Festivale Gözlemeci Adlı Anonim Orta Oyunuyla Katılmak
Banu Çakmak
Tanzimat fermanının ilanından bugüne yani yaklaşık iki yüz yıldır, resmi olarak yüzünü batıya dönmüş, çağdaşlaşma gerekliliği nedeniyle batılılaşma yoluna girmiş bir milletiz. Önceki yüzyıllar boyu genel deyimiyle doğulu olan bir toplum için bu, zorlu bir deneyim. Batılılaşmanın her alanda bir gereklilik olarak karşımıza dikilivermesi, kültür sanat alanını, nihayet tiyatroyu da etkilemiş. Her alanda olduğu gibi tiyatroda da, batılı tarzı benimsemek yaygın bir eğilim olurken, zaten batılı anlamda bir tiyatromuz olmadığı buna gerekçe olarak gösterilmiş. Metne dayanmadığı, bir binada oynanma zorunluluğu duyulmadığı için geleneksel tiyatromuz, tiyatro olarak görülmemiş, yasaklanmış, ilkel, kaba, ahlaksız addedilmiş. Tanzimat’ta Teodor Kasap ile Namık Kemal üzerinden görülen bu tartışma yüzyıllar boyu sürmüş, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve Muhsin Ertuğrul arasında da benzer bir fikir ayrılığına neden olmuş. Tartışmada galip gelen, batılılaşma ve batı tarzı tiyatronun benimsenmesi olunca bunun sonucu, bilinen bir tabirle geleneksel tiyatromuza sırtımızı dönmemiz olmuş.
Bir masal gibi anlatılan bu süreç, masalların tersine mutlu sonla bitmiyor. Çatışmada batı tiyatrosu anlayışı tiyatro geleneğimizi bir anlamda öldürüyor. Ancak ölen bu tiyatro geleneği öte dünyada pek rahat değil gibi. Çünkü hala tiyatro anlayışımızın içine sızacak gedikler buluyor, daha önemlisi seyircinin zihninin bir köşesinde, belki de bilinçaltının derinliklerinde yaşamaya devam ediyor. Seyirci izlediğinde bu türe yakın bir şeyler arıyor, bunları bulduğunda keyif duyuyor. Öyleyse masalın sonunu değiştirmek, geleneksel tiyatromuzun ölüme mahkum edilmiş türleriyle yeniden hesaplaşmak gerek. Ancak bu pek kolay değil çünkü Tanzimat’ta yerleşen bakış açısı, aynı şekilde ve hatta daha katılaşmış olarak varlığını sürdürüyor. Batılı bir anlayışla kurulmuş konservatuarlarımız ve kurumlaşmış tiyatrolarımızda, geleneksel tiyatromuzdan bir ize rastlamak güç. Araştırıldığında rahatlıkla görülüyor ki, ülkemizdeki tiyatro bölümlerinin çoğunda, geleneksel tiyatromuza ilişkin dersler yok denecek kadar az, uygulamaysa hiç yapılmıyor. Kurumlarda da klasik batı dramlarının ağırlığı altında bu yerli kaynak kendine pek yer bulamıyor. Hal böyle olunca, özellikle yeni nesil bu türleri tanımıyor, bilmiyor bu yüzden de onları anlayıp dönüştürmesi mümkün olmuyor. Bu nedenle geleneksel tiyatromuzla buluşmak, onunla hesaplaşmak için, bunu yapacak olan gençlerin öncelikle onu iyi tanıması gerekiyor.
Harmancık
Bütün bu veriler ışığında, geleneksel tiyatromuzu daha iyi tanımak, anlamak amacıyla, öğretim görevlisi olarak çalıştığım Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü’nde, vermekte olduğum Kent Tiyatrosu Geleneğimiz dersi kapsamında, ikinci sınıf öğrencileriyle Gözlemeci adlı bir anonim orta oyunu çalıştık. Eğitimin ilk yıllarını gerek kuramsal gerek uygulama alanında batı tarzı klasik dram anlayışı ve psikolojik gerçekçi oyunculuk yöntemi odağında çalışan oyunculuk ve dramatik yazarlık öğrencileri, ikinci sınıfta, bu derste ilk kez geleneksel tiyatromuzdaki göstermeci, soyut anlayışla karşılaşınca afallıyor, teorik olarak anlatılanlar yerli yerine oturmuyordu. Anlatılanları somut olarak göstermek, geleneksel tiyatromuzu tanıyıp anlamak adına, kuramsal olan bu dersi bir uygulamayla pekiştirmek istedik.
Karacabey
Öncelikle orta oyununun iki öyküsünü, Kavuklu’ya iş bulma, Zennelere ev bulma izleklerinin ikisini birden barındıran, keyifli bir oyun olan Gözlemeci metnini seçtik. İşsiz olan Kavuklu’nun Hırbo’nun yanında işe girmesi, ev arayan zennelerin onun karşısında ev tutmasıyla başlayan oyunda, çeşitli tipler dükkana gelip komediyi doğurur, Kavuklu’nun zennelerle yakınlaşması mahallede söylentilere neden olunca, Kavuklu zennelerden biriyle evlendirilir. Cevdet Kudret’in derlediği elli sayfalık metni güncelleyip yeniden düzenleyerek on sayfaya indirdik. Zira metin bugün için yaşayan espriler içermediğinden o haliyle oynanamazdı. Ne var ki çalışırken bu metni de kullanmadık, öğrenciler kanavayı bir kez okuduktan sonra doğaçlama yapmaya başladılar, metni ellerine almaları, tabiri caizse yasaktı. Böylece her prova ve her oyun yeni bir doğaçlama süreci gibi işlerken, öğrenci, klasik batı dramının gerçekçi oyunculuğunun taban tabana zıttı bir doğrultuda oynamayı deneyimledi. Bu deneyimin oyunculuk açısından zaman zaman zorlayıcı olduğunun da altını çizmek gerek.
Keles
Oyunu önce Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bahçesinde, ardından Ramazan etkinliklerinde, Mudanya Mütareke Meydanı ve Güzelyalı Cumhuriyet Meydanı’nda oynadık. Öncelikle oyunda çalışan öğrenciler, ardından da Mudanya halkı oyunu çok sevdi, hatta her oyuna tekrar gelen bir seyirci kitlesi oluştu. Zira hiçbir oyun bir öncekine benzemiyor, metin ve espriler, her oyunda, o akşamki izleyici kitlesinin enerjisi ve katılımına göre şekilleniyordu. Oyunu çok seven ve halk tarafından sevildiğini gören öğrencilerin isteğiyle, “orta oyununu gençlere tanıtmak ve sevdirmek” amacıyla, 20. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivaline katıldık. Bursa Kültür Sanat Turizm Vakfı ve Assitej oyuna sahip çıktı, geleneksel tiyatromuzun kaynağı olarak gösterilen Bursa’da, oyunun mümkün olduğunca fazla oynanması gereği üzerinde duruldu. Bu nedenle altı günlük festivalin dört gününe, beş oyun sığdırdık. Bu arada festivalde en çok oyun oynayan ekip olmamıza koşut olarak, maalesef kendi oyunumuz dışındaki oyunları pek izleyemedik. Zira bu yıl vakfın, festivali merkezden çıkarıp Bursa’nın çevresine yaymak arzusu nedeniyle, oyunumuzu Keles, Karacabey, Harmancık, Mudanya, Kemalpaşa’da oynamamız istendiğinden, çok fazla yolculuk yaparak deyim yerindeyse kumpanya tiyatrosuna dönüştük. Yaşanan süreç bizim açımızdan hem keyifli hem de zorlu ve yorucu oldu. Burada bir parantez açıp bu yaygınlaştırma politikasının artı ve eksilerini sunmak isterim. Bu durum kuşkusuz tiyatroyla tanışmamış, merkeze uzak kalmış halk için faydalı bir girişim ancak bu halk sınırlı sayıda oyunla buluşsun diye, festival katılımcıları da, festivali takip eden izleyici de ulaşım zorluğu nedeniyle sıkıntı yaşıyor. Böylece merkezde de çevrede de sınırlı sayıda oyun izlenmiş oluyor ve festivalin verimi düşüyor. Bunun üzerinde yeniden düşünmek gerek.
Mudanya
Gözlemeci’nin festival serüvenine dönecek olursak, oyunu açık havada oynayamamanın büyük sıkıntılarını yaşadığımızı söylemekle söze başlamalıyım. Bilindiği gibi orta oyunu açık havada, çevresi seyirciler tarafından kuşatılmış, onlarla eşit düzeyde konumlanılan bir meydanda oynanır. Festival öncesinde meydanlarda oynamayı ne kadar talep ettiysek de, yayınlanan yönergede açık havada oyun oynanması yasaklandığı için, oyunu çeşitli salonlarda oynamak zorunda kaldık. Dahası salonların pek çoğunda sahne vardı. Orta oyununun adına ve doğasına aykırı olan bu durum, ister istemez oyunun enerjisini, seyirciyle yaşanan diyalog ve alışverişi sekteye uğrattı. Böylece bu oyunların neden meydanlarda oynandığını anlamış olduk. İlginç olan bir başka anekdot ise, gittiğimiz her yerde sahnesi olan salonların büyük bir övgü duyması, sahnenin bizi memnun etmesi gereken bir şey olarak sunulmasıydı. Bu yaklaşım tiyatro anlayışımızdaki çerçeve sahneye yönelik koşullanmışlığımızın önemli bir göstergesi oldu. Orta oyununu gençlere doğru bir şekilde tanıtmak ve oyunun doğasına uygun atmosferi bir parça olsun sağlamak için elimizden gelen küçük çözümler ürettik. Karacabey ve Mudanya’da sahnenin iki köşesine seyirci oturttuk, Keles’te sahneye seyircilerin arasına dek uzanan tahtadan bir uzantı ekledik, Harmancık’ta ise sahneyi iptal edip sahnenin önündeki bir boşlukta oynadık. Kemal Paşa’da oynadığımız düğün salonu, oyunun doğasına en uygun mekandı.
Kemalpaşa
Oyunda mekan kadar önemli olan bir başka nokta da seyirci kitlesi oldu. Karacabey’de oynanan ilk oyunun bu açıdan pek verimli geçtiği söylenemez. Çünkü vurguyla üstünde durarak oyunu liseli gençlere, on beş yaş üstü seyircilere oynayacağımızı belirttiğimiz halde, oyuna on bir yaşlarında ilköğretim öğrencileri geldi. Oyunu anlamadılar, dinlemediler ve gürültü nedeniyle oyunu hızla bitirmek zorunda kaldık. Öte yandan yetişkin olan öğretmenler de öğrencilerden farksızdı. Oyun boyu telefonla konuşup öğrencilerin gürültüsüne karşı kayıtsız kaldılar. Talep edilen yaş grubunu göndermeyen milli eğitimin tiyatroya yaklaşımını gösteren bu örnek, hala bir seyir alışkanlığı ve terbiyesi edinemediğimizin de göstergesi. Bu olayın ardından vakıf, bütün yetkilileri yeniden arayıp yaş konusunda hassas olunması gerektiğini yeniden ifade ettiği için, sonraki oyunlarda böyle bir sorun yaşamadık. Mudanya’da vakıf ve Assitej üyeleriyle, festivale katılan diğer gruplara oynanan oyunda, atmosfer daha ciddiydi. Oyuncular bu kez de söz konusu kitleyi hedef alan esprilerle salonu hareketlendirmeye çalıştı. Diğer ilçelerde, Keles, Harmancık ve Kemalpaşa’da oyun, lise öğrencilerinin ilgisiyle karşılandı. Oyunun doğaçlamaları, oynanan ilçeye ve hitap edilen lise öğrencilerinin kültür ve alışkanlıklarına göre yeniden şekillenmişti. Kendine yakın esprilerle karşılaşan gençler çok ilgiliydi. Kendisine sataşılan bir tiyatro biçimine alışık olmadıklarından kimi zaman şaşırdılar, çoğu zaman güldüler, kendisine sataşan oyuncuya karşılık verenler bile oldu. Orta oyununu tanıtmak ve sevdirmek amacıyla çıktığımız yolda, gençlerden, amacımıza ulaştığımızı gösteren önemli cümleler de duyduk. Çoğu, tiyatroya ilk kez gittiğini ve tiyatroyu çok sevdiğini söyledi. Aralarında “Ben de mutlaka oyuncu olmalıyım. Annemler çok kızacak ama oyuncu olmak için elimden geleni yapacağım.” gibi cümleler kuranlar dahi oldu. Yapılan faaliyetin bu güzel geri dönüşü, hiç kuşku yok ki, toplumsal bilinçaltımızda yaşayan, tanıdık bir tiyatro formu olan orta oyununu seyretmenin zevkinden kaynağını alıyor.
Bu verimli sürece karşın, festival katılımcılarından duyduğumuz aksi yönde cümleler pek iç açıcı değildi. Oyunun Mudanya’da oynandığı günün akşamı, festival katılımcılarıyla gerçekleştirilen söyleşide yapılan eleştiriler, tiyatronun içindeki kişilerin de bu türü yeterince tanımadığını ve hala ikincil gördüğünü düşünmemize neden oldu. Darbuka, zil ve def dışında enstrümanımız olmayışı, danslarda koreografi yapılmamış olması, oyunda espri için ayrımcı bir söylem kullanılması eleştirildi; argo ve hicivde ileriye gittiğimiz, popüler olanı çok fazla malzeme ettiğimiz ve hiçbir mesaj vermediğimiz söylendi. Orta oyununu iyi bilen biri için bu eleştirilerin cevabı son derece net ancak bir kez daha söylemekte yarar var. Orta oyunu halkın kendi imkanlarıyla, beraber eğlenme ve beraber üretme mantığıyla sergilendiğinden bu oyunlarda gelişmiş enstrümanlara rastlanmaz. Sözlerin bile doğaçlama olduğu oyunda, kurallı bir koreografiyle yöresel danslar yapmak onun doğasına aykırıdır. Temel hedef gülmece olduğu için her şey hatta gerekirse ayrımlar bile ona malzeme edilir, hedefsiz her şey alaya alınır: Siyahiler, zeka sorunu olan çocuklar, fiziksel kusurlular ve daha fazlası… Popüler halk tiyatrosu olduğu için argo ve küfür vazgeçilmezdir, halk bunu sever, metinler ağza alınmayacak küfürlerle doludur; adından anlaşılacağı gibi, popüler ve gündelik olan da ana malzemelerden biridir. Kaldı ki liseli gençlerin oyunu sevmesi, tam da onların kültür ve alışkanlıklarından olan popüler malzemeler nedeniyle oldu. Son olarak orta oyunu mesaj kaygısı gütmez, amaç gülmecedir, mesaj ya da sistemli bir toplumsal eleştiri içerse, zaten imparatorlukta oynanması mümkün olmazdı. Güncel göndermeler güldürünün içinden bir parça ele gelir ama kahkahanın içinde kaybolup gider. Bu kadar fazla yorulduğumuz ve izleyiciden tam verim aldığımız bir etkinlikte, katılımcılardan bunları duymak bizi üzdü. Ancak daha üzücü olanı, türün, tiyatro alanında yeterince bilinmiyor ve görece değersiz görülüyor oluşuydu…
Söyleşi
Bütün bunlar bir tarafa, festival süreci bizim için kimi zaman yorucu kimi zaman üzücü, çoğunlukla olumlu ve mutluluk vericiydi. Festivale katılım amacımız olan orta oyununu tanıtmak ve sevdirmek ereğine ulaşmış sayılırız. Son bir noktanın altını çizmekte fayda var. Amacımız orta oyununu geçmişteki haliyle, olduğu gibi yeniden canlandırmak ve üretmek değil, bu türün çağdaş tiyatroya model olacağı iddiasında da değiliz. Zaten bugünün koşullarında onu, geçmişteki haliyle çağdaş bir tiyatro örneği olarak oynamak da mümkün değil. Ama bu türün içinde bize ait olan, batı tiyatrosuna oranla çok daha bizden olan bir şeyler var, bu yüzden onu ve ona yakın özellikler taşıyan ürünleri seviyoruz, ayrıca bu biçimde göstermeci yapı, soyut anlatım gibi çağdaş nitelikler de var. Bu nedenle onunla yeniden karşılaşmak, yüzleşmek, onu kullanıp dönüştürmek gereği üzerinde duruyoruz. Ancak bunu yapmak için önce onu iyi tanımak gerekiyor. Yapmaya çalıştığımız, hesaplaşacağımız bir formu öncelikle tanıtmak ve sevdirmek, festivalde bunu yapabildiğimiz kanaatindeyim.
Özetle, 20. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne Gözlemeci adlı orta oyunuyla katılmak güzel bir deneyimdi. Bu serüven bizim açımızdan verimli geçti. Ölüme mahkum edilen geleneksel tiyatromuzu, gömüldüğü yerden bir parça da olsa çıkardık ve masalın sonunu değiştirmek için küçük de olsa bir adım attık. Yaklaşık beş yüz genç artık bu türü biliyor ve büyük olasılıkla çok seviyor. Kim bilir, belki onlardan bir kaçı, arzu edilen hesaplaşmayı gerçekleştirip masalın sonunu ve geleneksel tiyatromuzun kaderini değiştirir…
OYUN EKİBİ
Yönetmen: Banu Çakmak
Kavuklu: Gökberk Gültekin
Pişekar: Kerem Kıtay – Mustafa Dincir
Hırbo: Fırat Üste
- Zenne: Gizem Karasu
- Zenne: Merve Oduk
- Zenne: Gizem Yerik
Kayarto: Hakan Yasin Kirez
Çelebi: Mustafa Dincir
Arnavut: Tarık Şenocak
Laz: Özgür Özyılmaz
Rumelili – Kavuklu Arkası: Furkan Yazıcı
Def: Halil Sarıbaş
Zil: Aziz Er
Dekor-kostüm-müzik: Ekip çalışması