Geçtiğimiz pazar yayınlanan “Karantinada Tiyatro” adlı yazımın tam da üstüne sosyal medyada Amerikalı tiyatro oyuncusu ve yazar Nicholas Berger’in yazısına rastladım. Medium adlı bir web sitesinin Culture başlığı altında 2 Nisan’da yayınlanan yazı Fatih Gençkal’ın çevirisi ile sahne sanatları portalı Mimesis’de yayınlandı. Özetle Berger yazısında dünyayı saran Covid-19 salgını karşısında tiyatro üretimine devam etmeyi doğru bulmadığını, kurumsal ve bireysel çabaların, online platformlardaki yayınların tiyatronun tanımlayıcı özelliği olan canlı oluşunu zedelediğini belirtiyor. Yazının tamamına https://www.mimesis-dergi.org/2020/04/unutulmus-bir-araya-gelme-sanati/ bu linkten ulaşabilirsiniz.
“Unutulmuş Bir Araya Gelme Sanatı ya da Tiyatrocular Neden Üretmeyi Bırakmalı” adlı yazı hızla sosyal medyada yayılırken tiyatro dünyamızdan birçok isim yazıya yaklaşımlarını paylaştı. Yazıya kelimesi kelimesine katılanlar, kısmen katılanlar ve yazıya hiç katılmayanlar vardı bu paylaşımlar içinde. Çokseslilik her daim iyidir diye düşünürüm, bu vesileyle bazı sevgili meslektaşlarımdan yazıyla ilgili fikirlerini aldım ve bu hafta sizlerle onları paylaşmak istedim.
Murat Daltaban (Oyuncu, Yönetmen, DOT Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni)
Tiyatro gerçek zaman ve mekandan kopma ritüelidir
Zorunluluklar ve kısıtlamaların yaratıcılığı artırdığına inanırım. Tiyatronun dinamiğinde problem çözümü, yaratıcılıktan güç alır. Zaman ve mekan kısıtlamaları, gerçek ve fantezi ilişkisi, “kuşkunun askıya alınması” motivasyonu, tiyatroda diğer sanatların çok ötesinde çözümler gerektirir. Seyirciyi de yaratıcı olmaya sürükler. Tiyatroda seyirci, edilgenlikten eyleme zorlanır bir bütüncül fikrin içinde. “Şimdi ve burada” tasarımının yaratılmasında önemli bir oyun kişisidir seyirci. Bu açıdan “şimdi ve burada” tasarımının öncesi ve sonrası da önem kazanır. Tiyatro bir araya gelip “gerçek” zaman ve mekandan kopma ritüelidir. Bu bilgiyle baktığımızda tiyatronun zorunluluğu onun büyüsünü yaratma koşullarıdır. Hikaye anlatmanın türlü yöntemleri olabilir. Bu koşulların dışına çıkmak da bir yoldur. Ancak ötesi başka isimlerle tanımlanacak bir yaratıcılık alanını getirir önümüze. Tiyatronun bazı temel alanlarını kullanan başka bir alan. Bir konseri ‘Spotify’de dinlemek, ‘Youtube’dan seyretmek, bir stadyum ya da barda izlemek nasıl müziğin tasarımıyla ilişkiliyse, hikaye anlatmak da tasarımıyla belirleyicidir.
Önemli olan çöp üretmemektir
Salgında zorunlu olarak internetten yayınlanacak olan ürünler oldukça kısıtlı şartlarda üretilecektir. Küçük ya da büyük olsun nihayetinde bir ‘prodüksiyon’dan söz etmek zorundayız. Yaratıcılık dışında prodüksiyon sorunları da işin parçasıdır. Ayrıca bu prodüksiyonun seyircinin donanımı da (bilgisayar, internet bağlantısı vb.) kalitenin belirleyicisi olacaktır. Bir standart mümkün değildir. Birçok detaydan vazgeçmek zorunda olunacak bir üretim sahasından bahsediyoruz demek ki. Bu üretim nihayetinde kesinlikle tiyatro olmayacaktır, tiyatrodan faydalanan bir başka üretim olabilir ancak. Teknoloji ve tiyatronun ilişkisi ayrı bir tartışma konusu, bunu geçiyorum. Yaratıcılığın teknoloji ile bir araya gelmesi, yapılan işin tiyatro olmasını gerektirmez. Önemli olan çöp üretmemektir. Faydalı bir üretim doğabilir, bu sanat eseri olmayabilir, bu kabul edilebilir ama çöp üretmemek kaydıyla.
Üreten sanat yapıyorum diye sevinmesin
Online tiyatro üretmeye çabalamak da gerekli değil. İyi donanımla çekilmiş de olsa online olarak yayınlanan tiyatro eserleri de tiyatro değildir, bir tiyatro oyununun uyarlamasıdır o noktadan sonra. Kamera seçer, tiyatroda ise kamera manipülasyonu yoktur. Seyirci tiyatroda özgürdür, istediği anı seçer, izler. Tiyatro boş alanı tolere etmez, kamera ise ihtiyacı olan anı kullanır. Durmak, daha üreticidir kimi zaman. Ama üretmek isteyene de yapma demek küstahça bir bilmişlikle gelir. Üretmenin ilk şartı da arzu duymaktır, tutkulu olmaktır zira. Üreten sanat yapıyorum diye sevinmesin, üretmeyen de sanat yapamıyorum diye yerinmesin. Yapılanların kıymetini ancak zaman verecektir.
Gülhan Kadim (Oyuncu- Kumbaracı 50, Altıdan Sonra Tiyatro Genel Koordinatör)
Çok hızlı tüketme beni endişelendiriyor
Nicholas Berger’in yazısı beni çok etkiledi. Her cümlesine tamamı ile katılmasam da… Bir süredir yaşadığım “durma” isteğimin, kelimelere dökemediğim endişelerimin karşılığını buldum sanırım. Hissettiklerimin kişisel bir depresyondan ibaret olmadığını gördüm. Özellikle yaşamakta olduğumuz, fakat aniden duran sezonun çok zorlu geçiyor olmasından kaynaklanan yorgunluklar ve bıkkınlıklar da üzerine eklenerek yazının hissettirdikleri çoğaldı. Tüm dünyanın yaşadığı bu olağanüstü durumun içerisinde dur durak bilmeden içerik üretmeye başlandı her koldan. Sadece ülkemizden bahsetmiyorum tabii, tüm dünyada tiyatrocular da benzer duygularla “üretmeye devam” ya da “arşivi paylaşma” fikriyle harekete geçtiler. Henüz ne yaşadığımızı algılayamadan, sindiremeden oluşan bu çok hızlı üretme ve sosyal medya aracılığıyla çok hızlı tüketme biçimi; beni endişelendiriyor, içime sinmiyor. “Hemen bir şeyler yapmamız gerekiyor”, “durmamalıyız”, “insanlara bir şeyler sunmalıyız” cümleleri içimde dolandıkça kilitlenme yaşadım. Yazının tam da bu cümlelere cevap veren bakış açısını çok değerli buluyorum. Kendi adıma bu mesleği neden yaptığımı, benim için ne ifade ettiğini düşünmeme ve bazı soruları hızlıca yanıtlamama imkan sundu.
Tiyatro iki boyutlu olamaz
İçerik sunma mevzusunda, içtenlikle yapılanları ayrı tutuyorum, fakat yapılanlarda sürekli seyredilme isteği ve beğeni toplama arzusunu hissettiğimde huzursuz oluyorum. Sosyal medya bu anlamda tuzaklarla dolu. Hızla üretilen içeriklerin aynı hızla tüketilmesi ve bundan memnun olma hali. Büyük değişimlerin, travmaların üretime dönüşmesi için demlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Elbette ki huzursuzluğum, bana kimseyi üretmeye çalıştıklarından dolayı yargılama izni vermez. Böyle hissettiğim için de ben yargılanamam diye düşünüyorum. Bu huzursuzluk, muhafazakârlık ya da değişime direnmek demek değildir. Kişinin kendi tiyatro yolculuğuyla ilgilidir. Uzun yıllar ensemble içinde çalışıp tiyatro yaptıysanız hisleriniz farklı olur, yolculuğunuz daha bireysel ise hissettikleriniz farklı olur. Tiyatro değişebilir, dönüşebilir, farklılaşabilir fakat iki boyutlu olamaz. Herkes kendisine iyi gelen şeyi yapmakta özgürdür, hele ki böyle bir zamanda. Belki başkalarına da temas eder, iyi gelir.
Süreç bittiğinde çok işimiz olacak
Yazıda katılmadığım tek şey “böyle yapılmalıdır, böyle yapılmamalıdır” dili. Bu dilden oldum olası hoşlanmam. Buna rağmen çok güçlü bir yazı. Ben; uzak durmayı, özlemeyi, anlamayı, sindirmeyi, zamanı geldiğinde dönüştürmeyi tercih ediyorum. Tiyatrocu olduğum için büyük sorumluluklar üstlenip kendime görevler veremiyorum çünkü ben de bir süreçten geçiyorum. Bu süreç bittiğinde çok işimiz olacak… İyileşmek, iyileştirmek, yeniden güzelleştirmek, anlam katmak ve paylaşmak için…
Murat Mahmutyazıcıoğlu (Yazar, Yönetmen – Bam İstanbul)
Yas tutmanın bir biçimi de üretmek
Yasaklara ve müdahalelere rağmen sahne son yıllarda sınırlı bir kitle için de olsa kamusal alan işlevi görüyor bizde. Tiyatronun bir sektör olduğu ülkelerden daha farklı etkiliyor bu kriz bizi. Şu an kendimizi tek özgür ifade edebildiğimiz sosyal medyadaki tüm denemeler paylaşımlar, niteliğine bakılmaksızın çok değerli. Hiçbir zaman buralara gelemeyecek bazı oyunları ve ekipleri de seyirci koltuğundaymışız gibi hayal kurarak izlemenin de hiç bir sakıncası yok, hatta ilerisi için birçok kişiye ilham vereceğini düşünüyorum. Yas tutma sonsuz bir döngü bu coğrafya için, yas tutmanın bir biçimi de direnmek ve üretmek.
Yeşim Özsoy (Yazar, Yönetmen, Oyuncu, Galata Perform Genel Sanat Yönetmeni)
Adapte olmayı tercih ediyorum
Ülkemizde özellikle tiyatro camiamızda sanatın ve tiyatronun ne olması gerektiğiyle ilgili çok kalıplaşmış fikirler var. Sanırım bu yazı da bu fikirlerden yola çıkarak günümüzde hissettiğimiz bu ani şokun etkisiyle birleşti ve yılgınlığı daha da büyüttü. Herkesin bu süreçle ilgili hayatla ve tiyatroyla olan ilişkisi farklı gelişiyor. Ben açıkçası bu sürecin aniden biteceğine inanmıyorum ve kalıcı bazı değişikliklere yol açacağını düşünüyorum. Tiyatroyla ilgili kalıplaşmış fikirlerimizin sorgulanma sürecinde olduğu kesin. Ben adapte olmayı tercih ediyorum. Fırtınaya bağırarak durması için sesimi yitirmek yerine fırtınanın içinden, rüzgarı arkama alarak geçmek istiyorum. Zaten bir süredir medya ve tiyatro ilişkisini sorgulayan, farklı disiplinleri bir arada düşünen bir yapımız var ve tiyatronun alanının her yer olduğu fikri üzerinden ürettiğimiz bir sürü projemiz var. Tek bir seyirci hatta hiç seyirci olmasa bile teatral bir durum yaratılabilir. Kaldı ki dijital alan çok farklı bir uzam ve seyirci alanı açıyor. Bu önümüzdeki süreç bunları araştırmak, kendimizi geliştirmek, düşünmek açısından bence bir fırsat sunuyor. Belki yepyeni bir form oluşturmak lazım; bu zamanın dilini bulmak…
Tüm atölyelerimizi online hale getirdik
Kendi alanında arşiv olsun, yarattıkları hikayelerle evlerinden seslenmek olsun bir çaba gösteren herkes ise çok değerli bence. Sadece kendileri için bunları yapsalar bile onların bu süreçteki mevcudiyetleri kendileri dahil hepimize iyi gelecektir. Ve biraz daha tahammül bu zamanda… Gelecek bizi nereye götürecek düşünmek lazım. Şu an bir geçişteyiz. Orası kesin. Biz tüm atölyelerimizi online hale getirdik ve Kasım 2020’de gerçekleşecek 9. Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’nin temasını “GELECEK” olarak belirledik ve online olmasına ekip olarak karar verdik. Şimdiden bunun araştırması içindeyiz. Tabii ki yine yan yana geleceğiz ama o zamana kadar elimizden geldiğince var olacağız, yaşayacağız ve yaratacağız.
Doğu Yaşar Akal (Yönetmen)
Mücadele ve oturmak hiç bu kadar yakınlaşmamıştı
Krizler tiyatronun beslendiği derin havzalardır benim gözümde ama bu seferki durum farklı. Önümüzde uzun bir zamanın olduğu belli, özellikle bizim gibi sürecin şeffaf yönetilmediği, halen politik kutuplaşmanın hız kesmeden devam ettiği, insanların yaşamlarını sürdürmek için çalışmak zorunda olduğu bir ülkede. Krizin ilk günlerinde tiyatroların kapatılmasına, sosyal medyadan isyan eden arkadaşlarımız vardı. Bu elbette ki eleştirilecek bir şey değil, ülkede son beş içinde olan bütün krizlerde ilk önce tiyatrolar kapatıldı. Ancak durum bu sefer başka. Özetle tiyatro ve gösteri sanatlarının özüne saldıran bir salgınla evimizde oturarak mücadele etmeliyiz. Mücadele ve oturmak hiç bu kadar yakınlaşmamıştı belki birbirine. Bu sürecin akabinde dünyanın birçok önemli tiyatrosu, geçmiş yapımlarını erişime açtı. Şahsen ben izleyemiyorum bu önemli yapımları, bana tiyatro izleme hissi vermiyor. Kendimi orada hissedemiyorum. 13 inçlik bir ekrandan tiyatro izleme keyfi alamıyorum ama elbette bunun aksi örnekleri de var. En azından sosyal medyadaki paylaşımlardan bazı meslektaşlarımın bu yapıtları takip ettiğini görebiliyorum, ne mutlu onlara.
Sosyal medya da ‘tiyatro’msu işler üretmek
Bir başka boyutu da bu işin üreticileri… Bir yönetmen olarak benim hayattaki en mutlu zamanlarım bir oyunun provasında olduğum zamanlar. Zaman daraldıkça kolektif olarak yaşadığımız heyecan. Seyircinin bizim hayalimize inanması ve ortak bir hayal dünyasında buluşmamız. Bir aydır bundan mahrumuz, uzunca bir süre de mahrum olacağımız ortada. Bu noktada Berger’in düşüncelerine katılıyorum. Panik yapmadan, unutulma telaşesine, sevilme arzusuna yenik düşmeden beklemeliyiz. Şu anda tiyatro yapma arzumuz bir süre dizginlenebilir. Sosyal medya da tiyatromsu işler üretmek bana bir şeylerin durmadığı hissinden çok bir çırpınış, bir debelenme gibi geliyor. Uzun vadede dijital ortamın doğuracağı yeni sanatsal formlar keşfedilebilir. Yeni sanat türleri oluşabilir. Bu formlar oluşurken elbette ki tiyatrodan ödünç alacağı bazı şeyler olabilir ama kanımca o da ‘tiyatro’ olmayacaktır. Bu süre zarfında, beklemek, durmak, düşünmek, bir şeyler yazmak, çizmek, hemen üretip paylaşmaktan daha mantıklı geliyor bana. Bunun aksini düşünenler de var, süre uzadıkça daha da olacaktır.
Aklıma bazı sorular geliyor
İnsanlar bu süreci hızlı üretimlerini paylaşarak geçirmek isterlerse bu da olabilir. Herkes bu süreci kendiyle geçiriyor, bireysel çözümler üretiyor. İnsanlar yazdıklarını, okuduklarını paylaşarak kendilerini daha iyi hissediyorlarsa bu da bir yol. Ancak bu noktada aklıma bazı sorular geliyor. Salgından önce zaten dünya çok hızlı dönmüyor muydu? Zaten çok fazla aceleci tiyatro oyunu yapılmıyor muydu? Zaten birbirimizle girdiğimiz rekabet ve yarışma duygusu bizi yıpratmıyor muydu? Şimdi biraz yavaşlasak, her şeyin normale döneceği zamanlara daha olgun, etkileri uzun süre devam edecek oyunlar hazırlasak daha doğru olmaz mı? Bu süreci bir duraksama ve zamanı bugün bıraktığımız yerden daha değerli kılacak bir dünyaya dönüştürmek için olasılık olarak görmek, beni asıl heyecanlandıran bu.