Genco Erkal: Demokrasi Bayramı’ndan Çekiniyorum

Pinterest LinkedIn Tumblr +

genco erkal_tulay gunal[Ceren Çıplak’ın Genco Erkal ve Tülay Günal ile yaptığı ve Cumhuriyet’te yayınlanan söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz.]

Nâzım ve Brecht “Güneşin Sofrasında” buluştu… Usta tiyatro sanatçısı Genco Erkal, bu büyük iki ozanın şiirlerini, şarkılarını uyarladı ve yeni açıkhava sahnesinde seyirciyle buluşturdu. Güneşin sofrası, Moda’daki Kadıköy Lisesi’nin içindeki tarihi Mahmut Paşa Konağı ve bahçesine kuruldu… Bu gösteride, Genco Erkal ile Tülay Günal başrolde sanıyordum, ancak izleyince esas rolü oradaki kedilerin ve martıların kaptığını gördüm.

Bu söyleşiyi yaptığımız gün henüz darbe girişimi olmamış ve iktidar yöneticilerince ‘demokrasi bayramı’ ilan edilmemişti. Tekbirli ‘demokrasi savaşçıları’ henüz sokağa çıkmamıştı. Camiilerden sabaha kadar sela okunmamıştı… Ancak 15 Temmuz gecesinin sabahında yaşananlara dair kısa değerlendirmeler alabildim Genco Erkal’dan. Nâzım ve Brecht, 1. Dünya Savaşı’nın içine doğup 2. Dünya Savaşı’nı görmüş iki ozan. Dünyanın çok acı çektiği bir dönemin insanları… İkisi de sürgün yaşamış. Bize dünyanın bütün hallerini anlatan Nâzım ve Brecht’in dizeleri bir ‘düzeni anlama bayramı’… 15 Temmuz gecesi yaşananları da…

Nâzım Daha Duygusal

Nâzım ve Brecht’in düşünsel ve ruhsal DNA’sına baktığımızda kardeş çıktığını söyleyebilir miyiz?

Genco Erkal: Elbette, tamamen. Bir kere dünya görüşü aynı. Öyle olduğu için tabi ki ikisinin kişiliği ayrı, ama sonuçta beyin ve yol yöntem aynı şeyi söylüyor. İkisinin de çok değişik karakterler olduğunu görüyorum. Nâzım daha duygusal daha romantik daha yürek adamı tabi kafa da var ama yürek baskın. Brecht’de beyin önde yürek arkaya gizlenmiş ve müthiş bir mizah gücü var. Bütün dünyaya alaycı bakan bir bakış açısı.

Tülay Günal: Çektiği acılar da benzer. İkisinde de eşit toplum ve adil düzen isteği var. Bugüne baktığımızda ikisinin de sözlerinin hâlâ geçerli olduğunu hâlâ bir adalet arayışı içinde olduğumuzu görüyoruz.

İyi bir dünya bırakanlar

Brecht, “önce düzeni değiştir sonra insanı sorgula” mantığını işliyor. İnsanın önce kendini sorgulaması gerekmez mi?

G.E: Bunun öncesi sonrası yok, ikisi beraber olması lazım. Önce onu sorgulayayım sonra bunu derseniz o sorgulama hiçbir zaman olmaz. Düzeni değiştirilirken bile insanın insan olması lazım. Çünkü bakıyoruz Sovyetler’de de en güzel amaçlarla en baskıcı düzeni kurulmuş değil mi?

T.G: Brecht’in şiirinde “İyilik neye yarar” diye soruyor. “İyi insan olacağınıza öyle bir yere getirin ki dünyayı iyilik beklenmesin, bir gün çekip gittiğinizde iyi insan diyeceklerine iyi bir dünya bıraktı diyebilsinler” diyor. İyilik tek başına bir şey ifade etmiyor Brecht için.

Köpekbalığı Hikâyesi

Brecht, küçük hikâyesinde “Köpekbalıkları insan olsaydı küçük balıklara daha iyi davranır mıydı?” diye soruyor ve şöyle yanıtlıyor: “Tabii! Köpek balıkları insan olsaydı, küçük balıklar için denizin dibinde sandıklar yaptırır, sandıkların içine her çeşit yiyecek koyar, her türlü sağlık önlemini alırlardı. Çünkü sağlıklı ve besili balıkların eti daha lezzetli olur. Büyük sandıklar içinde okullar da bulunurdu elbette. Küçük balıklar bu okullarda köpekbalıklarının boğazından nasıl geçeceklerini öğrenirlerdi. Kuşkusuz en önemli sorunlardan biri küçük balıkların ahlak açısından eğitilmeleri olurdu. Küçük bir balığın kendini isteyerek feda etmesinin en büyük, en yüce erdem olduğu öğretilirdi bu okullarda. Köpek balıkları insan olsaydı, bir dinleri de olurdu. Bu din, küçük balıkların ancak köpek balıklarının karnında gerçek hayata kavuşacaklarını öğretirdi…” Bu hikaye tüm düzeni anlatıyor değil mi?

G.E: Brecht’in dehası, zekası, mizah gücü inanılmaz.. Küçücük bir hikaye ama her şeyi anlatıyor, savaş, din, düzen ve adalet.

Brecht’in köpekbalığı hikayesini okuduktan sonra Nâzım’ın dizesinden referans alarak soruyorum, biz derya içinde küçük balık olduğunu bilmeyen balıktan da mı tuhafız?

G.E: Çok güzel bağdaştırmışsınız. Ben ikisini beraber düşünmedim ama birbirlerini tamamlıyorlar. Nazım ile Brecht, iki kardeş bir arada.

‘Camilerdeki Hareketlilik Endişe Verici…’

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşadığım darbeler koleksiyonuna bir yenisi daha eklendi. Atlattık çok şükür. Herkese geçmiş olsun. Bildiğim darbelerden en çok Talat Aydemir kalkışmasını hatırlattı bana. O dönem Ankara turnesinde “Aslan Asker Şvayk” adlı oyunu oynuyorduk. Bütün gece boyunca tanklar, uçaklar, radyodan mesajlar sürdü. Saman alevi gibi söndü gitti sabaha karşı. Bu da biraz öyle oldu. Özellikleri vardı gece yaşananların. Çarpıcı değişik özellikler arasında şunları sayabilirim. İlk kez yöneticiler halkı sokağa çıkmaya çağırdı. Bu nedenle de ölümlere neden oldu.

Bir de camilerin katkısı. Bu da ilk kez görülüyor. İktidarın din ağırlıklı özelliği, darbe karşıtı mücadeleye camilerin de katılmasını sağladı anlaşılan. Çeşitli semtlerde gece boyunca camilerden sala verildi. Cihat çağrıları yapıldı. Cuntacıların da dini misyon taşımaları da bu konuda itici güç oldu diyebiliriz. Ne yazık ki ülkemizde dini referanslar gittikçe daha etkili oluyor. Camilerdeki bu hareketliliği endişe verici buluyorum. Laik bir cumhuriyette hem iktidarın hem karşıtı olan cuntanın dini kimlikleri nasıl bir ülkede yaşadığımız ve yakın gelecekte daha neler yaşayacağımız konusunda alarm veriyor. Büyük bir badire atlattık gene. Ordu içinde, gücünün ne olduğu tam olarak bilinmeyen gizli cunta bu olay sayesinde deşifre oldu. Sürdürülecek soruşturmalar sonunda gerçek boyutu iyice ortaya çıkacak. Bir temizlik olacak. Bu da az bir şey değil. Artık bu ülkede darbe filan olmaz diyorduk ama burası Türkiye. Sürprizler ülkesi, bakalım daha neler yaşayacağız.

Sokağa çağrı neden?

İktidarın ‘sokağa çıkın’, ‘meydanlara sahip çıkın’ çağrısına yorumunuz nedir?

Bu çok tehlikeli. Her türlü provokasyona açık ortamlara halkı çağırmak çok tehlikeli. Tahrik halindeki kitleleri nasıl kontrol edeceksiniz?

15 Temmuz gecesine ‘demokrasi bayramı’ deniyor…

Baştakiler bu olayı iktidarlarını pekiştirmek ve çok özledikleri başkanlık sistemine ulaşmak için bir fırsat olarak kullanmak niyetindeler. Yoksa olay bitmişken neden kitleleri meydanlara çağırsınlar? Bundan sonraki gelişmeleri endişeyle bekliyorum. Ben bu ‘demokrasi bayramı’ndan çekiniyorum.

‘En baştaki adamın yaptığı sivil darbedir’

Siz (Genco Erkal) üniversitede psikoloji okuduğunuz için şu soruyu sormak isterim: Türkiye’nin bugünkü psikolojine nasıl bir teşhis koyarsınız, ‘acil servise mi gidelim?

Türkiye çıldırmış. Müthiş bir arayış var ama her yer tıkalı. Birtakım insanlar tepede durmuşlar, her şeyi bize dikte ediyorlar ve kimsenin gıkı çıkmıyor. Güçlü muhalefet yok. En tepemizdeki isim, Başkanlık ilan edilmiş gibi davranıyor, “ben yaptım, oldu, yasalar arkamdan gelir” diyor. Bu resmen sivil bir darbedir. Hatta darbe ötesi bir şeydir.

Dünyanın hiçbir demokrasi ülkesinde bu olabilir mi? En baştaki isim, kanunlara, yasalara en saygılı olması gereken kişi ‘ben yaptım böyle olacak’ diyor. Kimsenin de gıkı çıkmıyor. O kadar yargıç var öyle teslim olmuş haldeki herkes… 23 Nisan, terör olayları nedeniyle iptal edildi fakat iktidarın bir gövde gösterisi olan köprü açılışında millet çıkıyor göbek atıyor. Bir gün evvel Atatürk Havalimanı’nda patlama olmuş ertesi gün neler yapılıyor. Sağlıklı bir toplum değiliz. Senin cenazen benim cenzem, senin başarın benim başarım. Tamamen bölünmüşüz, birleşen bir şey yok. Suudi Arabistan kralı öldüğü zaman yas ilan edildi, tiyatrolar kapandı sonra bu Suudi prenslerinin Bodrum kıyılarına kiralık mankenlerle gelmişler, vur patlasın çal oynasın…

Yaşamak ümitli bir iştir” diyorlar, sizce yaşamak nasıl bir iş?

G.E: (Suskunluk) yaşamaktan yoruldum.

T.G: Genco Abim sana olmadı bu laf.

G.E: Nâzım’ın dediği gibi yaşamak şakaya gelmez büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın. Yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden. Ne güzel söylemiş, bize söyleyecek laf kalmamış.

T.G: “Yetmişinde bile zeytin ağacı dikeceksin…”

Oyunda, “Bazıları da böyle işte. İlle düzeltecekler dünyayı / Aldırma boş ver, böyle hayat / Cebin doluysa bak, yaşamaya rahat” sözlerini ‘lacivert ekose ceket’ giyen biri söylüyor! Kimdir o?

G.E: Bilmem benzerliktendir! Bugünlerde trend oldu. Herkes giyiyor. Bütün başbakan adayları aynı ceketi giydiler, hangimiz başbakan olacağız diye beklediler en çok yakışan başbakan oldu. Ben de giyiyorum belki banada bir şey düşer diye!

‘Suriyelilere bol keseden vatandaşlık vermeyelim’

Nâzım ve Brecht insanın insanca yaşamasına dair cümleler kuruyor, peki bugünkü ortak serzeniş insanlıktan uzaklaştığımız mı?

G.E: Daha iyi bir dünya arayışı hiç bitmez. Bu güzel bir arayış. Moralimizi bozmak için her şey var, ama insanın insanı sömürmediği, barışın, paylaşımın olduğu, herkesin birbirinin haklarına saygılı dünya arayışı bitmez. Nâzım ve Brecht o arayışı simgeleştirmiş, ikisi de en güzel dünyaları özlemişler, özlem olarak kalmış. Zaten bir yerde diyor ki Nâzım? “Ne devlet ne para insanın emrinde dünya, belki yüz yıl sonra, mutlaka bu böyle olacak ama.” Bunu dediğinden beri yüzyıl geçtiği halde olmadı ama önümüzdeki yüzyılı bekleyip mücadele edebiliriz.

Daha iyi bir dünya için ne yapmak lazım?

G.E: Reçeteyi bilsek hemen yapardık.

T.G: Bilim, tarih ve sanatın ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktan vazgeçmemeliyiz. Nereden gelirsek gelelim, kendimizi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, “öteki” dediğimiz, “başkası” dediğimiz insanları da düşünerek yaşamalıyız. Mesela bugün ülkemizdeki göçmenler, mülteciler… Bu insanlar isteyerek bırakmadı yurtlarını. Bir gün biz de öyle olabiliriz. Bizim başımıza gelmeyecek gibi yaşıyoruz.

Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

G.E: Çıkarcı bir politika. Siyasi hesaplar var. Çok garip bir şekilde bu konuda her iki taraf bir arada. Bir büfe sahibi, iktidar yanlısı, sürekli tartıştığımız biri bana “Her konuda konuşuyorsun, gazatecilere Suriyeliler gelmesin desene” dedi bana…

Bence de Suriyelilere vatandaşlık verilmesin. Bu insanların çoğu bayramda ülkesine ziyarete gidebilmiş. Mülteci demek artık ülkeme dönemiyorum demek… Hem üzülüyorum, insanın yüreği de dayanmıyor. Onlara destek olalım ama öyle bol keseden, alelacele vatandaşlık vermeyelim.

Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan, Osman Gazi köprüsü için “Geçen de geçmeyen de para ödeyecek” dedi ve Deli Dumrul hikâyesine benzetildi. Siz ne dersiniz?

G.E: Bu tavır yandaşlara ceza olsun. Her şeylerine evet diyorlar, her şeylerine hayran oluyorlar, her şeylerini kabul ediyorlar ya, başlarına böyle örnekler geldikçe görecekler. Hadi bakalım geçseniz de geçmeseniz de ödeyin.

Başbakan Binali Yıldırım’ın “acil servislere artık kız bakmaya gidiliyor” demecini nasıl yorumluyorsunuz?

G.E: Çok absürd, saçmanın ötesinde. Gariban, espri yapıyorum sanıyor herhalde.

T.G: Böyle sözlere artık gülemiyorum, direkt reddediyorum. Aklı başında hiç kimse böyle bir açıklamayı ciddiye almaz.

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.