Banu Çakmak
Başlangıcından bu yana tiyatro bir öykü anlatma sanatı olagelmiştir. Kimi zaman bir kişi, bir ya da birkaç kişinin öyküsünü anlatır bize, kimi zaman da öyküyü bizzat gözümüzün önünde yaşayarak canlandırır. Son tahlilde tiyatronun özünde öykü vardır. Anlatılış ya da sunuluş biçimi değişse de bize yakın, çoğunlukla bildiğimiz ya da yaşadığımız şeyler öyküleştirilir orada. Çoğumuzun çok iyi bildiği, defalarca okuduğu, dinlediği, izlediği Hamlet’in öyküsü, kelimenin tam anlamıyla farklı bir biçimde, bir kez daha anlatılıyor İstanbul Devlet Tiyatroları’nda. Defalarca izlediğim bir oyuna, çok iyi bildiğim bir öyküye nasıl yeni bir yorum getirilmiş olabilir diye sormadan edemiyor insan. Shakespeare’in girift öykülerden, bir yığın oyun kişisinden meydana gelen hacimli oyununun, nasıl olup da bir tek kişi tarafından, üstelik de bir buçuk saati bile bulmayan bir sürede temsil edildiği de merak konusu oluyor kuşkusuz. Ancak sahneleme bu soruların her birine olumlu birer yanıt olup çıkıyor.
Bütün sahneyi kaplayan dev bir kırmızı kadife kutu açılıp içinden Hamlet çıkıyor ve kendi öyküsünü paylaşıyor izleyiciyle. Bu görünümüyle sanki tabutunun kapağını aralayıp kısa bir süreliğine aramıza konuk olup öyküsünü anlatıyor Hamlet ve kutu yani tabut kapanıveriyor oyunun sonunda. Diğer yandan bu dev kutu, amcası Claudius’u kıstırdığı bir fare kapanı gibi düşünülebilecek nitelikte, ayrıca bir yüzük kutusunu da anıştırıyor. Çağrışımlara açık bu dev gösterge seyircinin hayal gücünü zorluyor. Diğer yandan Hamlet Hamlet olmakla kalmıyor, oyun boyu öyküsünü anlatırken Claudius’tan Gertrude’a, Polonius’tan Ophelia’ya, Mezarcılara hatta kumpanya oyuncularına kadar, metindeki kişiler bir bir canlandırılıyor Hamlet tarafından. Ve metinde anlatılmak istenen her şey, kolaylıkla anlatılıyor seyirciye, metni bilmeyen izleyicinin bile Hamlet’in öyküsünü anlaması zor değil. Elbette ki bu, detaylı bir dramaturji çalışmasının ve yetkin bir oyunculuğun sonucu.
Oyunun dramaturgu Zeynep Avcı, yaptığı bu dramaturjiyle aldığı birçok ödülü hak etmiş. Shakespeare’in diline ve öyküsüne zarar vermeden düzenlenen metin, son derece yalın olmasına karşın verilmek istenen her şeyi bir bir iletiyor. Öte yandan Hamlet’i oynayan Bülent Emin Yarar’ın da tek kişilik bir oyun oynamanın, hele de Hamlet gibi bir oyunu tek başına oynamanın üstesinden gelme konusundaki başarısıyla bu dramaturjiye hayat verdiği söylenmeli. Her oyun kişisini ayrı bir kimlikle canlandıran oyuncu, anlamda hiçbir bulanıklık yaratmıyor. Daha önemlisi klişeleşmiş Shakespeare oyunculuğu kalıplarını kırarak, Hamlet’i aramızdan, yaşayan biri haline getirecek denli yalınlaştırmış. Shakespeare’in o muazzam şiir dilinin, aslında istenildiği takdirde, gündelik dilin sıradan konuşma biçimindeki tınılarıyla renklendirilerek yaşar kılınabileceğini kanıtlama noktasında, değme oyunculara ders veriyor adeta. Altında varoluş felsefesinin derinliklerini barındıran büyük laflar, titreşen ses dalgalanmalarının yapaylığıyla değil, hepimizin, sıradan, gündelik bir sorunu olma tonuyla çıkıyor oyuncunun ağzından. İlkokulda okunan kahramanlık şiirleri edasında, yanlış yerlerde verilen eslerle oynanagelen Shakespeare dizeleri, Yarar’ın oyunculuğunda bir devrime sahne oluyor ve kanımca oyunculuk anlayışımızda böylesi bir devrime ekmek gibi su gibi bir ihtiyaç var. Oyunculuktaki yalınlığı reji ve sahnelemenin sadeliği takip ederek bütünlüyor. Hem seyircinin hayal gücüne imkan veren hem de öyküyü anlatmayı kat be kat kolaylaştıran estetik sahne buluşlarından söz açmamak haksızlık olur. Öyle ki bir taç, Hamlet’i Claudius’a dönüştürürken aynı taç, ters takıldığı anda, bu defa da Claudius’u Gertrude yapıyor. Hamlet’in kılıcı bastona dönüşüp kambur ve yaşlı Polonius’u yansıtmasını sağlıyor. Aynı Hamlet cebinden çıkardığı mendili işlerken Ophelia oluveriyor. Hamlet Polonius’u öldürdüğünde dev, kırmızı bir kumaş, Ophelia kendini nehre attığında bu defa da dev mavi bir kumaş sahneyi kaplıyor. Kırmızı kumaş Claudius’un pelerini olurken, mavi kumaş, üstünde yüzen küçük kağıt tekneyle, Hamlet’in İngiltere yolculuğunun fonu oluyor. Tekneyi yansıtan kağıt kah mektuba dönüşüyor kah bir sonraki sahnede karşımıza çıkan mezarcının şapkasına. Dev kumaşlar Ophelia’nın cesedi olarak, sahnede açılan çukura gömülüp kayboluyor. Bir başka şaşırtıcı buluşsa oyun içindeki Fare Kapanı oyununun el kuklalarıyla oynatılması. Bütün bunlar hem çok zekice buluşlar olarak işlevsel kullanımıyla hem de görsel olarak yarattığı estetikle seyirciyi şaşırtıyor.
Oyunun finalinde seyirciye öyküsünü anlatan Hamlet, bizleri bu kötü dünyayla baş başa bıraktığını söyleyerek yeniden çekiliyor kutusunun ya da tabutunun içine. Seyirci anlatılan öykü karşısında kalakalıyor. Çok iyi bilinen bir öykü, bir tek kişinin yalın oyunculuğuyla, sade ama parlak buluşlarla ve doğru bir metinsel düzenlemeyle bambaşka bir kılığa bürünerek sahnedeki yerini alıyor böylece. Tiyatronun özü bir öykü anlatmaksa, öykü böyle de anlatılabilir, böylesine basit, türlü hilelere, gerçekçi oyunlara gerek kalmaksızın, son derece etkili bir şekilde sunulabilir izleyiciye diyor insan. Hamlet bütün bu görünümüyle gerek oyunculuk gerekse sahneleme ve dramaturji açısından tiyatroya dair bir ders veriyor. Işıl Kasapoğlu’nun Hamlet yorumu, bir öykü anlatma biçimi olarak tiyatroyu ve tiyatroya dair seyir ve temsil alışkanlıklarımızı yeniden düşünmeye itiyor bizi…