Parkta Güzel Bir Gün

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Bozkır

“Tek istekleri güzel bir gün geçirmek olan Arthur ve Olivia, geldikleri parkta ülke sınırlarının değiştiği gerçeğinden habersizdirler. Kötü bir sürprizle karşılaşırlar. Acemi sınır muhafızı Reiver bir bant parçasıyla oturdukları bankı ortadan ikiye ayırır ve ülkenin yeni sınırını belirler. Arthur ve Olivia iki ayrı ülkededir artık. Ne Olivia Arthur’un yanına gidebilir ne de Arthur ülkesine dönebilir. Kim olduğu bilinmeyen George isimli birisi tarafından yönlendirilen Reiver elindeki bir bantla hayatlarını değiştirmiş ve Olivia ülkesinde yalnız kalmışken Arthur ise adını bile bilmediği yeni ülkede kimliksiz bir yabancıdır.”

Parkta Güzel Bir Gün, Moda Sahnesi’nin 2014-2015 sezonu oyunlarından birisi. Kuruluş aşamasında vermiş oldukları bir röportajlarında repertuar tiyatrosu olmayı hedeflediklerini söyleyen ekip üyeleri bu amaçlarını yavaş yavaş gerçekleştiriyorlar. Geçtiğimiz sezondan bu yana devam eden Hamlet, Bütün Çılgınlar Sever Beni’ye bu sezon Roberto Zucco, Parkta Güzel Bir Gün, Köpek Kadın Erkek ve son olarak Bira Fabrikası eklendi. Özel tiyatrolarda görmeye pek alışkın olmadığımız şekilde Akıllı ve Yamuk Yemek isimli oyunlarla da çocuk tiyatrosu yapmaya devam ediyorlar. Altı Oyuncu Yönetmenini Arıyor dışında tüm oyunlarını sahnelemeye devam eden Moda Sahnesi herhalde bünyesinde en fazla oyun barındıran özel tiyatro. Kendi oyunları dışında sahnelerini konuk tiyatrolara, müzik ve dans gruplarına da açtıklarını düşünürsek her gün farklı bir sanatsal etkinliğin bulunduğu çok etkin bir kültür merkezi konumunda olduğunu söyleyebiliriz Moda Sahnesi’nin.

Kieran Lynn’in yazdığı Parkta Güzel Bir Gün’ün temelinde hem en geniş hem de en dar anlamıyla sınır kavramı ele alınıyor. Sınır kelime anlamı itibariyle “ komşu devletlerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, bir şeyin nicelik bakımından en alt ve en üst noktası” şeklinde tanımlanıyor. Peki bu tanımlar yeterli mi? Sınır kavramına getirilen bu tanımlar günlük hayatımızdaki yansımalarını karşılayabiliyor mu?

Toplum olarak pek akılcı, eleştirel, sorgulayıcı olmadığımız hepimizin malumu herhalde. Kimi zaman içsel kimi zaman da dışsal nedenlerle küçük yaşlardan itibaren kendimizi sınırlandırıyoruz ya da sınırlandırılıyoruz. Bazen yaşımız bazen cinsiyetimiz bazen cinsel kimliğimiz bazen etnik kökenimiz bazen mesleğimiz vs. bu sınırların kaynağını oluşturuyor. Toplumsal alışkanlıklar ve dinamikler nedeniyle bolca sınırlandığımız-sınırlandırıldığımız yetmezmiş gibi her daim var olan devlet sınırlandırması ise son yıllarda iyice güçlendi ve her alana yayıldı. Artık ne diyeceğimize, ne düşüneceğimize, ne giyeceğimize, nasıl bir kafayla gezeceğimize, ne zaman evleneceğimize, kaç çocuk yapacağımıza hatta ve hatta nasıl duş alacağımıza bile bizim yerimize karar veren bir devletimiz var. Karar vermekle kalmayıp bunu dikte de ediyor. İyi (?) tarafından bakınca “ Oh ne rahat bir hayat” denilebilir! Toplum da devlet de birey için durmaksızın çalışıyor, artık birer birey olarak hiçbir şey düşünmemize, karar vermeye çalışmamıza gerek yok, bu zahmetlerden kurtulduk. Hayatımızın her anına dair talimatlarla donatılmış durumdayız. Bu durumun farkında olmamak mümkün değilse de Moda Sahnesi Parkta Güzel Bir Gün ile bir kez daha hatırlatıyor hayatımızdaki sınırları.

Oyunda salt kişisel hayatlarımıza getirilen sınırlar ele alınmıyor, sınır denince akla ilk gelecek anlamı olan “ülkeler arasındaki çizgiler” de sorgulanıyor. Bu yönüyle de bizi çok ilgilendiriyor yazarın söyledikleri. İlkokuldan beri öğretilen ülkemizin jeopolitik konumu ve bu konumun önemi nedeniyle her daim bize zarar vermek üzere bekleyen “dost görünümlü düşman” komşularımız yüzünden sınırlarımıza nasıl sahip çıkmamız gerektiğini toplumca erken yaşlardan itibaren kanıksamış bulunuyoruz. Neyse ki gelinen noktada öyle riyakârlıklara, dost görünümlü düşmanlara falan hiç ihtiyaç kalmadı. Nerdeyse tüm komşularımızla eni konu düşman olmayı başardık da rahatladık, öyle ya artık kim gerçek dost kim dost görünümlü düşman diye dertlenmemize gerek yok. Halihazırda çekilmiş olan sınırlarımıza sahip çıkalım, içimizdeki düşmanlara bakalım! Onları da hallettik mi günlük güneşlik günler bizi bekler!

Parkta Güzel Bir Gün’de yazarın sınır kavramına dair anlatmak istediklerini yönetmen Kemal Aydoğan yerelleştirmeden ancak bize dair unsurlara da yer vererek sahnelemeyi tercih etmiş. Oyun bir absürd tiyatro örneği değilse de metinde birtakım absürd unsurlar var (absürd kavramına bu ülkede yeni bir tanımlama getirmemiz gerektiği kanaatindeyim, öylesine tuhaf şeylerle karşı karşıya kalıyoruz ki absürd dediğimiz şeyler gerçek hayatın yanında fazlasıyla normal ve olağan kalıyor), bu absürd yan sayesinde ne Babam ve Oğlum filmine yapılan gönderme ne de Reiver’in tam olarak bir bölgeye ait olmasa da buralardan bir yerlerin şivesiyle konuşması tuhaf kaçıyor. Kemal Aydoğan’ın rejisiyle oyun yüksek bir tempoda oynanıyor, bu yüksek tempo oyunu canlı kılmış ve komedi yönünü arttırmış. Kemal Aydoğan bugüne kadar yönetmiş olduğu oyunların hemen hepsinde -özellikle de Shakespeare oyunlarına getirdiği yorumlarda ve seyrettiğim tüm oyunlar içinde beni şimdiye kadar en çok etkileyen oyun olan Pandaların Hikayesi’nde -yazarı ve metni geri plana itmeden kendi imzasını atabilmiş bir yönetmen. Geçtiğimiz sezon yönetmiş olduğu Bütün Çılgınlar Sever Beni’den sonra Parkta Güzel Bir Gün’de de son derece hafif dokunuşlarla varlığını hissettirebilmesi Kemal Aydoğan’ın olgunluğunun ve başarısının göstergesi bence.

Arthur, Olivia ve Reiver karakterlerini Volkan Yosunlu, Didem Balçın ve Mert Fırat canlandırıyorlar.

Mert Fırat’ın sınır muhafızı yorumu oyuna uygun şekilde karakter ile tipleme arasında bir yerde duruyor. Abartılı halleri ve şivesiyle basit bir tiplemeye dönüşebilecekken Mert Fırat’ın bedeninde Reiver oyunun komedi unsurunu arttırıyor, muhafızın tepkileri ve halleri diğer iki karakteri de tetikliyor. Daha çok televizyon dizilerinden ve sinema filmlerinden oyuncuyu tanıyan seyircilerin yaptıkları yorumlardan Mert Fırat’ın kendilerini şaşırtmış olduğu anlaşılıyor. Oysaki daha önce rol almış olduğu Testosteron ve Bütün Çılgınlar Sever Beni’yi seyretmiş olanlar Mert Fırat’ın komedideki başarısına aşinalar. Oyuncu burada da önceki oyunlarında olduğu tertemiz bir performansla sahnede seyircinin yüzünü güldürüyor.

Didem Balçın, Olivia ile seyrine doyum olmayacak bir karakter yaratmış. Naifmiş gibi görünen baskın bir karakter, damarına basılınca cesaretlenen ama hızla geri çekiliveren bir duruş, çok mu aşık yoksa kendi duygusundan çok sevgilisinin kendisine karşı duyduğu hissi mi önemsediği tam anlaşılamayan Olivia çelişkiler içindeki halleriyle seyirciyi karaktere ikna ediyor. Özellikle de kendinden çok emin bir duruşla aslında pek de anlamadığı ve bilmediği şeylerden bahsettiği yerlerde iki uç noktadaki ruh halini yansıtılabilmesi alkışı hak ediyor.

Moda Sahnesi’nin kuruluşu benim için pek çok açıdan sevindirici olmuştu, Moda Sahnesi sayesindeki en büyük kazanımım da kuşkusuz ki beni Volkan Yosunlu ile tanıştırmasıdır. Umursamaz, vurdumduymaz, sorgulamaya ve düşünmeye üşenir halleri, panik olması, çaresiz kalması, telaşı ve her duygusuyla Arthur karakterinde Volkan Yosunlu yine harikalar yaratıyor. Oyunun başında henüz hiçbir repliğinin olmadığı, kulaklığıyla müzik dinlediği sahnelerdeki mimikleri ve beden diliyle sınır çekilip de artık ülkesine geri dönemeyeceğini kabullenmek zorunda kaldığı sahnelerdeki ruh hali çok şey anlatıyor. Volkan Yosunlu Arthur karakteriyle bana ziyadesiyle keyif verdi. İkinci kez komedi türünde bir oyunda seyrettiğim oyuncuyu önümüzdeki sezonlarda farklı türlerdeki oyunlarla da sahnelerde görmeyi ümit ediyorum çünkü belli ki Volkan Yosunlu’nun yeteneği gördüğümüzün çok daha ötesinde.

Yaklaşık 75 dakika süren Parkta Güzel Bir Gün dinamizmi ve komedi unsurlarıyla seyrederken pek düşünmeye ve sorgulamaya fırsat vermiyor, oyun bolca kahkaha vaat ediyor. Oyun bittikten sonra pek komik gelen cümleler ve tepkiler üzerine “Neye güldük biz bu kadar” diye sorgulamaya girişmek elbette mümkün. Ama her oyundan sonra illa ki değişmemiz, dönüşmemiz gerekmediğinden -ki hiçbir oyunun tek başına böyle bir etkiye yol açması mümkün değil bence- sahnedeki komediye kendinizi bırakın ve bol bol kahkaha atın. Nerdeyse her güne yeni bir felaket haberiyle uyandığımız günümüzde kendimize bu kadarcık süre tanımaya ve bir şeyler için endişelenmeden eğlenmeye hakkımız var diye düşünüyorum.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Bozkır

Yanıtla