Sisteme Entegrasyon Perdesinde Psikolojik Belirlenme

Pinterest LinkedIn Tumblr +

                         Tuğba Kurt*

 Ne ilerleme kaydetmişiz ama! Orta Çağ’da olsak, beni kesin yakmışlardı;  ama şimdi sadece kitaplarımı yakmakla yetiniyorlar.” S.Freud

İlerlemedeki görünür değişimin aynılaşmaya sunduğu tekrar, sistemin farklı paternlerle aynılığının sürdürmesi ve değişmeyen değişim

 

Sistemin dışında kaldığını sanmak ve bunun arkasına saklanmak… Sistemin bir parçasıyken sanki parçası değilmiş gibi olmak… Kimliğini bulamamak, belirli kimliklere dahil olmak ve varolamamak… İçerisinde bulunduğumuz evrensel kümede, anne karnına düştüğümüz andan itibaren sisteme dahil oluruz, sistemin bizi belirlemesi ve içine çekmesi ise kaçınılmazdır. Bazı kişiler sisteme adapte olurken, görünürde bir psikolojik iyi oluşla ilerler, bazıları ise bu kadar şanslı değildir “gibi görünme” yerine bu anlamsız – anlamlı içeri çekilişte kendini, psikolojik sağlığını yitirdiğine dair birçok eksenin içinde belirlenmiş bulurlar.  1990’larda ve 2000’lerde yeni İngiliz oyun yazarlığının merkezinde olan Mark Ravenhill’in Tiyatro Kalyente tarafından sahnelenen “Kesim (The Cut)” adlı oyunu her birimizin içinden ya da dışından derinden hissettiği arada yüzümüze çarpa çarpa esen sert bir rüzgar gibi tüm bedenimizi saran bir konuyu, içinde bulunduğumuz sistemi ve bu sistem içerisinde belirlenmelerle nasıl sıkışıp kaldığımızı, birçok toplumsal, politik, evrimsel değişimler olsa da sistemin varolduğundan farklı paternlerle nasıl değişmediğini gözler önüne seriyor. İçinde bulunduğumuz illüzyonla bizi yüzleştirerek farkındalığımızı arttırıyor.

Oyunda, “Kesim Rejimi” olarak adlandırabileceğimiz karanlık ve totaliter bir düzende önemli bir devlet /hükümet görevlisi olan Paul’ün, sistemin önemli araçlarından biriyken zamanla sistemin kurbanlarından biri haline nasıl geldiğini izliyoruz. Ana karakter Paul’ün kendisine operasyon yapılmasına çok istekli davranan John’a bunu uygulamakta sergilediği isteksiz davranışlarıyla başlayan oyun, göründüğünün tersine pek de yolunda gitmeyen aile ilişkileri üzerine karısı ile arasında geçen konuşmalar, bazı aile sırlarının ortaya çıkması ile devam ediyor ve sonunda değişen yönetim tarafından Paul’ün kendisini hapishanede bulmasıyla sona eriyor. Özgürlüğe ulaşma aracı olarak resmedilen kesim rejimi, ölümün altını çizerken, hükümet politikalarının kişinin özgürleşmesini nasıl engellediği betimleniyor.

Avusturyalı biyolog Ludwig von Bertalanffy’nin 1920’lerde başlattığı “Genel Sistem Kuramı” psikoterapi sürecine yön veren bir yöntem, bir bakış açısı olarak psikoloji alanın da yaygın olarak kullanılmaktadır, oyunda bu kuramın yansımasında; kişilerin mezo, makro ve mikro sistemler arasında karşılıklı olarak nasıl belirlendiğini, aile alt sisteminin kişileri,  politik üst sistemin de alt sistemi belirleyerek ilişkilere nasıl şekil verdiğini, kadın – erkek, baba – oğul ilişkisini nasıl yapılandırdığını somut bir o kadar da soyut bir şekilde görebiliyoruz.

İlk perde de John’nu sistemin ona dayattıklarıyla; özgürlüğünün nasıl elinden alındığını, varoluşuna nasıl müdahale edildiğini ve sistemin onu nasıl hizalamaya çalıştığının farkındalığıyla, sistemin dışında kalmanın yollarını ararken buluyoruz. John’ nun sistemin görünürde temsilcisi ama bir o kadar da mağduru olan Paul’un farkındalığını arttırıcı manipülasyonlarıyla bir an ümitleniyor, ama sistemin kendini aynı döngüsellikte sürdürdüğünü gördüğümüzde ise umutlarımız yıkılıyor düzendeki gerçekliğimize geri dönüyoruz.

Oyunun karakterlerinden Paul’un “otoriteyim, iktidarım, gücüm, babayım.” sözleri, erkeklerin mikro sistemde baba, makro sistemde otorite-iktidar, mezo sistemde güç olarak kavramsallaştığını ve nasıl bir üst pozisyona yerleştiğini net bir şekilde görebiliyoruz. Sistemin içerisindeki kadının bu dayatmalar ve sıkıştırılmışlıkta depresif belirtilere bezendiğine tanıklık ediyor, cinsiyetin sistemdeki belirlenişine göz kırpıyoruz tüm hissiyatımızla…

Son perde de baba oğulun öteden beri getirdiklerinin hesaplaşmasında “kuşak geçişliliği” net bir şekilde görebiliyoruz, babanın sistemdeki pozisyonunu eleştiren oğulun, sistemde farklı düşüncelerle ama aynı işlevsellikte, babanın sistemdeki pozisyonunu nasıl tekrarladığına, kendi iç dinamiklerimizdeki tekrarlarla nasıl benzerlik gösterdiğine şahit oluyor biraz daha kendimize yakınlaşıyorken buluyoruz kendimizi.

Oyundaki birçok dokunuşta yaşamdan bir ara kesit ile burun buruna geliyoruz. Kendimizi, annemizi, babamızı, arkadaşlarımızı görüyoruz. Bizleri sistemin, elbise yapımındaki gibi belirlenmiş ölçütler dikkate alınarak, belirli bir kalıpta nasıl standart elbiselere dönüştürdüğünün resmi çiziliyor. Oysa görünürde moda değişiyor! Yoksa geçmiş zaman şimdi de gelecekte mi tekrar ediyor bilinmez…

*Uzm. Psikolojik Danışman

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Tuğba Kurt

Yanıtla