Ionesco 100 Yaşında! Peki ya Absürd Tiyatro?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bu yıl 20 yüzyıl dramatik edebiyatında devrim niteliğinde bir dönüşüm yaratan bir kuşağın üyesi olan Eugène Ionesco’nun yüzüncü doğum yılı kutlanıyor. Adı Beckett, Adamov ve Genet gibi avangard yazarlarla birlikte “Absürd Tiyatro”nun yaratıcıları arasında geçen Ionesco II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Avrupa tiyatrosunun yeninde kurulmasında kilit bir rol üstlenmişti. Bir İngiliz eleştirmenin, Martin Esslin’in o döneme kadar geçerli olan tüm dramatik edebiyat kurallarını yıkan bu yeni oyun yazımı tekniğini betimlemek için kullandığı bu tabir, söz konusu yazarların tüm itirazlarına rağmen bugün özellikle Ionesco’nun çalışmalarıyla özdeşleştirilmektedir. Başı ve sonu olan bir öyküye ve bütünlüklü karakterlere dayalı olmayan, çoğunlukla sahne üzerinde aşama aşama çözülen bir “şiirsel bir imge” yaratmayı amaçlayan bu yeni oyun tekniği başlangıçta çok yadırgansa da 1960’lı yıllarla birlikte Batı tiyatrosunda hakim eğilim haline gelmişti.

Absürd Tiyatro, kökenleri 19. Yüzyılın sonuna kadar giden Avrupa avangardının önemli halkalarından birisiydi. Bu bağlamda deneysel tiyatronun yarım yüzyıldır sahne diline kazandırdığı bir çok biçimsel buluşu kendine özgü bir şekilde sentezlemişti. Ama tüm bu biçimsel ortaklıklara rağmen Absürd’ü bir önceki kuşağın deneyselciliğinden ayıran en önemli özelliği, oyun yazarlarının “ruh hali”nde somutlaşan bir ideolojik duruştu. Beckett’in “umut sıfır, beklenti sıfır” sloganıyla özetlenebilecek bu nihilist yaklaşım savaş öncesi avangardizminin geleceğin dünyasını sanat yoluyla yaratmaya çalışan politik aktivizmine eleştirel bir biçimde yaklaşıyordu. Bu yazarlar kuşağına göre insanın dünya üzerindeki varoluşunun hiçbir anlamı olamazdı ve üretilen bütün anlamlar bu gerçekliği katlanılabilir kılmak için üretilmiş yalanlardı. Dolayısıyla geleceğin dünyası için verilen mücadele bir yalan dünyası yaratmak için veriliyordu. Ancak tüm bu nihilist yönelimine rağmen Absürd oyunlar iflah olmaz bir protestocu ruh da taşımaktaydılar. Absürd dramaturji Batı uygarlığının o cilalı görüntüsüne her yönden saldırarak onun altında yatan yıkıntıyı gün ışığına çıkarma misyonunu benimsemişti.

Bu bağlamda Ionesco bir hegemonik güç haline gelmiş olan Batı uygarlığının o anlı şanlı değerlerine tam cepheden yapılan bir saldırının en önde gelen öznelerinden birisiydi. Oyunları aile, okul, evlilik, din gibi temel kurumlar kadar adalet, sadakat, inanç gibi en temel değerlerin de çürümüşlüğünü ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Esslin’in de belirttiği gibi bu oyunlar Brecht’in Epik Tiyatrosu’nun en temel hedeflerinden birisini, ondan çok daha etkili bir biçimde hayata geçirmekteydi: yabancılaştırma. Gerçi bu karşılaştırmanın ne kadar anlamlı olduğu süphelidir. Evet Ionesco ve diğer Absürdist oyun yazarları, insanların hayatı yaşamak ve anlamlandırmak için ürettikleri en doğal mekanizmaları en saçma durumlar içerisinde sergileyerek uç noktada yabancılaştırmakta oldukça başarılıydılar ama bu yolla Brecht’in hayata geçirmeye çalıştığı bir başka hedeften vazgeçmiş oluyorlardı. Brecht varolan sistemin çelişkilerini sahneleyerek seyircileri doğal kabul ettikleri toplumsal ve politik mekanizmalara yabancılaştırmayı hedeflerken aslında bu sistemin bir alternatifinin yaratılabileceğini de ortaya koymayı amaçlamıştı. Oysa sadece “yıkım” üzerine kurulu Absürd dramaturji alternatiflerin varlığını reddettiğinden yabancılaştırmayı en uç noktalara kadar çekebiliyordu.

Sonuçta Absürd duyarlılık ve onun uzantısı olan oyunlar 1970’lerle birlikte etkinliğini kaybetmeye başladı. Absürd yazarlar kuşağı içerisinde etkinliğini ve üretkenliğini en uzun süre devam ettiren Ionesco oldu. Ama o bile aşamalı olaraka “klasik Absürd”ten uzaklaşmaya başladı. Bu bağlamda avangard hareketlerin farklı bir politizasyon içerisine girdiği, ileride post-modernizme evrilecek post-absürd bir evreden söz etmek mümkündür: Modern kültüre yönelik bir başkaldırıyı ve kültürlerarası etkileşimi önplana çıkaran bir evre.

Ionesco’nun Türkiye’deki serüveni, aşağı yukarı Avrupa ile eş zamanlı olarak başlamış görünmektedir. Ardından 70’lerin politizasyonu ile birlikte politik tiyatro hakim anlayış haline gelmeye başladıkça Absürdist etkinin gittikçe zayıfladığı söylenebilir. Ancak 80 sonrasının apolitikleşen ortamı içerisinde Absürdizm post-modern bir bağlamda yukarıda kısaca özetlenen Absürdist duyarlılıktan arındırılmış bir biçimde özellikle mizah dergileri etrafında şekillenen yeni altkültür gruplarınca adeta tekrar keşfedilmiştir. Ama ilginç olan 90’larla birlikte Absürd tiyatro ve Ionesconun, özellikle üniversite tiyatrolarının başını çektiği amatör çevrelerde revaçta olmaya başlamış olmasıdır. 1990-2000 yılları içerisinde özellikle üniversite şenliklerinde ve İstanbul Amatör Tiyatro Günleri’nde net bir biçimde gözlemlenen bu eğilim çok çeşitli perspektifler içerisinde ele alınabilir. Örneğin bu durumun 1945’lerde Avrupa’da yaşanan, tüm genel geçer değerlerin çözülmesi ve dünyanın anlamı konusunda oluşturulmuş formülasyonların çökmesi durumu ile büyük benzerlikler taşıyan bir çağda yaşıyor olmamızdan kaynaklandığı söylenebilir. 70’lerin hızlı politik ortamının aksine “katı olan her şeyin buharlaştığı” bir çağda, hayata dair anlamlar üretmekte zorlanılması Absürdist tutumu yeniden güçlendiriyor gibi görünmektedir. Ama diğer yandan tarih tekerrür ederken bir değişim geçirir ve ilk seferde trajedi olarak yaşanan ikinci de bir hicve dönüşür. Absürd’ün post-modern bir dünyada yeniden keşfi, tüm değerlerin çözüldüğü bir dünyada tek geçerli değerin “haz” (tüketim) olduğu bir evren tasarımına geçmemizle uyumlu bir seyir izliyor görünmektedir. Bu bağlamda tarihsel modernizmin önemli bir kriz anında modernist hareketin içerisinden gelerek onu eleştiriye tabi tutan Absürd’ün, post-modern bir dünyada algılanış biçimi hiçbir zaman orijinal modelinkiyle aynı olmayacaktır.

Sonuçta deneysel oyun yazımı alanının köşe taşlarından birisi olarak Ionesco’nun eserlerinden öğreneceğimiz çok şey var. Ama aynı zamanda onları tarihselleştirmeye ve yazıldıkları dönemin şartları bağlamında ele almaya da ihtiyacımız var. Bu önemli tiyatro adamının 100 doğum yılında her açıdan hakettiği ilgiyi görmesi dileğiyle.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fırat Güllü

Yanıtla