İstanbul Amatör Tiyatro Günleri (İATG) 2010, 2 Mayıs Pazar günü start alıyor. Bu yıl 19. kez düzenlenecek olan İATG, Türkiye’de düzenlenen çeşitli festivaller içerisinde organizasyon biçiminin taşıdığı alternatiflikle ön plana çıkmakta. Ancak ne yazık ki bugüne kadar bu yönüyle hiç mercek altına alınmadı.
İATG’nin 1985’lerde başlayan macerası açıkça ortaya koymaktadır ki bu tiyatro organizasyonu en başından itibaren kendi varoluş amacını tiyatroda örgütlenmenin peşinde koşmak olarak belirlemiştir. 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) tarafından ilk kez düzenlenen 1. İATG, “ülkede amatör sanatın kurumsallaştırılması için atılmış mütevazı bir adım” olarak görülmekteydi. BÜO tarafından gerçekleştirilen 3. ve son İATG ise sloganını “Bu bir birlik çağrısıdır” şeklinde belirlemişti. Aslına bakılırsa 12 Eylül’ün baskıcı ortamında tiyatro yapmak için biraraya gelmenin bile ne kadar zor olduğu düşünülürse üç yıl boyunca Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bu buluşmaların ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Ancak BÜO, 1966’dan beri sürdürülen ODTÜ Şenliği ya da 1980’lı yılların başından beri Sarıyer Halk Eğitim Merkezi tarafından kesintisiz biçimde organize edilen Boğaziçi Tiyatro Festivali gibi tek bir tiyatro topluluğunun ismiyle özdeşleşmiş bir festivalİ sürdürmeyi tercih etmedi. Çünkü İATG fikrinin doğuşunda söz sahibi olan kadrolar için bir tiyatro festivali düzenlemek kendi başına hiçbir zaman bir amaç olmamıştı. Önemli olan bu buluşmaları kalıcı birlikteliklere dönüştürmenin yollarını araştırmaktı. BÜO tarafından organize edilen şenliğin iptal edilmesinden yıllarca sonra Mimesis’in 5. Sayısında Ömer Faruk Kurhan’la yapılan bir söyleşide şöyle denilmekteydi: “ BÜO olarak şu karara vardık: Yeni bir şenliğin çok farklı koşullarda örgütlenmesi gerekmektedir.” Bu koşulların gerçekleşmesi için de bir topluluğun diğerlerini ağırladığı tatil köyü havasındaki bir şenlik ortamıyla yetinmekten ziyade ortak olarak örgütlenen ve teatral paylaşımı ön plana çıkaran bir anlayışın hâkim olduğu bir organizasyon mantığına sahip olmak geliyordu. BÜO bu bağlamda kendi adıyla anılan “kalıcı bir şenliğe” sahip olmaktan vazgeçti.
Örgütlenmenin peşinden koşan bir festival olarak İATG’nin yeniden gündeme gelmesi, söz konusu koşulların oluştuğu 1994 yılında gerçekleşti. Bu yıl içerisinde Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin (ATÇ) yeni bir mantıkla tekrar örgütlenmeye başlaması, İATG’nin de teatral örgütlenmenin aktif bir aracı olarak devreye girmesine neden olmuştu. İATG ilerleyen yıllarla birlikte gücünü arttıracak ve amatör tiyatro alanında önemli bir güce dönüşecek olan ATÇ’nin merkezi faaliyet alanlarından biri haline gelecekti. Ardından 2001 yılıyla birlikte yeni bir örgütlenme mantığıyla ortaya çıkan İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu tarafından organize edilmeye başlayacaktı.
İATG’nin bir üniversite topluluğunun şenliği olmaktan çıkıp tiyatro örgütlerinin inisiyatifiyle gerçekleştirilmeye başlaması, örneğine çok fazla rastlamadığımız bir modelin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Deyim yerindeyse artık belli bir “sahibi” olmayan bir tiyatro festivali adeta onu kim sahiplenirse onun tarafından organize edilmekte, bu durum onun her seferinde farklı yapısal dönüşümler geçirmesine neden olmaktaydı. Aslına bakılırsa İATG kendisini ortaya çıkaran inisiyatifin bileşenlerine göre tekrar tekrar şekillenmekteydi. Ama bir yandan da ilk şenliğin ruhunu taşımaya devam etmekte ve temelde amatör tiyatronun kurumsallaşması yolunda kazanımlar elde etme perspektifini hiçbir zaman terk etmemekteydi. İATG’nin bu yıl da yeni bir teatral örgütlenmenin, Türkiye Tiyatrolar Birliği İstanbul gruplarının inisiyatifi ile düzenlendiği düşünülürse aradan geçen yıllara rağmen 3. İATG’nin “Bu bir birlik çağrısıdır” şeklindeki sloganının hala geçerliliğini koruduğu da anlaşılacaktır. Geçirdiği tüm değişim ve dönüşüme rağmen İATG yıllara yayılan serüveni içerisinde önemli bir tutarlılık göstermiştir: Nerede örgütlü tiyatrodan yana bir tavır varsa İATG de o inisiyatifin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda İATG çok farklı bir kolektivizmin savunuculuğunu yapma yolundaki tercihiyle Türkiye’nin son çeyrek yüzyılı içerisinde kültür ve sanat alanındaki alternatif duruşun en önemli simgelerinden birisi olmayı da hak etmiştir. Nice senelere.