Tülay Yıldız Akgül
Bedrettin Cömert, sanatın yapısı gereği, her zaman herkesin yiyip yutacağı ya da haz alabileceği bir şey olmadığını söyler: “Sanatçı denen kişi, ortaya koyduğu ürünü yaratırken akıl almaz çilelerden geçip geliyor. Eğer siz bu çilelerden en ufağına bile katlanmak zorunda kalmayıp, her şeyi hazırlop almayı istiyorsanız, kuşkusuz bu olanaksızdır.” (Eleştiriye Beş Kala, Ayko Yay. s. 217)
İzmir’de ArteOyuncuları’nın sergilediği Çerağ oyunu zihin, algı ve estetik kalıplarımızı bu noktalarda sorgulatarak genişletmeye çabalayan ve bunu da hem metin, hem tiyatral düzlemde başaran bir oyun. Konvansiyonel tiyatronun, bilindik, başı sonu belli, olay örgülü, ilk asal-son asal düğümleri olan oyunlarından farklı bir oyunla karşı karşıyayız ve bu oyun “iyi” ya da “kötü”demeden, dahası bu kategorilerden uzaklaşarak üzerinde düşünmeyi hak ediyor. Çerağ, kurgu ve hareket dinamiği semahlarla oluşturulmuş dansa; bendir ve insan sesiyle yapılan müziğe; zamansız ve mekânsız bir öykü anlatısına sahip. Oyunun öyküsünde Alevi ritüel ve arketiplerine dayalı bir insanlık tarihi anlatısı var ve bu anlatı değişik imgelerle akmaktadır.
Seyretmeyenleri de düşünerek (ama oyunun sürprizlerini de açık etmeden) konudan söz etmek gerekirse, oyunun broşüründe yer alan iyi bir ifadesini buraya koyabiliriz: “Çerağ kadim bir sestir; bin yıllardır süren mağduriyetin, yok sayılmanın, katledilmenin sesi. Ve kadim bir ışıktır Çerağ; içine düştüğümüz karanlığı aydınlatan, cümle dertlerimizin delili bir ışık. Âlemin muradı dünyada cennettir diyenlere yol gösterendir Çerağ. Görmeyene göz, işitmeyene ses, unutmuş olana bir hatırlatmadır… Su diye inleyenlerin suyu, darağacında asılanların bedeni, ateşlerde yakılanların külüdür Çerağ. Bizler de onun anlatıcıları, delilin deliliyiz…”
Tüm bunlara eklenebilecek şey, söz konusu hatırlatmanın “Alevicilik yapılmadan” gerçekleştirildiğidir.
Günümüzdeki (daha çok yalnızca Ali’ye inananlar şekliyle ve İslam’ın içinde ayrıksı bir fraksiyon olarak anlatılan dinsel bakış açısı anlamında) Alevicilikle Çerağ oyununda anlatılanların hiçbir ilgisi olmadığını en başında söylemek son derece önemli. Çünkü doğayı ve onun içinde yaşayan insanın, yönünü her daim aleve-ışığa yöneltmiş varlığını ve varoluşunu konu ve merkez alan, onun en eski kültlerinden birini seyirciyle karşılaştırma çabası taşıyan bir oyun söz konusu olan. Çerağ, çıra sözcüğünden geliyor, günümüzde mumla karşılanıyor.
Çerağ oyunu, bir cem ayininin belki de 5-10 bin yıl önceki ritüelini kendisine yatak yaparak seyircisine şaşırtıcı bir atmosfer sunuyor. Sahnede dört oyuncu var. Dört çerağ’ın (mumun) yanarak belirlediği bu alanda, bir oyuncu (Yiğit Kocabıyık) var. Oyun başlayınca oyun kişisi kendini çerağcıbaşı Selman olarak tanıtıyor. Selman’ın, semah benzeri ritüelistik danslarla anlatısını izlemeye başlıyoruz. Mumlarla belirlenmiş bu küçük meydanı karşılıklı oturmuş, dansın ve sözün ritimlerini ortaya çıkaran iki bendir ustası (Halil İbrahim Şan, Mehmet Nihat Şan)ve ortaya oturmuş, çok eskil çağlardan bazı sesleri çıkaran, deyişleri, semahları ve mersiyeleri okuyan bir solist (Özlem Olcay)çevreliyor.
Anlatının teması için “İnsanlık tarihi” gibi bir deyimi kullanabiliriz. Belki yazar-yönetmen (Bülent Yıldız) ve oyuncuların böyle bir iddiası olmayabilir. Onlar bazı imgelerle zamansız ve mekânsız bir anlatının içinde ayine benzer sesler, deyişler ve danslar eyleyerek oluş halinde olmayı anlatıyorlar. Ancak Selman’ın replikleri ve epizodlar halinde bir anlatısı var. Örneğin bu anlatıda, bir okun kendisine doğru gelişiyle birlikte (birbirine çok uzak anakronik olaylara rağmen) gelişini sürdüren bir ok ve yaşanan zulümler var. Bu zulüm meselesi bu anlatıda önemli bir yerde duruyor. Çünkü bu kültü sürdüren göçebeler her dönemin yerleşik egemen düşüncesi tarafından baskılanıyor ya da egemen anlayışın geliştirdiği dinsel yaklaşımlar içine girmeye zorlanarak asimile ediliyor.
Günümüzde de Sünni-islam düşüncesinin egemen ve tek meşru düşünce (yaşam biçimi) haline getirilmek istendiği bir dönemde olduğumuzu bu noktada hatırlamalıyız. Belki oyunda açıkça söylenmeyen ama seyirciye belli bir yoğunlukla geçen önemli düşünceyi burada iyice açık edebiliriz.(Oyun eleştirisinin belki de en önemli işlevi bu tür tartışma düzlemlerini kurmak olabilir.) Günümüzde Sünni-islamcı hegemonyanın diğer dinsel anlayışları yok sayması ya da domine etmesi üzerine kurulacak bir eleştiri, hakikate ulaşma çabasında basit bir yaklaşım olurdu. Çünkü bu hegemonya salt ahlaki ve dini bir anlayışın vaazı değildir. Günümüz Aleviciliği bunu ne yazık böyle anlamakta, olan biteni salt dinci ve dinsel bir baskıymış gibi anlatmaktadır. Oysa günümüzün Sünni-islamcı egemen düşüncesi yalnızca kendi dinini vaaz etmekle sınırlı değildir; aynı zamanda sınıfsal bir konumlanış üreten gayet radikal bir politik düşüncedir de!
Çerağ oyununun odağında, salt günlük bir varolma kaygısıyla yaşamayan, derin mitsel konularla uğraşan ve bu alanda ritüellerle yaşamına boyut kazandıran, doğayla ve kendi dışında kalanla uyumu, eşitliği araştıran bir anlayış var. Elbet Çerağ oyunun bu anlayışında da sınıfsal konumlanış üreten gayet radikal politik çağrışımları var!
Çerağ ritüelinde diğerinin yüzüne bakmak, aleve bakmanın başka bir formudur. Bu düşünce, yani ötekinin varlığı olmadan kendini anlamanın olanaksızlığı düşüncesi, çerağ yoluyla günümüze ulaşmış en kadim düşünce ve eylemdir.
Çerağ ritüelinde, aydınlatıcı ama hiçbir zaman belirlenemez, hesaplanamaz, kendine özgü yalımları olan alev düşüncesi var. Kuşkusuz ateşin yakılması insanlık tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri; ateşin yakılacağı yerin iradi olarak belirlenmesi, söndürülmesi ve kontrolü de insanlık tarihinin büyük devrimlerindendir, ancak ateşin içindeki alev kıvrımları hesaplanamaz ve kontrol edilemezdir. Burası yaşamın özüdür. Onu anlamaya yaklaşan tek yol, belki de en etkileyici yol bedenin bunu yansılaması, bedenin devinimleri ve dansıdır. Bu anlamıyla danslar, sesler ve hikâye, anlatıda ruhu açığa çıkaran bir yalınlık yaratıyor. Çerağ oyununda uygulanan ve bizim de sahnedeki oyuncuda gördüğümüz şey böyle bir yalınlık taşıyor.
Aslında sözünü ettiğimiz bu yöntemin tiyatro tarihinde bir kuramcısı var. Yukarda sayılanların Grotowski’nin bir oyuncudan (ve aslında bir tiyatrodan) beklediği şeylerle benzeştiğini söyleyebiliriz. Sahnedeki yapı ve anlatı, tıpkı Grotowski’nin yöneldiği ve uygulamalarında öne çıkarmaya çalıştığı tiyatronun “yoksul” kalarak hiçbir şeyden yoksun olmayacağı, aksine bunun tiyatral alanı daha fazla zenginleştireceği olgusu Çerağ oyununda somutlanıyor. Tek bir oyuncunun bedeninde ve anlatısında gerçekleştirdiği ve bize yansılarken ulaştırdığı şey de aslında doğanın dışında bir varlık olmadığımız ve gerçeğin demine ulaşmak için başka şeye ihtiyacımız olmadığıdır.
Çerağ başında dans edenler her ne kadar bilinemez, kendine özgü, biricik canlar da olsalar bu ateşin içinde can olur, töz olur, köz olur, toz olurlar. Dans sırasında karşısındakinde var olur, onda yok olurlar. Kimse kimseye üstün ya da eksikli değildir. Çerağ oyunu, oyuncunun sahnedeki esrik oyunculuğu ve bedensel devinimleriyle, buna eşlik eden ve hatta buna yol veren bendirlerin esrik sesleri ve bu sesleri söze döken bin yıllık ezgilerin tınılarıyla izleyenleri o tozun ve tözün içinde buluşturmayı başarıyor.
Çerağ oyunu bizi şaşırtıyor, içimizde bastırdığımızı bile unuttuğumuz bazı yanlarımızın dışarı çıkmasını sağlıyor. Yiğit Kocabıyık, bazen dört kişiyi ayrı tartımlarla aynı sahnede bize gösterirken bunda koreograf Arzu Karaman’ın katkısını da açıkça görmekteyiz. Defjenler Halil İbrahim Şan, Mehmet Nihat Şan, Vokalde Özlem Olcay, müziğin tüm sanatların anası olduğunu hatırlatıyor. Oyunda kullanılan deyiş, semah ve mersiyelerin pek aşina olunmadık, neredeyse kıyıda köşe kalmış olanlardan seçilmesi, hatta çoğunun yeniden kurgulanarak düzenlenmesi önceden verilmiş müzikal kodlarımızı bozuyor ve böylece sahnede ne oluyorsa bizlerin de her şeyi o anda, orada yaşamamıza, hissetmemize neden oluyor. Müzik içimizdeki katmanları usulca çözmemize, hakikatimize ulaşmamıza aracılık ediyor.
Deneysel olanla seyirci karşısına çıkmanın riski malumdur ama konuyla örtüşen iyi bir yöntem, sağlam bir amaç, estetik bir denge yakalandığında bu tür bir ritüelistik oyunun gönlümüzü ve zihnimizi yenileme gücü… İşte burası gerçekten şaşırtıcı! Alışkanlığımızın dışına çıkarak Çerağ gibi bir oyunu izlediğimiz için mutluyuz.