmiş olduğu dilsel işlevi, erek dilde de sağlaması gerekliliği üzerine temellendirdiği “işlevsel eşdeğerlilik” kavramı, Hans J. Vermeer ile birlikte geliştirmiş oldukları kuramların, çeviri eyleminin işlevi üzerine odaklandığını göstermektedir. Reiss’ın, aynı yıl içinde yayımlanmış olan Möglichkeiten und Grenzen der Übersetzungskritik (Çeviri Eleştirisinin Olanakları ve Sınırları) adlı çalışmasının alt başlığı, Kategorien und Kriterien für eine sachgerechte Beurteilung von Übersetzungen (Çeviri Eleştirisi için Ölçüt ve Kriterler) araştırmacının, çalışmasındaki çıkış noktasının “eleştiri” sorunsalı olduğunun en açık göstergesidir. Reiss’ın bu yapıtında tartışmaya açmış olduğu metin türleri ayrımı, yazarın çeviri eleştirisinde belirlemiş olduğu en temel ölçüttür: “Çeviri, eldeki metnin türünü belirleyerek başlamalıdır, daha sonra çeviri sürecinde esas öneme sahip olan dilbilimsel ve dil dışı etmenler göz önünde bulundurulmalıdır.”[8] Reiss’ın belirlediği ölçütte, dil dışı etmenlerin de çeviri eleştirisi tarafından dikkate alınması gerekliliğini vurgulaması ve çalışmasının ilerleyen kısımlarında bu etmenler üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmuş olması,[9] araştırmacının, çeviri edimini salt dilbilimsel bir bakış açısından ziyade içlerinde, erek kültüre ait zaman ve yer unsurları, hedef okuyucu kitlesi ve diğer etkenlerin bulunduğu birden fazla bağlamda değerlendirdiğini imlemektedir. Katharina Reiss’ın bahsi geçen çalışmasında, çeviri eleştirisini sınırlayan nesnel etmenler üst başlığı altında değinmiş olduğu yorumbilimsel süreç, araştırmacının çalışmasının yorumbilim açısından geliştirilmiş olan kuramlar bağlamında tekrar değerlendirilerek, günümüz çeviri eleştirisi anlayışı için geliştirilebilecek farklı bir örnekçenin çıkış noktası biçiminde okunabilmesine olanak sağlamaktadır.
Çeviribilim’in tarihine bakıldığında, çeviriyi başlı başına bir “eylem” olarak niteleyen ilk çeviri kuramcısının Hans J. Vermeer olduğu görülmektedir. Reiss gibi Vermeer’in de çevirinin erek kültürdeki işlevi üzerinde durması, hatta Reiss’tan bir adım ileriye giderek çeviriyi başlı başına bir “kültürlerarası iletişim süreci”[10] olarak görmesi oldukça önemlidir. Vermeer’in Yunanca’daki “ο σκοπός”, yani, amaç, maksat ve niyet anlamlarına gelen kelimeden türeterek geliştirmiş olduğu skopos kuramının temelinde çeviri eyleminin amacı yatmaktadır. Vermeer kuramında, çeviri sürecinde, çevirmenin belirlediği amacın, çeviri boyunca izleyeceği yolu ve alacağı kararları belirleyecek ana unsur olduğunu savunmaktadır. Bu görüşe ek olarak Vermeer’in çeviri eylemini başlatacak olası işvereni de değerlendirmeye alması dikkat çekicidir. İşveren ve çevirmenin, çeviri sürecinde düşecekleri muhtemel fikir ayrılıklarında ya da amaçlarının birbirine uymayacağı durumlarda ise Vermeer’in, çevirmeni, “kendisine verilmiş olan iş sürecindeki performansından ve son ürün olan çeviriden sorumlu”[11] bir birey olarak gören anlayışına uygun bir şekilde, son sözün çevirmene bırakılmasından yana olması, skopos kuramının çeviri etiği ile de bir arada değerlendirilebileceğinin önemli göstergelerinden biridir. Skopos kuramının, günümüz çeviri eleştirisi bağlamında değerlendirildiğinde, oluşturulabilecek bir örnekçe için önemli ilkeler içerdiği görülmektedir. Bu ilkelerden en önemlisi kuşkusuz, nasıl yapılan çeviri bir amaç doğrultusunda yapılıyorsa, kaleme alınan eleştiri yazısının da belirli bir gaye için yazılması gerekliliğidir. Ayrıca, eleştirmenin elindeki metni değerlendirirken, çevirmenin bu süreçte yalnız olmadığını, kendisine bu işi veren kişi ya da kurumla birlikte çalıştığını göz önünde bulundurması gerekmektedir.
Çeviri olgusunun kültürel bağlamının şüphesiz en belirgin biçimde tartışmaya açılması, çeviriye yönelik dizgesel ve betimleyici yaklaşımların geliştirilmesi sonucunda gerçekleşmiştir. İsrailli çeviri kuramcısı Itamar Even-Zohar’ın, Rus biçimcilerinin 1920 ve 1930lu yıllardaki çalışmalarından esinlenerek tartışmaya açtığı “çoğul dizge kuramı”, çeviri olgusunun bizzat ulusal bir kültürün gelişimindeki önemine vurgu yapmakta ve yazınsal çoğul dizge içindeki en aktif rolün çeviri edebiyata ait olduğunu savunmaktadır.[12] Even-Zohar’ın çalışmasının bir başka önemi de, Gideon Toury’nin erek kültür odaklı kuramı için zemin hazırlamış olmasıdır. Toury’nin geliştirmiş olduğu “çeviri normları” üzerine temellendirmiş olduğu yaklaşımı, Işın Bengi-Öner’in deyimiyle, “ürün-, çözüm-, erek-odaklı, tarihsel, ilişkisel, işlevsel, devingen, dizgesel ve betimleyici bir yaklaşımdır.”[13] Bu yorum ışığında, Gideon Toury’nin çeviriye bütünleyici bir şekilde yaklaştığı anlaşılmaktadır.*
Itamar Even-Zohar ve Gideon Toury’nin öncülük ettiği ve daha sonrasında “Manipülasyon Okulu” çatısı altında toplanacak olan, Susan Bassnett, André Lefevere, Theo Hermans, José Lambert, Hendrik van Gorp ve Raymond van den Broeck gibi çeviri araştırmacılarının, Çeviribilim’in uygulamalı alanlarından biri olarak gördükleri çeviri eleştirisine önemli katkılar sağladıkları gözlemlenmektedir. Bu noktadan bakıldığında, dizgesel ve betimleyici yaklaşımların, çağdaş çeviri eleştirisi anlayışı ışığında okunduğunda, geliştirilebilecek bir eleştiri örnekçesine yansıtılabilecek kayda değer fikirler içerdikleri, hatta bu yaklaşım çatısı altında çalışan çeviri araştırmacılarının önermiş oldukları eleştiri modelleriyle bu önemli düşüncelerini uygulamaya geçirdikleri görülmektedir. Bununla birlikte, bahsi geçen çeviri araştırmacılarının önermiş oldukları eleştiri modellerinde kaynak metinden kopuk bir eleştiri anlayışından taraf olmadıklarını belirtmelerine rağmen,[14] modelleri çoğunlukla yanlış yorumlanarak kaynak metinden neredeyse bütünüyle kopma noktasına kadar gelinmiştir. Diğer yandan, oluşturabilecek bir eleştiri örnekçesi için, Even-Zohar’ın çeviri edebiyatın ait olduğu kültür dizgesindeki can alıcı konumuna yapmış olduğu atfın, bir çeviri eleştirisi modelinin temel ilkelerinden birini belirleyebilecek kadar önemli olduğu da su götürmez bir gerçektir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, çeviri eleştirisi de, tıpkı çeviri edebiyat gibi, içinde bulunduğu yazınsal çoğul dizgenin devingen bir (alt) dizgesi olarak nitelendirilebilir. Buna ilaveten, Toury’nin çeviriye olan bütüncül bakış açısının, çeviri eleştirisinde, “iyi”, “kötü”, “aslına bağlı”, “sadık” gibi tanımlamalardan arınmış bir eleştiri anlayışına kuramsal zemin hazırladığı da görülmektedir.
Çeviri kuramlarının, çeviri eleştirisi bağlamındaki bu okuması sonrasında, Ezra Pound’un “Cavalcanti” başlıklı yazısının sonunda yapmış olduğu yorumuna tekrar dönüldüğünde, okur için önemli olan sonucun – çeviri süreci sonunda eline ulaşan çeviri metnin – beğenisini büyük ölçüde belirleyen çeviri eleştirmeni için gözlemlenecek salt bir sonuç olmaktan çok daha fazla önem kazandığı ya da kazanması gerektiği neticesine varılabilir. Bu noktada akla, çeviri eleştirmeninin elinde değerlendirilmeyi bekleyen bir sonuç olan çeviri metni nasıl inceleyeceği sorusu gelmektedir. Eleştiri de, tıpkı çeviri gibi bir süreç sonunda gerçekleşen ve kimi zaman da birden fazla bilim dalına ait kuramlarla hesaplaşmayı gerektiren bir eylemdir. Bu açıdan bakıldığında, Katharina Reiss’ın çeviri eleştirisindeki yorumbilimsel sürece yapmış olduğu vurgu ayrı bir önem kazanmaktadır. Reiss’a göre, “bir metni basitçe okumanın bile bir yorum eylemini başlattığı tartışma götürmez [bir gerçektir]”[15] ve çeviri eleştirmeninin de, değerlendirme sürecinde yorumbilimsel bir süreç içinde bulunacağı aşikârdır. Bu süreçte akla, eleştirmenin her şeyin öncesinde kendi amacını belirledikten sonra, Akşit Göktürk’ün sözleriyle, “hangi bilginin, hangi amaçla, hangi dilden, hangi dile, kimin için aktarıldığı”[16] üzerine kafa yormasının akabinde, değerlendirmelerini belirlemiş olduğu amaç doğrultusunda yapması gerektiği ve yapacak olduğu eleştirinin, ait olduğu yazınsal çoğul dizge içinde devingen bir işleve sahip olduğunun bilincine vararak düşüncelerini geliştirmesi gerekliliğinin yapıcı bir eleştiri yolunda atılacak ilk adım olduğu gelmektedir. Buna ek olarak, mercek altına alınan çeviri metnin yalnızca çevirmen tarafından oluşturulup oluşturulmadığı da eleştirmenin göz önünde bulundurması gereken bir başka husustur. Bilindiği gibi, çeviri eylemini başlatan işveren, çevirmenin almış olduğu kararlara çoğu zaman müdahale etmekte ve çevirmenin kendisine sunduğu çeviri metni kendi amaçları doğrultusunda büyük oranda değiştirebilmektedir. Kuşkusuz söz konusu durum, Katharina Reiss’ın çevirmeni kısıtlayan dil dışı etmenler olarak nitelendirdiği unsurların doğal bir getirisidir. Bu durumun ayırdına varabilen eleştirmen, günümüzde hâlâ yaşanmakta olan ve Hans J. Vermeer’in skopos kuramıyla tartışmaya açtığı çeviri etiğiyle yakından ilişkili bu engel(ler)in nedenlerini sorgulayabileceğini de göz ardı etmemelidir.
Zehra İpşiroğlu’nun bir yapıtın okuyucu üzerinde bıraktığı, “ilk izlenim özneldir çünkü burada belirleyici olan bizde [onda]yarattığı duygulardır”[17] yorumu ışığında, eleştirmenin ne dereceye kadar öznel ve ne dereceye kadar nesnel olabileceğinin, üzerinde durulması gereken bir başka konu olduğu görülmektedir. Eleştirmen de her şeyin öncesinde bir okurdur ve eleştirmen, çeviri metnin kendisinde uyandırdığı ilk izlenimlerle değerlendirmesine başladığı anda, bütünüyle öznel, salt kendi duygularına dayanan, kuramdan uzak bir yazı çıkaracağının da farkında olmalıdır. Öte yandan, bu öznelliği nesnellikle birleştir(ebil)meyi başaran eleştirmenin değerlendirmesinin büyük ölçüde tutarlı olacağı da kuşku götürmezdir. Eleştirmenin bir kelimenin, birden fazla anlamı olabileceği, her anlamın da farklı bağlamlarda yorumlanabileceğini aklında tutarak, çevirmenin almış olduğu karara saygı duyarak bu kararı değerlendirmesi ve eğer eleştirmen tarafından alınmış karar bir “hata” olarak yorumlanıyorsa da, çevirmeni bu hataya ne gibi etmen ya da etmenlerin sürüklediğini araştırması nesnel bir değerlendirmenin temelini oluşturmaktadır. Söz konusu öznellik-nesnellik ilişkisinin, yorumbilimsel araştırmalarda oldukça önemli bir yere sahip olması nedeniyle yazının bu noktasında bir parantez açarak bu önemin kısa bir değerlendirilmesinin verilmesi, oluşturulacak eleştiri örnekçesinde öznellik-nesnellik ilişkisinin daha sağlıklı bir biçimde yansıtılması açısından faydalı olacaktır.
Her eleştirel yaklaşımın özünde olduğu gibi, yorumbilgici bir eleştiri anlayışının da temelinde öznel bir sonuca varabilme amacı bulunmaktadır.[18] Bununla birlikte, nesnellikten – eleştirmenin ve/ya yorumlayıcının kişisel değer ölçütlerinden – bağımsız salt öznel bir yaklaşımın ait olduğu kültür dizgesini ne derecede şekillendire(bile)ceği de tartışmaya açıktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, yorumbilgici bir eleştiri anlayışında iki kutuptan söz edilebilmektedir. İlk kutupta, eleştirmenin değerlendirmekte olduğu metni kendi özerkliği içinde alımlayabilmesini gerektiren öznellik; ikinci kutupta ise içinde bulunduğu kültür dizgesinin kendi üzerine yüklemiş olduğu değerler, kişisel dünya görüşü ve diğer etmenlerce belirlenen nesnel değerler bulunmaktadır. Bilhassa nesnellik söz konusu olduğunda eleştirmenin, çevirmenin de tıpkı kendisi gibi nesnel değerlere sahip olduğu ve daha da önemlisi çeviri sürecinde yalnız olmadığının, nesnel değerlerinin bu süreci etkileyen etmenler olduğunun ayırdında olması gerekmektedir. Yorumbilgici anlayışın temellendirdiği bir eleştiri süreci, bu bağlamda düşünüldüğünde herşeyden önce karşılıklı bir anlama eylemi üzerine odaklanarak eleştirmene, kendi nesnel değerleri içinde mümkün olduğunca öznel bir yaratı ortaya çıkarma fırsatını tanımaktadır.[19]
George Steiner’a göre, “iyi bir çeviri, [kaynak kültür ve erek kültür arasındaki]bu bütünlüğü sağlayabilmek için, yapılmış olduğu dile, esaslı bir yabancılık ve bir ‘ötekiliği’ taşımalıdır.”[20] Bu değerlendirme ışığında yorumbilim alanının önemli isimlerinden olan Paul Ricoeur’un, “yabancı bir kapıdan gelen bir girişe ayrıcalık tanıma”[21] taraftarı olmasındaki neden, daha da anlamlı bir hâl almaktadır. Her iki yorumun da çeviri eyleminin, erek kültüre, çevirmen tarafından kazandırılacak yapıt ve çevirmenin erek dile yapacağı katkıların önemini vurguladığı görülmektedir. Tartışmanın bu noktasında, yapılan çeviri eleştirilerinin çoğunlukla eldeki çeviri metni, Çeviribilim’den çok, yazın kuramları ve karşılaştırmalı edebiyat gibi başka bilim dallarına ait kuramlar çerçevesinde değerlendiriyor olması, yapılan incelemelerin genelde çeviri eylemi üzerine odaklanmadığının açık bir göstergesidir. Bu noktadan bakıldığında, geliştirilecek eleştiri modelinde uygulanacak bir “çok boyutlu okumanın”, başka bir deyişle, “özgün dilde yazılmış kaynak metni, bir ya da birden çok çeviri metinle birlikte değerlendirmenin”[22] çeviri eylemi üzerine sağlıklı tahlillerde bulunacağı düşünülebilir. Yazı süresince çeviri kuramları ile çeviri eleştirisi arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi neticesinde varılan bu sonuç, çeviri kuramları ışığında düşünüldüğünde, Susan Bassnett’ın “Çeviribilim araştırmalarının en fazla göz ardı etmiş olduğu”[23] alan olarak nitelendirdiği tiyatro çevirilerine ilişkin bir değerlendirmeyle uygulamaya geçirilebilir. İlki 1979 yılında Selçuk Yönel, ikincisi de 1990 tarihinde Bora Komçez tarafından yapılmış, James Joyce’un “Sürgünler” (Exiles) adlı oyunun çevirilerinin değerlendirilmesi, yazıda ana hatlarıyla sunulmuş olan eleştiri örnekçesinin uygulamada denenmesine olanak sağlayacaktır.
Sürgündeki Sürgünler
Çeviri eyleminin devingen yapısı tarih boyunca her dönemin kendi çevirilerini üretmesine neden olmuştur. Varolan çevirilerle hiçbir zaman yetin(e)meyen insanoğlu, kendi kültür dizgesine ait çeviri metinlerle sürekli bir hesaplaşma yoluna giderek – ve çoğu zaman da bu metinlerden daha iyi çeviriler üreterek – içindeki çeviri yapma isteğini gerçekleştiregelmiştir. Çevirinin başlı başına bir yorumlama eylemi olduğu hesaba katıldığında, her çağ ve kültürün kendi toplumsal gerekleri ışığında bu yorumlama eylemini gerçekleştirerek birbirinden farklı çeviriler ortaya çıkardığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında çevirmenin, yabancı bir kültür dizgesi ile kendi kültür dizgesi arasındaki bir aracı olduğu sonucuna varılabilmektedir. Buna ek olarak çevirmenin, kaynak kültüre ait olan metni, tarihsel bağlamıyla bir arada düşünüp, yazarın tartışma noktalarına ilişkin yerinde çözümlemelerde bulunduktan sonra varacağı sonuçları, çeviri sürecinde kullanarak erek metnini oluşturmasının, ait olduğu kültür dizgesini büyük oranda zenginleştireceği de tartışma götürmez bir gerçektir. Böyle bir süreç için gerekli olan biricik şart ise, çevirmenin, kaynak metnin yanında başka okumalar da yaparak – kendisini kaynak kültür dizgesi hakkında daha da aydınlatarak – çeviri edimini gerçekleştirmesi gerekliliğidir.
Çevirmenin, çoğu zaman sancılı bir süreç olarak adlandırılabilecek çeviri süreci sonucunda yarattığı metnin, bir son ürün olmadığının bilincinde olması, yaratısının içinde bulunduğu kültür dizgesinde devingen bir işleve sahip olacağı ve bu işlevin doğal bir getirisi olarak da sorgulanacağının farkında olması, çeviri eleştirisi açısından oldukça önemlidir. Bu bilince sahip çevirmenlerce alımlanabilecek öznellik-nesnellik dengesini içinde barındıracak eleştiri yazıları, kuşkusuz, erek kültür dizgesi içinde devingen bir yer edinecek ve bu şekilde geliştirilebilecek karşılıklı ilişki sonrasında, içinde bulunulan durumdaki çeviri ürünlerinden çok daha iyi çevirilerin ortaya çıkmasına olanak sağlayacaktır. Bu önemli amacına ek olarak eleştirinin bir başka işlevi de, çevirmenin bizzat kendi kararlarını çevirisine yansıt(a)mamasının nedenlerini, bir başka deyişle, çeviri sürecinde çevirmeni kısıtlayan dil dışı etmenleri de tartışmak ve böylece ait olunan kültür dizgesi içindeki çeviri etiği sorunsalına da değinmek olmalıdır. Çeviri eleştirisinin, içinde bulunduğu kültür dizgesine yön verebilecek bir hale gelmesi için olmazsa olmaz koşul, çeviri olgusuna birden fazla pencereden bakabilecek çok işlevli bir yapıya sahip olabilmesidir.
Daha önceden çevrilmiş bir eseri yeniden çevirebilmek, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, kaynak metni kendine has bakış açısıyla bir önceki yorumundan farklı şekilde okuyabilmek, her çevirmene özgü bir özelliktir ve çeviri yapma isteğine karşı duyduğu isteğin kaçınılmaz bir getirisidir. Kendine bu amacı edinen çevirmenin, kendinden önceki çevirmenin yaratısını incelemesi ve bu çeviri üzerine yazılmış eleştiri yazılarını gözden geçirerek kendi çıkarımlarını oluşturmasının kendi çevirisine de olumlu yansıyacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Eğer çevireceği metnin türü, bir tiyatro oyunuysa çevirmenin görevi iki kat daha artacaktır. Bunun en önemli nedeni, bir tiyatro çevirisinin, sahnelenme aşamasına gelene kadar, yönetmen, dramaturg, oyuncu, ışık teknisyeni ve hatta kostüm tasarımcısı tarafından yeniden okunmuş, gerekli görülen yerlerde de yeniden yazılmış olmasıdır. Bu durum, çevirmenin yeniden çevireceği tiyatro metni sahnelenmemiş olsa da geçerlidir. Bir önceki çevirinin, çevirmenin kültür dizgesinin bir alt dizgesi olan tiyatro dizgesinde nasıl alımlandığına dair bir araştırma yapması da en az bir önceki koşul kadar önemlidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, daha önceden çevrilmiş bir metnin çevirmenini – hele de bu metin bir tiyatro oyunuysa –göründüğünden çok daha çetrefil bir sürecin beklediği açıktır.
Yazı sürecince belirlenmiş amaç doğrultusunda, değerlendirilmeye alınacak metinler, yirminci yüzyıl yazınının en önemli isimlerinden biri olan James Joyce’un 1916 yılında yazmış olduğu tiyatro eseri Sürgünler’in (Exiles), ilk olarak 1979 tarihinde Selçuk Yönel tarafından yapılmış, Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan çıkan çevirisi[24]* (yazının bundan sonrasında kısaca, “Yönel 1979” olarak geçecektir) ile 1990 yılında Kabalcı Yayınları’ndan çıkan Bora Komçez çevirisi (yazının bundan sonrasında kısaca, “Komçez 1990” olarak geçecektir)[25] olarak belirlenmiştir. Sürgünler’in birbirinden farklı iki çevirmen tarafından yapılmış çevirilerinin incelenmesinin nedeni, eleştiri uygulamasındaki böyle bir okumanın, aradan geçen on bir yıllık süre zarfı boyunca, ilk çeviri metinde ne gibi değişikliklerin olduğuna dair bir değerlendirilmenin sunulmasına ve bu şekilde çeviri metnin Türk kültür dizgesindeki konumunun belirlenmesine olanak sağlayacak olmasıdır. Eleştiri uygulaması boyunca karşılaştırmada kullanılacak olan James Joyce metni ise oyunun 1979 yılına ait, Granada Publishing yayınevi tarafından yapılmış olan baskısı (yazının bundan sonrasında kısaca, “Joyce 1979” olarak geçecektir).[26] Yazının uygulama aşaması öncesinde belirtildiği gibi örnekçenin uygulamasında gözetilecek temel hususlar, her iki çevirmenin de hangi amaç doğrultusunda çevirilerini gerçekleştirdiklerini saptayabilmek, çevirmenlerin yapmış oldukları sözcük seçimlerindeki koşutluk, kaynak ve erek metin arasında bulunan kaymalara ilişkin bazı örnekler ile bu kaymaların olası nedenlerinin araştırılması, çevirilen metin türü ile çevirmenlerin, çevirilerinde bu metin türünün gereklerini hangi ölçüde karşılayabildikleri ve çevirilerin okura sunuluş biçimlerinde yayınevlerinin işlevleri ve yayın politikalarının tartışmaya açılması olacaktır.
Tiyatro çevirisini, diğer yazınsal türlerden ayıran başlıca özelliği, birden fazla etmeni içinde barındırıyor olmasıdır. Çeviri metin ortaya çıktıktan sonra birçok kişi tarafından değerlendirmeye alınacak, oyunun sahneye taşınması sürecinde de çeşitli değişikliklere uğrayacaktır. Bu noktada, tiyatro çevirmenine düşen en önemli görev, amacını net olarak belirlemesidir. Çevirmenin, sahnelenecek bir oyun mu çevireceğinin yoksa, yazınsal değeri olan bir metin mi* çevireceğinin bilincine vararak çeviri sürecine başlaması, sahneleme sürecinde devreye girecek, dramaturg, yönetmen ve sahne tasarımcısı gibi metin dışı etmenlerin işini büyük oranda kolaylaştıracaktır. Buna ek olarak, sahne tasarımı bağlamında düşünüldüğünde, bir tiyatro metninde en az diyaloglar kadar önemli bir başka unsur olan sahne direktiflerinin erek metinde nasıl karşılandığı da önemlidir. Sahne direktiflerinden çok diyaloglar üzerine odaklanmış bir çeviri, kuşkusuz sahne tasarımcısının da farklı bir düzenleme yoluna giderek, kaynak metinden oldukça farklı bir yoruma gitmesine yol açacaktır. Her ne kadar, metin içindeki sahne direktifleri dramaturgun yorumları sonucunda büyük ölçüde değişebilecek ve hatta tarihsel bir oyunun çağdaş bir sahnelemesinde bütünüyle farklı bir hâl alacaksa da, kaynak kültür dizgesini, erek kültür dizgesi sahnesine yansıtmayı amaçlayan bir dramaturji yaklaşımında, sahne direktiflerinin sahip olduğu önem tartışılmazdır. Metin içinde bulunan sahne direktiflerinin bir başka özelliği de, kaynak metin yazarının oyun içinde kullandığı dilden çok farklı bir dille – kimi yerlerde kesik, kimi yerlede net cümlelerden oluşan bir biçimde – yazılmış olmalarıdır.
Her iki çevirinin geneline bakıldığında çevirmenlerin, sahne diline yakın bir dil kullandıkları gözlemlenmektedir. Bu gözlem ışığında, her iki çevirmenin de sahnelenmesi amacıyla çevirilerini gerçekleştirdikleri sonucuna varılabilir.** Bununla birlikte, sahne direktiflerindeki sözcük seçimlerinde, Selçuk Yönel çevirisinin, kaynak metindeki söz diziminden kimi yerlerde ayrıldığı, kimi yerleri de çevirisine dahil etmediği fark edilirken, Bora Komçez çevirisinde bu durum üzerinde daha titiz durularak, kaynak metnin okurun zihninde canlandırdığı sahneyi büyük oranda yansıtma amacını taşıdığı görülmektedir. Oyunun başındaki sahne direktifleri ile birinci perde boyunca olan sahne direktiflerinin çevirileri, bu durumun Yönel çevirisinde sürekli tekrarlanıyor oluşunun bir göstergesidir:
“…Forward in same wall a door leading to the hall and the uppper part of the house… To the right, forward, a smaller table with a smoking service on it… The double doors at the back and the folding doors at the right have lace curtains, which are drawn halfway… The blind is pulled down to the edge of the lifted lower stash…”
(Joyce 1979: 13)
“…Aynı duvarda, ön tarafta, hole açılan bir kapı (üst kata çıkmak için de bu kapı kullanılıyor)… Biraz sağda ve öne doğru üstünde sigara, çakmak, kül tablası, v.b. bulunan daha küçük bir masa… Arka duvardaki (bahçeye açılan) çifte kapıyla sağdaki katlanır kapıda yarıya dek çekilmiş tül perdeler vardır. Pencerenin alt çevresi yukarı kaldırılmıştır.”
(Yönel 1979: 9, son cümleden önceki vurgu eklenmiştir)
“…Aynı duvarda, daha önde, hole ve evin üst katına açılan bir kapı… Sağa doğru, önde, üzerinde sigara takımı bulunan daha küçük bir masa… Arkadaki çift kanatlı kapıda ve sağdaki katlanır kapıda tül perdeler, yarı örtülü… Pancur, yukarı kaldırılmış alt pencere kasasının kenarına kadar indirilmiş durumda.”
(Komçez 1990: 5)
“[…He is cleanshaven, with mobile features. His hair and eyes are dark and his complexion sallow. His gait and speech are rather slow. He wears a drak blue morning suit, and carries in his hand a large bunch of red roses wrapped in tissue paper.]”
(Joyce 1979: 26)
“(…Sinekkaydı tıraşlı yüzünde kaşı, gözü v.b. oynar durur. Kapkara saçları, gözleri ve soluk bir teni vardır. Yürüyüşü ve konuşması oldukça ağırdır. Üstünde koyu mavi bir giysi, elinde de ince kâğıda sarılmış büyük bir kırmızı gül demeti vardır.)”
(Yönel 1979: 23)
“[…Tıraşı sinek kaydı [aynen alınmıştır], yüz hatları oynaktır. Saçları ve gözleri koyu, teni açıktır. Yürüyüşü ve konuşması oldukça ağırdır. Üzerinde koyu mavi bir takım elbise, elinde ipek kâğıda sarılı koca bir demet kırmızı gül.]”
(Komçez 1990: 5)
Oyunun ilk perdesinden başlayarak oyunun bütününe yayılan sahne direktiflerinin çevirileri, her iki çevirmenin çeviri süreçlerinde almış oldukları kararlara ilişkin önemli ipuçları vermektedir. Selçuk Yönel çevirisi, kaynak metindeki kimi yerleri çevirisine dahil etmemekte, kimi yerlerde de tek kelime ile karşılanabilecek cümlelerin arasına “v.b.” gibi ifadeler ve/ya parantezler ekleyerek, kesik ve net bir biçimde ifade edilen kaynak metin ifadelerini hantal bir yapıya büründürmektedir. Bunun yanında, Komçez’in çevirisinde kaynak metindeki sahne direktiflerinin kesik ve net dilini daha dikkatli bir biçimde aktardığı görülmektedir.
Kaynak metinde bulunan sahne direktiflerindeki bazı bölümleri, çevirisine dahil etmeyen Selçuk Yönel, sahnelenme amacıyla oluşturmuş olduğu çevirisine, eklediği bazı dipnotlarla, metin ve okur arasındaki ilişkiyi sekteye uğratmaktadır. Tartışmanın bu noktasında, yorumbilimsel sürecin metin ve okur üzerine yaptığı hayati vurgu akla gelmektedir. Her metin ve okur arasında, yorumbilimsel döngünün temel bileşenlerinden oluşan diyalektik bir ilişki bulunmaktadır. Metni, kendi içinde bir nesne olarak kabul eden okur, metinle karşılıklı bir diyalog içine girmekte ve yazarın düşüncesini, ister metin içinde bulunan belirli göstergelerin imlemeleriyle isterse de metni bir bütün olarak alımlayarak kavramaya çalışmaktadır.[27] Bu diyalektik ilişkinin bozulması sonucunda doğal olarak yorumbilimsel döngü de zarar görmektedir. Yönel’in çevirisi söz konusu sorunsala ilişkin bazı örnekler içermektedir. Oyunun ilk perdesinde, İtalya’daki dokuz yıllık sürgünlerinden sonra İrlanda’ya dönen Richard ve Bertha’nın oğullarının konuşmasındaki hissedilen aksanın hangi dilin etkisini taşıdığını – metin buna ilişkin birden çok imlemeyle dolu olmasına rağmen – bir dipnotla açıklaması (krş. Joyce 1979: 27 ve Yönel 1979: 24) aynı şekilde, ikinci perdenin başında Robert’ın piyanoda çaldığı Tannhaüser adlı eserin Wagner’e ait olduğunu – metin, hemen akabinde bu bilgiyi okuyucuya vermesine rağmen – açıklayan bir başka dipnot eklemesi (krş. Joyce 1979: 71 ve Yönel 1979: 66), okuyucu ve metin arasındaki yorumbilgisel ilişkinin kesintiye uğramasına neden olmaktadır.
Metin ve okur arasındaki yorumbilgisel döngüye zarar veren unsurlara ek olarak, Yönel’in çevirisi belirli anlam kaymalarını da içinde barındırmaktadır. Oyunun ilk perdesinde Richard ile Robert arasında geçen konuşmanın bir bölümünde geçen “temple” kelimesini başka anlamlarıyla birlikte değerlendirmek yerine ilk anlamıyla karşıladığı*, bunun yanında Komçez çevirisinin “temple” kelimesindeki ince farkı yakalamakta olduğu görülmektedir:
“ROBERT … This stone, for instance. It is so cool, so polished, so delicate, like a woman’s temple…”
(Joyce 1979: 26)
“ROBERT: … Bu taşı alalım sözgelimi. Nasıl da soğukkanlı şuna bak, parlak mı parlak kırılıver’cek sanki, bi [aynen alınmıştır] kadınlar tapınağı gibi…”
(Yönel 1979: 44)
“ROBERT … Bu taş, sözgelimi. Öyle soğuk, öyle parlak, öyle narin ki, bir kadının şakağı gibi…
(Komçez 1990: 37)
İki çeviri birlikte değerlendirildiğinde, ilk elde, Komçez çevirisinin, Sürgünler’i aktarmada Yönel çevirisinden daha başarılı olduğu yorumu yapılabilecekse de, aynı anlam kaymalarının, Bora Komçez’in çevirisinde de bulunduğu ve diyaloglardaki bazı bölümlerin daha kısa ifadelerle karşılandığı gözlemlenmektedir:
“ROBERT [Pleading.] Do not go away. You must never go away now. Your life is here. I came for that too today – to speak to him – to urge him to accept this position. He must. And you must persuade him. You have a great influence over him.”
(Joyce 1979: 38)
“ROBERT: (Yalvararak) Gitmeyin, n’olur. Bi [aynen alınmıştır] daha buralardan gitmeyin artık. Bu topraklara göre sizin yaşamınız. Bu konuyu da konuşmaya gelmiştim bugün – onunla konuşmaya – bu görevi kabul etmeye zorlamak için onu. Kabul etmeli bu işi. Ben sıkıştıracağım. Sen de razı etmelisin onu. Senin sözünü çok dinler o.”
(Yönel 1979: 34)
“ROBERT [Israrla.] Gitme n’olur. Bir daha gitme buralardan. Senin yaşamın burada. Gelişimin bir nedeni de bu… onunla konuşacağım. Üniversitedeki şu kadroyu kabul ettirmek için.”
(Komçez 1990: 28)
“BERTHA I am going now, Robert. It is very late. Be satisfied.”
(Joyce 1979: 112)
“BERTHA: Gidiyorum artık, Robert. Çok geç oldu. Bu kadarla yetiniver sen de.”
(Yönel 1979: 107)
“BERTHA Ben gidiyorum Robert. Bayağı geç oldu. Bununla yetinmek gerekiyor.”
(Komçez 1990: 97)
Verilen ilk örnekte görüldüğü gibi Yönel çevirisinin kaynak metindeki ifadeleri daha bütüncül bir şekilde aktarırken, Komçez çevirisinin daha sade bir aktarım yolunu seçtiği gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, gerek Yönel, gerek de Komçez çevirilerinin, kaynak metin içindeki düşünsel süreç sonunda rahatlıkla birbirine bağlanabilecek belirsizlikleri kelime ve/ya cümleler ekleyerek okur için açıklığa kavuşturdukları ve böylece yorumbilgisel döngüyü bir kez daha zarara uğratmış oldukları görülmektedir. Oyunun ikinci perdesinin sonundan alınmış olan ikinci örneğe bakıldığında ise, Yönel çevirisinin Bertha’nın sözlerini, Robert ile arasında geçmekte olan duygusal ilişkiye – Bertha’nın, Richard ile evli ve herşeye rağmen kocasına hâlâ aşık olmasından ileri gelen Robert’a olan mesafeli tutumunu – koşut bir şekilde yansıtırken, Komçez çevirisinin belirsiz bir ifade kullanarak, okuyucunun oyun kişilerini kaynak metinden farklı bir biçimde alımlamasına neden olduğu görülmektedir.
Türk kültür dizgesinde bulunan Sürgünler çevirilerine ilişkin yapılan bu metin içi çözümlemeler, her iki çeviri hakkında belirgin saptamalar yapılmasına zemin hazırlamaktadır. Verilen örnekler ve çevirilerin genel bir okuması, çevirmenlerin belirli bir amaç doğrultusunda çeviri eylemine başladığını, çevirmekte oldukları kaynak metnin türünü büyük ölçüde özümsediklerini ve hatta kaynak metne mümkün olduğunca yakın bir sahneleme dili çabası yaratmaya çalıştıklarını imlemektedir. Bununla birlikte, Selçuk Yönel’in çevirisinin özellikle sahne direktiflerinde kaynak metnin kimi bölümlerini çevirisine dahil etmediği, diyaloglarda okurun alımlamada güçlük çekebileceği fakat metnin zaten okura bunları işaret ettiği yerlerde dipnot ekleme gereği duyarak metnin yorumbilimsel döngüsünü kesintiye uğrattığı gözlemlenmektedir. Bunun yanında Bora Komçez’in çevirisine kaynak metindeki sahne direktiflerini okuyucuya yansıtmada Yönel’den daha titiz davrandığını, kaynak metne ait kelimeleri, zihinde çağrıştırdıkları ilk anlamlarıyla değerlendirmekten çok, içlerinde bulundukları bağlamı da göz önünde bulundurarak,* daha verimli bir çeviri sürecinde yaratısını gerçekleştirdiği sonucuna varılabilmektedir.
Yine de varılan bu sonuç, çevirinin, kaynak metin içeriğini okura bütünüyle ulaştıran bir son ürün olduğu gerçeği dikkate alındığında büyük ölçüde yanıltıcı olmaktadır. James Joyce’un Sürgünler’e ilişkin yazmış olduğu ve yazarın ölümünden sonra bulunan notlarının da oyunla birlikte ait olduğu kaynak dizgede yayınlanmış olmasına rağmen Selçuk Yönel’in çevirisinde neden yer almadıkları üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Selçuk Yönel’in 1979 yılında yapılmış olan ilk çevirisinin üzerinde hiçbir değişikliğe gidilmeden, Joyce’un notlarına bir kez daha yer ver(il)meyerek İmge Kitabevi Yayınlarınca, Bora Komçez’in çevirisiyle aynı tarihte tekrar yayınlanması ise yayınevinin kaynak metni yeterince sahiplenmediğinin ve Yönel’in bir önceki çevirisiyle bir hesaplaşma yoluna gitmediğinin en belirgin göstergelerinden biridir. Bunun yanında, Kabalcı Yayınları’ndan çıkmış olan ikinci Sürgünler çevirisinde Joyce’un notlarına yer verilmiş olması iki yayınevi arasındaki farklılığa işaret etmektedir. Kabalcı Yayınları’ndan çıkan Sürgünler çevirisinde bulunan yazarın notlarının bir başka çevirmen – Hamdi Koç – tarafından çevrilmiş olması ise ait olduğu kültür dizgesini, gerek yaşadığı dönem içinde gerek de ölümünden sora büyük ölçüde şekillendirmiş bir yazar olan Joyce’un Sürgünler’inin, Türk kültür dizgesi içinde bir sürgün hayatı yaşamasına neden olmuştur. Yazı boyunca tartışıldığı gibi, her çevirmenin birbirinden değişik kararlar alabileceği ve her metni çeşitli biçimlerde yorumlamaları sonucu ortaya çok farklı çevirilerin ortaya çıkacağı su götürmez bir gerçektir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, Bora Komçez’in Sürgünler çevirisinin sonunda bulunan yazar notlarının başka bir çevirmen tarafından çevrilmiş olması, Komçez’in metin boyunca büyük ölçüde yansıttığı tutarlı dil kullanımının, bir anda ikinci plana itilmiş olmasına neden olmuştur.
Çeviri araştırmacılarının önemli isimlerinden biri olan Maria Tymoczko’ya göre, “yer isimleri, birçok kültürde taşıdıkları sözcüksel anlamlarının yanında, sosyo-kültürel birer işaret anlamı da taşımaktadırlar.”[28] Bu noktadan bakıldığında, yer isimlerini çeviri metin içinde doğru bir şekilde karşılamanın, uygun bir ifade bulunamaması durumunda da oldukları gibi bırakmanın en sağlıklı çözüm olduğu akla gelmektedir. Joyce’un notlarında geçen İrlanda’nın batı kıyılarında bulunan Galway şehrinin adının, Hamdi Koç çevirisinde Galler olarak karşılanması kuşkusuz, Joyce’un kendi oyununa ilişkin dramaturjik yaklaşımını içeren notlarındaki önemli bir ayrıntının çarpıtılmasına neden olmaktadır (krş. Joyce 1979: 150, 154 ve Koç 1990: 132, 135, 136). Kaynak metne ilişkin böyle bir anlam kayması, Joyce’un eserinin kuramsal zeminini okuyucuyla paylaştığı notların, okur tarafından yeterli bir biçimde alımlanmasına engel olmakta ve İrlanda’da geçmekte olan oyunu, bir anda Galler’e taşımaktadır. Oyun mekânına ilişkin bu kaymaya ek olarak, Koç’un çevirisinde, çevirmenin kaynak metni aktarmada zorlandığı anlarda başvurduğu kimi seçimler sonucu okur garip bir Türkçe ile karşı karşıya kalmaktadır:
“It would be interesting to make some sketches of Bertha if she had united her life for nine years to Robert – not necessarily in the way of drama but rather impressionist sketches.”
(Joyce 1979: 149)
“Yaşamını dokuz yıl boyunca Robert’la birleştirmiş olsaydı, Bertha’nın bazı resimlerini yapmak ilginç olurdu – illa dram şeklinde değil, ama daha çok izlenimci resimler halinde.”
(Koç 1990: 131)
“This avenue of thought is shunned completely; and the other aspect, amber turned to silver by the years, her mother a prophecy of what she may one day be is hardly glanced at.”
(Joyce 1979: 152)
“Bu düşünce caddesinden tümüyle sakınılır; ve öteki yön, yıllarla gümüşe dönmüş olan kehribar, annesi ki, onun bir gün ne hale gelebileceğine dair bir kehanettir, hemen hiç göz önünde bulundurulmaz.”
(Koç 1990: 134)
Verilen örneklere bakıldığında, çevirmenin, Joyce’un metnindeki söz dizimini birebir koruma amacıyla çevirisini gerçekleştirdiği görülmektedir. Her iki dil dizgesindeki farklılıklar sonucunda, İngilizce’deki yan cümleciklerin, Türkçe’de çoğu zaman konuşma ve/ya yazma dilinde ağır bir anlatım biçimine sahip olan “ki” ile birleştirilerek karşılanması, ortaya aksak ritimli bir metin çıkarmaktadır. Bu noktada Koç’un, Türkçe’nin farklı kullanımlarını deneyerek (örneğin, noktalı virgül ya da virgül kullanımlarıyla) Joyce’un metnini aktarabilme seçeneğinin de bulunduğu ortadadır. Koç’un çevirisinde yukarıda verilmiş örneklerdeki dil kullanımının oldukça fazla olmasının (krş. Joyce 1979: 147-159 ve Koç 1990: 129-140) altında yatan nedenin ise kuşkusuz, kaynak metinden kop(a)mama kaygısı olduğu gözlemlenmektedir.
James Joyce’un tek tiyatro eseri olan Sürgünler’in Türk kültür dizgesi içinde bulunan çevirilerinin bu değerlendirilmesinin ışığında, çevirilerin kaynak metnin kültür dizgesini aktarmada belirli noktalarda büyük ölçüde yetersiz kaldıkları sonucuna varılabilir. Bununla birlikte, çevirilerdeki bu yetersizliklerin salt çevirmenden kaynaklanmadığı da, çevirinin, okura ulaşan bir son ürün olduğu gerçeği hesaba katıldığında ortaya çıkmaktadır. Yayınevlerinin bahsi geçen çevirilerinde, hangi kaynak metnin esas olarak alındığına dair bir ibare olmaması, çevirmenin, bir editör eşliğinde çalışıp çalışmadığına ilişkin bir göstergenin dahi bulunmaması bu sorunun nedenini belirlemeyi güçleştirmektedir. Yine de, Selçuk Yönel çevirisinin üzerinde hiçbir değişikliğe gidilmeden bir başka yayınevince tekrar yayınlanması, çevirmeni, sorunun odağına taşımaktadır. Bora Komçez’in genel hatlarıyla, bir önceki çevirideki gedikleri büyük oranda kapatmış olan yaratısı ise kaynak metin yazarının, eserinin alımlanmasında hayati bir işleve sahip notlarının bir başka çevirmen tarafından çevrilmesi sonucunda gölgede kalmıştır. Bu bağlamda düşünüldüğünde, daha sağlıklı çevirilerin ortaya çıkarılması için, yayınevleri ve çevirmenlerin, Sürgünler’in üzerine daha titizlikle eğilerek, yazı sürecince tartışılan sorunlarını gidermesinin, Türk kültür dizgesinde sürgünde bulunan bu önemli yapıtın kendi değerlerince okur tarafından alımlanmasını sağlayacağı görülmektedir.
KAYNAKÇA
Bassnett, Susan, Translation Studies, Third Edition, Routledge, London and New York, 2000
Bassnett, Susan “Still Trapped in the Labyrinth: Further Reflections on Translation and Theatre”, Susan Bassnett ve André Lefevere (eds.), Constructing Cultures, Multilingual Matters, Clevedon, 1998, s. 90-108
Bengi-Öner, Işın, Çeviri Bir Süreçtir…Ya Çeviribilim?, Sel Yayıncılık, İstanbul, 1999
Bengi-Öner, Işın, Çeviri Kuramlarını Düşünürken…, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2001
Bleicher, Josef, Hermeneutics as Method, Philosophy and Critique, Routledge & Kegan Paul, London, Boston and Henley, 1980
Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002
Itamar, Even-Zohar, “The Position of Translated Literature Within the Literary Polysystem”, James S. Holmes, José Lambert, Raymond van den Broeck (eds.), Literature and Translation: New Perspectives in Literary Studies, Leuven:ACCO, 1978, s. 117-127
Itamar, Even-Zohar “Polysystem Theory”, Poetics Today, Fall 1979, s. 287-310
İpşiroğlu, Zehra, Eleştirinin Eleştirisi, MitosBOYUT Yayınları, İstanbul, 1998
Joyce, James, Exiles, Granada Publishing, London, 1979
James Joyce, Sürgünler, Çeviri: Selçuk Yönel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979
James Joyce, Sürgünler, Çeviri: Selçuk Yönel, İmge Kitabevi, Ankara, 1990
James Joyce, Sürgünler, Çeviri: Bora Komçez, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 1990
Kasap, Nesrin, “Kendine Ait Bir Oda”, Metis Çeviri 2, 1988, s.176-180
Kırkoğlu, Serdar Rıfat, “Platon’un Mağarasındaki Çevirmen”, Metis Çeviri 19, 1992, s. 123-126
Palmer, Richard E. Hermeneutics, Seventh Edition, Northwestern University Press, Evanston, 1985
Pound, Ezra, Literary Essays of Ezra Pound, Faber and Faber, London, 1960
Reiss, Katharina, (1971) “Type, Kind and Individuality of Text, Decision Making in Translation”, trans. Susan Kitron, Venuti, Lawrence (ed.), The Translation Studies Reader, Routledge, London and New York, 2000, s.160-171
Reiss, Katharina, Translation Criticism – The Potentials & Limitations, trans. Errol F. Rhodes, St. Jerome, UK, 2000
Ricoeur, Paul, On Translation, trans. Eileen Brennan, Routledge, London and New York, 2006
Rose, Marilyn Gaddis, Translation and Literary Criticism, St. Jerome, UK, 2000
Steiner,George, After Babel, Oxford University Press, New York and London, 1977
Tymoczko, Maria, Translation in a Postcolonial Context, St. Jerome, UK, 1999
Van den Broeck Raymond, “Second Thoughts on Translation Criticism”, Theo Hermans (ed.), The Manipulation of Literature, Croom Holmes, London & Sydney, 1985, s.54-62
Vermeer, Hans J., “Skopos and Commission in Translational Action”, trans. Andrew Chestermann, Lawrence Venuti (ed.), The Translation Studies Reader, Routledge, London and New York, 2000, s. 221-240
http://www.devtiyatro.gov.tr/web/dramaturgi/oynanmamisyabanci.htm (10.05.2007)
[1] Zehra İpşiroğlu, Eleştirinin Eleştirisi, MitosBOYUT Yayınları, İstanbul, 1998, s. 26
[2] George Steiner, After Babel, Oxford University Press, New York and London, 1977, s. 77
* Yazı süresince aksi belirtilmediği sürece yapılmış tüm çeviriler tarafıma aittir.
[3] Bu tarzda yazılmış eleştiri yazılarının, ironik bir biçimde kuramdan ziyade kaynak metin ya da metnin yazarına ilişkin bilgilere yer vermesi ilk anda okuru bilgilendirmeye yönelik olumlu bir yaklaşım olarak görünse de, çeviri kuramları bağlamında sağladığı yarar tartışmaya açıktır. Bir örnek için bkz. Nesrin Kasap, “Kendine Ait Bir Oda”, Metis Çeviri 2, 1988, s. 176-180 ve “arka kapağındaki tanıtma yazısından aksayan” bir çeviriye ilişkin değerlendirme için bkz. Serdar Rıfat Kırkoğlu, “Platon’un Mağarasındaki Çevirmen”, Metis Çeviri 19, 1992, s. 123-126
[4] Çeviri kuramları ile çeviri eleştirisi arasındaki ilişki üzerine kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Işın Bengi-Öner, Çeviri Bir Süreçtir…Ya Çeviribilim?, Sel Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 111-133
[5] Ezra Pound, Literary Essays of Ezra Pound, Faber and Faber, London, 1960, s.200, yazarın kendi vurgusu.
[6] Eşdeğerlilik kavramı üzerine yapmış oldukları yoğun çalışmalarla Çeviribilim’in özerk bir bilim dalı olarak anılması yönünde tartışmaları başlatan Eugene A. Nida, Albrecht Neubert, Roman Jakobson, John C. Catford ve diğer araştırmacıların dilbilim odaklı yaklaşımlarına ilişkin bir değerlendirme için bkz. Susan Bassnett, Translation Studies, Third Edition, Routledge, London and New York, 2000, s. 30-36
[7] Lawrence Venuti (ed.), The Translation Studies Reader, Routledge, London and New York, 2000, içinde, Katharina Reiss, (1971) “Type, Kind and Individuality of Text, Decision Making in Translation”, trans. Susan Kitron, s.160-171, s.160
[8] Katharina Reiss, Translation Criticism – The Potentials & Limitations, trans. Errol F. Rhodes, St. Jerome, UK, 2000, s. 16
[9] Krş. A.g.e. s. 66-87
[10] Lawrence Venuti (ed.), The Translation Studies Reader, Routledge, London and New York, 2000, içinde, Hans J. Vermeer, “Skopos and Commission in Translational Action”, trans. Andrew Chestermann, s. 221-240, s. 222
[11] A.g.e. s. 222, yazarın kendi vurgusu.
[12] Krş. James S. Holmes, José Lambert, Raymond van den Broeck (eds.), Literature and Translation: New Perspectives in Literary Studies, Leuven:ACCO, 1978, içinde, Even-Zohar Itamar, “The Position of Translated Literature Within the Literary Polysystem”, s. 117-127 ve Even-Zohar Itamar, “Polysystem Theory”, Poetics Today, Fall 1979, s. 287-310
[13] Işın Bengi-Öner, Çeviri Bir Süreçtir…Ya Çeviribilim?, Sel Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 119, Gideon Toury’nin erek odaklı kuramına ilişkin bir değerlendirme için bkz. Işın Bengi-Öner, Çeviri Kuramlarını Düşünürken…, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2001, s. 82-85
* Toury’nin kuramı, çeviriye yönelik bütünlüklü bir bakış açısıyla yaklaşmış olsa da, çeviri kuramları bağlamında hayati öneme sahip eşdeğerlilik ve çeviri tanımı gibi kavramlardaki belirsizliği yüzünden eleştirilmiştir. Bu yazının amacı, çeviri kuramları ile çeviri eleştirisi arasındaki bağ üzerine odaklanmış olduğundan, yazı boyunca bahsi geçen kuramsal yaklaşımlarla bir hesaplaşmaya gidilmeyecektir.
[14] Krş. Theo Hermans (ed.), The Manipulation of Literature, Croom Holmes, London & Sydney, 1985, içinde, Raymond van den Broeck, “Second Thoughts on Translation Criticism”, s.54-62, s.58
[15] Katharina Reiss, Translation Criticism – The Potentials & Limitations, trans. Errol F. Rhodes, St. Jerome, UK, 2000, s. 106
[16] Akşit Göktürk, Çeviri: Dillerin Dili, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 92
[17] Zehra İpşiroğlu, Eleştirinin Eleştirisi, MitosBOYUT Yayınları, İstanbul, 1998, s. 24
[18] Krş. Richard E. Palmer, Hermeneutics, Seventh Edition, Northwestern University Press, Evanston, 1985, s. 243
[19] Krş. Josef Bleicher, Hermeneutics as Method, Philosophy and Critique, Routledge & Kegan Paul, London, Boston and Henley, 1980, s. 57
[20] George Steiner, After Babel, Oxford University Press, New York and London, 1977, s. 64-65
[21] Paul Ricoeur, On Translation, trans. Eileen Brennan, Routledge, London and New York, 2006, s. 29
[22] Marilyn Gaddis Rose, Translation and Literary Criticism, St. Jerome, UK, 2000, s. 90
[23] Susan Bassnett ve André Lefevere (eds.), Constructing Cultures, Multilingual Matters, Clevedon, 1998 içinde, Susan Bassnett, “Still Trapped in the Labyrinth: Further Reflections on Translation and Theatre”, s. 90-108, s.90
[24] James Joyce, Sürgünler, Çeviri: Selçuk Yönel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979
* Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir nokta Selçuk Yönel çevirisinin – belki de ilginç bir tesadüf eseri – Bora Komçez çevirisiyle aynı tarihte İmge Kitabevi Yayınları’ndan tekrar basımının yapılmış olduğudur. Krş. James Joyce, Sürgünler, Çeviri: Selçuk Yönel, İmge Kitabevi, Ankara, 1990. Bu gerçeğin çeviri eleştirisi bağlamında değerlendirilmesi gerekli bir konu olmasından dolayı, yazının bundan sonraki safhalarında bu bilgiye de çeşitli göndermelerde bulunulacaktır.
[25] James Joyce, Sürgünler, Çeviri: Bora Komçez, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 1990
[26] James Joyce, Exiles, Granada Publishing, London, 1979
* Tabii ki bu yorumla, sahnelenecek bir oyun metninin daha az bir yazınsal değere sahip olduğu ima edilmemekte, aksine, sahne dilinin yazınsal bir metinden bütünüyle farklı bir dili olduğuna işaret edilmektedir.
** En azından Yönel çevirisinin, sahnelenmek amacıyla Devlet Tiyatroları dağarına alınmış olması fakat günümüze kadar sahnelenmemesi bu yorumu desteklemektedir. Bu noktada, oyunun hangi nedenlerden ötürü Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmemiş olduğu üzerinde durulması gereken bir başka konudur.
Bkz. http://www.devtiyatro.gov.tr/web/dramaturgi/oynanmamisyabanci.htm
[27] Krş. Richard E. Palmer, Hermeneutics, Seventh Edition, Northwestern University Press, Evanston, 1985, s. 88, s. 24
* Aslında oyunun bu bölümünde Joyce’un metni, bu anlam kaymasına zemin vermeyecek bir seyirde ilerlemekte. “Woman” kelimesinin tekil kullanımı, “temple” kelimesinin ilk anlamıyla karşıt bir durum oluşturması bu görüşü doğrular niteliktedir.
* Bu noktada belirtilmesi gereken bir başka nokta da, metin içi çözümlemede değinilmemiş olan kaynak metindeki “Mrs.” ve “Miss” ayrımının Komçez’in çevirisinde bağlamlarına çoğu zaman uygun bir şekilde verilmiş olduğudur. Joyce’un, oyun kişilerinin birbirlerine olan duygusal ilişkileri bağlamında kimi zaman “Siz” kimi zaman da “Sen” diye hitap ediyor oldukları göz önünde bulundurulduğunda, Yönel’in çevirisinde baskın olan “Siz” kullanımının metin ile okur arasındaki yorumbilimsel alışverişi zedeleyen bir başka unsur olduğu görülmektedir. Yazı sürecinde yapılan metin içi çözümlemede verilmiş olan örnekler bu yorumu destekler niteliktedir.
[28] Maria Tymoczko, Translation in a Postcolonial Context, St. Jerome, UK, 1999, s. 223