Persona Non Grata

Pinterest LinkedIn Tumblr +

beklanHakan Gürel

Bu yazı seneler önce, Garaj İstanbul dergisinin Beklan Algan Özel sayısı için (GİST/Çağdaş Gösteri Sanatları Dergisi; Sayı:2; Temmuz-Aralık 2008) kaleme alınmıştı… Usta hayattaydı… Kendisiyle tekrar karşılaşmamıza, bir söyleşi dizisi için birçok defa yeniden bir araya gelmemize vesile olmuştu. Mekânı cennet olsun.

Beklan Algan’ı hep gözümüzden uzak tutmuşuz biz. Beklan Algan’ın teatral meydan okumalarına karşı hep uzakta kalmayı, tartışmamayı ve onu yok saymayı tercih etmişiz…

Biz Beklan Algan’la hiç konuşamamış, hiç tanışamamışız. Yazı için bazı isim ve tarihleri teyit etmek için Google’da “Beklan Algan” anahtar sözcükleriyle bir arama yaptığımda anladım. Yetersiz ve gereksiz bir biyografi, akla ziyan bir ‘Petersburg* polemiği, binlerce ‘Ustalara Saygı’nın bu akşamki konuğu Alganlar” haberi. Ayla Algan’ın Sabetayist kökenlerini ‘deşifre eden’ bir deli zırvası, ‘ben neden Beklan Hoca’dan ayrıldım’ manifestoları. Bol dedikodu, bol laf salatası, bir iki seminer, konuşma haberi. Beklan Algan’ın muhalif kişiliğini dışa vuran bir iki eylem, protesto haberi, ‘beni Beklan Algan yetiştirdi’ iddiasında bir dolu CV, merhum Haluk Şevket Ataseven’in ardından yazılan birkaç yazıda Tiyatro Araştırma Laboratuvarı (TAL) *na yapılan fevkalade cüzi göndermeler, bazı anı parçaları. Robert Kolej, basketbolcu geçmişi, yakışıklılığı, sarışın bomba Ajda Pekkan ile aynı arabaya binmişliği üzerine birkaç not, film çalışmaları, bolca kuru teşekkür.-

LCC (Language and Culture Center). Tepebaşı Deneme Sahnesi (TDS) ve TAL sürecine katılmış kişilerle Mimesis Tiyatro Çeviri ve Araştırma Dergisi’nin yaptığı söyleşileri. Ahmet Cemal ve Sevin Okyay’ı ayrı tutarsak neredeyse Beklan Algan tiyatrosuna ilişkin hiçbir şey yok sanal ortamda. Olanlar da bugüne ait değil: “Ah bir Marat Sade sergilemişti siz bilmezsiniz!” Hatta şöyle düşünmek bile mümkün: Ayla Algan dizi oyunculuğu marifetiyle ‘yeniden meşhur’ olup da adını anmasa, Beklan Algan sanki hiç yok…

Demek ki Beklan Algan’ı hep gözümüzden uzak tutmuşuz biz. Beklan Algan’ın teatral meydan okumalarına karşı hep uzakta kalmayı, tartışmamayı ve onu yok saymayı tercih etmişiz. Hocası Muhsin Ertuğrul’dan feyiz almamış, tiyatroda direnme kültürü yerleşmemiş, karşılaştığı engellere inat tiyatro yapmanın her zaman yaratıcı ve mütevazı bir yolunu bulamamış olsaydı biyografisi olsa olsa internette her sitede karşımıza çıkan şu satırlardan ibaret olurdu:

“Beklan Algan: 1933 yılında doğdu. Tiyatro ve sinema oyuncusu. Yönetmen. ABD’de tiyatro eğitimi gördü. Yurda dönünce Şehir Tiyatrolarında yönetmen ve oyuncu olarak çalıştı. 1975’te Tepebaşı Deneme Sahnesini kurdu. Sanat yönetmenliğini üstlendi. 1980’de görevine son verilince Almanya’ya gitti. Tiyatro alanında başta İlhan İskender Armağanı (Oppenheimer Olayı) olmak üzere pek çok ödül kazandı. Oyunlar da yazan Algan sinemaya Karanlıkta Uyananlar filmiyle girdi. İstanbul Macerası ve Karanfilli Kadın diğer filmleridir.”

Bitti; bu kadar.

Oysa Beklan Algan, tiyatromuzun altın çağı sayılan 6o’lı yıllardan beri burada yanı başımızda. Hâlâ tiyatro yapıyor, oyuncu yetiştiriyor. Okumuş tiyatrocularımızın pek bir referans verdiği isimlerin hemen hepsini onun aracılığıyla öğrendik, tanıdık, cümle içinde kullanır olduk. Hemen hepimizin Beklan Algan tiyatrosuna ilişkin bir fikri oluşmuş olmalı.

Ama hayır, yok. Beklan Algan, tiyatromuzun katlanmak zorunda olduğu ama bir şekilde tedrisatından geçse iyi olacağını düşündüğü bir marjinal. Bir yük. Anahtarı değiştirip yıllarca çalıştığı kurumdan kapı dışarı edebileceğiniz bir fazlalık. Bir aşırı.

Beklan Algan, Actors Repertory Theatre’dan Ekol Drama Sanat Evi’ne uzanan 50 yıllık tiyatro serüveni içinde türlü nedenlerle dışlandı. İflah olmaz bir komünist olmalıydı ki askeri darbe sonrası 1980’de İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan (İ.B.Ş.T.) 38 arkadaşıyla birlikte atıldı. Salt prodüksiyon odaklı olmayan teatral eğitim ve araştırmaya yaptığı vurgu onu ödenekli tiyatroların persona non grata‘sı yapmıştı. Beklan Algan, bir türlü prodüksiyon fetişizminden mustarip ödenekli tiyatro kalıbına sığdırılamadı. Kendisine katlanılabildiği süre içinde tiyatronun saçaklarında, uzaklarında, kenar köşelerinde idare edildi. Sonra da çilingir marifetiyle TAL lağvedildi. Öyle ya ortada bir oyun/temaşa yoksa tiyatrodan da söz edilemezdi… Kırmızı koltuklar ve kadife perdeler tiyatrosunda esas olarak uzun ve derinlikli bir oyunculuk çalışmasına dayalı ‘çileci’ bir teatral pratiğin yeri yoktu. Konservatuarlar varken tiyatro eğitimini tiyatronun içine yeniden sokmaya ne hacet vardı? Dört sene mürekkep yalamış, mezun olmuş, oyuncu diplomasını almış sanatçılar neden tekrar eğitim ve araştırmaya vakit ayırmalıydı ki? İnsan-sanatçı, oyuncu da neydi? Kulis ve kantin köşelerinde vücut bulan nitelik ve düzey yoksunu eleştirilere bakarsak Beklan Algan tiyatromuzun münzevisi, meczubu, hayalperestiydi… Yükselme, tanınma aşkıyla tutuşan genç oyuncu kariyerlerini, umutlarını söndüren kişiydi.

Oysa Beklan Algan’a ihtiyacımız var. Onun Jerzy Grotowski, Eugenio Barba, Jan Kott, Peter Brook ve daha birçok başka tiyatrocuyla kesişen tiyatro araştırmalarını, Brecht, Weiss. Goethe, Shakespeare yolculuklarını tartışmaya ihtiyacımız var. Tiyatromuzun kökenlerine ilişkin İsmail Hakkı Baltacıoğlu esinli araştırmasını, tiyatro ve tiyatrocunun etiğine ilişkin duruşunu, farklı disiplinler ve farklı birikimlerle yürüttüğü çalışmaları, su yüzüne çıkan/çık(a)mayan ‘prodüksiyonlarını’ tartışmaya ihtiyacımız var. LCC. Bilsak, TDS ve TAL deneyimlerini paylaşmaya ihtiyacımız var. Beklan Algan, tiyatro tarihimizde araştırma ve deneye en çok yer veren tiyatroculardan birisi, ülkemizde alternatif tiyatroya ön ayak olan hemen tüm eğitsel/kurumsal girişimlerde Beklan Algan’ın imzasını görmek mümkün; ancak paradoksal olarak bu özelliği övgü değil, yergi malzemesi.

Beklan Algan ismini Ayla Algan’ın eşi olması hasebiyle değil de avangart bir tiyatrocu olarak ilk kez, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) içinde 80’li yılların ikinci yarısında yürüttüğümüz seminer çalışmaları sırasında duymuştum. Ülkemizde, alternatif tiyatroya önayak olan ve bugün bazıları ‘uzak ve tatlı’ anılar olarak yâd edilen LCC ve TDS deneyimlerinden. TAL ve Bilsak girişimlerine kadar hemen tüm eğitsel girişimlerde Beklan Algan ismiyle karşılaşmıştık. Mimesis dergisinde Peter Brook (Boş Alan), Eugenio Barba ve Jerzy Grotowski (Yoksul Bir Tiyatroya Doğru) çevirilerine yer vermeye başlamıştık; bu tiyatro eğilimlerinin Beklan Algan’ın tiyatro yaşamında dönüm noktalarını oluşturduğu biliniyordu. Söz konusu isimler tiyatro çevresi için genelde yabancı birer imgeydi: haklarında çok az şey biliniyor ve doğal olarak da tartışılmıyorlardı. Saygıyla karışık bir sessizlik hali söz konusuydu. Post-absürd tiyatro külliyatıyla önce tanışma, sonra kendi pratiğimizden ve politik oryantasyonumuzdan da hareketle daha eleştirel bir tutum alma surecimizde Beklan Algan’ın önemli bir rolü vardı.

BÜO’da salt prodüksiyon amaçlı olmayan oyunculuk eğitimi, çeviri ve okuma çalışmalarına yapılan vurgu, benzer bir yaklaşımı olan Beklan Algan ile bir empati kurmamızı sağlamıştı. Beklan Algan ile ilk kez bir oyunumuzu izlemeye geldiği gün tanıştık: daha sonra İstanbul merkezli alternatif tiyatro topluluklarını (Bilsak Tiyatro Atölyesi, Kumpanya, BÜO, TAL) bir araya getiren bir inisiyatifte yer aldık. Haftalık toplantılar yapıyorduk. Bu toplantılarda inisiyatife yalnızca bir iletişim birimi olarak yaklaşan ya da deneyim paylaşımına önem veren ya da Beklan Algan örneğinde olduğu gibi paylaşımı doğrudan ortak teatral çalışma içinde somutlamak isteyen farklı yaklaşımlar sergileniyordu. Kısa ömürlü oldu. BÜO bu inisiyatifin sürekli kılınması konusunda ısrarcı olmuş ancak yaklaşım farklılıkları buna izin vermemişti.

Bu sürecin sonunda, Mimesis ve seminer çalışmalarımız sayesinde artık bir gizem olmaktan çıkan post-absürd tiyatro üzerinde daha yoğun çalışmaya başlamıştık. Çok daha kapsamlı bir birikim ve donanım gerektiren Jerzy Grotowski yerine, ‘dişime daha uygun bulduğum’ Eugenio Barba ve Peter Brook’a yoğunlaşmıştım. Aslında bunun temel nedeni, ülkemizde de bazı örneklerini gördüğümüz, bu isimleri referans alan teatral ürün ve yapılara ilişkin eleştirilerimizdi. Post-absürd ya da Öteki tiyatronun özellikle de Peter Brook ve Eugenio Barba’nın teatral pratiklerinin nesnel olarak bir tür yeni-oryantalizm, yeni-sömürgecilik, yeni-liberalizm çerçevesinde tartışılabilir yönleri bulunduğunu düşünüyordum. Hatta bu eğilimi ‘tahammül estetiği’ni kurmak, yeniden üretmek olarak adlandırıyordum. Peter Brook’un Boş Alan adlı kitabında özetlediği ilham verici teatral yaklaşımla prodüksiyonları arasındaki çelişki… Barba’nın saçaklarda yer alan, üçüncü tiyatro anlayışının soyutlamadan öteye gidemeyip tiyatro piyasasının özsel bir parçası haline gelmesi dikkatimi çekiyordu.

Eleştirilerimi daha somut kılan deneyim… Beklan Algan’ın ev sahipliğinde Türkiye’ye gelen Eugenio Barba ile “vallahi, daha iyisini yapacağız” diyerek geçtiğimiz günlerde yıkılan Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda Ayşin Candan’ın yönetiminde yapılan söyleşi olmuştu. Barba’yı referans alan tiyatro anlayışını öteki tiyatronun ehlileştirilmesi olarak görmeye başlamıştım.

Beklan Algan’ı bu bağlamda nereye koyacaktım? Sözgelimi Beklan Algan’ın, öteki tiyatronun yerleşik tiyatro ve kültürel ortama karşı muhalefet potansiyelini ortadan kaldıran postmodernist bir duruşu var mıydı? Kabalaşma riskini göze alarak anlam oluşturan mı, yoksa anlam boşaltan ve/ve-ya pazarlayan bir tutumu mu vardı? “İnsan-sanatçı” yaklaşımı, toplumsal bir temele dayanıyor muydu? Beklan Algan için kabul edilme, tanınma, onaylanma saikleri Barba kadar belirgin miydi?

Türkiye, Özal’lı dönemler gibi belli dönemlerde yerleşik sanat anlayışına muhalif ve/veya bu anlayışın dışında işler yapan sanatçılara sistemle buluşma, örtüşme olanağı tanımıştı. Bu çeşitli devlet kurumları, sivil toplum örgütleri, özel sektör, yabancı elçiliklerin kültür ataşelikleri, sonraları Avrupa Birliği vb. gibi aracılar eliyle yürütülen bir süreçti. Günümüzde bu alanda devletin pek esamisi okunmuyor. Festival dönemlerinde proje çiçekleri halinde açan ‘sarsıcı deneysel’ çalışmalar bu konuda belli ölçüde başarıya ulaşıldığını gösteriyor. Yine de ülkemizde sistem estetiğinin kendi kültürel hegemonyasını sürdürebilmek için muhalif olan veya muhalefet potansiyeli olan sanatı/sanatçıları eklemleme potansiyeli sözgelimi Avrupa ülkelerine göre gelişkin sayılmaz. Üstelik de demokratikleşme konusunda ayağını sürüyen radikal modernist yerleşik düzenin, postmodernist pratikleri kucaklama, tanıma olasılığı hâlâ düşük. Sanatsal etkinliklerini çeşitli fonların mevcudiyetine ve bulunabilirliğine endeksleyen sanat çevrelerimizi yerleşik sisteme eklemlemek de pek maliyet etkin değil: zira etkinlikleri medyada yer bulduğu ölçüde tiyatro hayatımızı etkilemiyor.

Beklan Algan olgusu ise kanımca çok farklı. 1960ların Beklan Algan’ı Muhsin Ertuğrul’un istifası ile İ.B.Ş.T.’den ayrılan bir avuç solcu/demokrat sanatçıdan birisidir. Üstelik LCC deneyimi, bir kabul edilme, onaylanma isteğini temsil etmez. Tam tersine yerleşik tiyatro eğitimine sınırlı/mütevazı olanaklarla kafa tutma, bunu dönemi için çok parlak sayılan prodüksiyonlarla perçinleme deneyimidir. Zeytinburnu’nda sokak sokak dolaşarak İ.B.Ş.T. için bir semt tiyatrosu binası arayan, Vedat Türkali’nin önayak olduğu ilk işçi filminin çekilmesini sağlayan, 70’lerde Hamlet 70, Sezuan’ın İyi İnsanı, Cesaret Ana ve Çocukları oyunlarıyla kamu vicdanını yaralayıp infial yaratan, eh dolayısıyla da oyununu yumruklarıyla savunma durumunda kalan Beklan Algan’dır.

Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda faili malum yangınlara teslim olmamış marangozhaneden devşirme bir sahnede. Tepebaşı Deneme Sahnesi’ni kuran, burada onlarca gençle çalışan kişi de Beklan Algan’dır.

1980’de Berlin Schaubühne’de Tuncel Kurtiz, Kerim Afşar, Meray Ülgen, Ayla Algan, Suavi Eren, Ergüder Yoldaş, Kaya Gürel, Şener Şen, Macit Koper, Yekta Arman, Dilek Türker ile birlikte dört yıl süreyle Ayla Algan’ın deyişiyle “işçi tiyatrosu” yapmış; Giden Tez Geri Dönmez adlı üç buçuk saatlik bir müzikalin yönetmenliğini üstlenmişti. Bu süre içinde zaten çoktan İ.B.Ş.T.’den sürülmüştü.

1980’li yıllarda TAL ve Bilsak deneyimleri ile farklı bir tiyatro anlayışının ilk eğitsel faaliyetlerini yürüten, sahne üzerindeki yenilikçiliği, sürekli araştırma ve eğitim çalışmalarıyla tiyatromuzda hep ‘başka’ bir rota çizmek isteyen kişi de Beklan Algan’dır. Birçok aydın ve sanatçı ile F-Tipi cezaevlerindeki insanlık dışı muameleleri protesto etmek için Hepimiz Tecritteyiz: Politik Belgesel Doğaçlama Çalışması’na katılan da…

Beklan Algan araştırmaya dayalı tiyatro yaşamında genç sanatçılarla çalışmayı her zaman ön planda tutmuştur. LCC, TDS, TAL, Bilsak ve 1999 yılından beri Ekol Drama Sanat Evi deneyimlerinde bu açık olarak görülebilir. Kurumsal tiyatroya güveni olmayan, kenarda kalmaya özen gösteren, konservatuar eğitimini bir avantaj değil engel olarak gören Beklan Algan için gündelik yaşamın belli ölçülerde kolektif esaslarla yürütülmesini öngören bir oyunculuk çalışmasının yerleşik tiyatro geleneğine ait sanatçılarla sürdürülemeyeceği de açıktır. Beklan Algan TAL çatısında bir araya getirdiği farklı sanat dalları ve disiplinlerden gelen genç sanatçıların, ana akım dışında bir mevcudiyet kazanması için bir ilham kaynağı olmuştur. Kolektif çalışma anlayışıyla hareket eden, ticari bir kaygısı olmayan, araştırmacı ve deneysel niteliğiyle birçok genç dansçıya ‘çatı’ olacak TAL Dans Stüdyosu buna önemli bir örnek teşkil etmektedir.

Dolayısıyla her ne kadar tedrisatından geçen birçok tiyatrocu farklı rotalar çizseler de Beklan Algan için yerleşik tiyatro camiasınca tanınma, onanma, kabul edilme eğiliminden söz etmek mümkün değildir. Aslında bazı eski öğrencilerinin eleştirileri, kendi öğrencilerine de aksi yönde telkinlerde bulunduğunu açıkça göstermektedir.

Bununla birlikte, Beklan Algan’ın 50 yıllık tiyatro pratiğinin, tiyatro anlayışının iyi belgelenememiş olması, birçok metot ve sistemle yaptığı denemelerin sistematik bir biçimde tartışmaya açılamamış olması gerçekten de önemli bir eksikliktir. Beklan Algan Barba, Brook ve Grotowski’nin aksine teatral deneylerinin daha geniş ve ayrıntılı bir biçimde anlaşılmasına ve tartışılmasına izin verecek bir rota izlemedi. Beklan Algan tiyatrosunun özellikle de son dönemleri geçmişteki asistanlarının algıladığı, hatırladığı biçimde belgeleniyor. Beklan Algan tiyatrosunu anlamak, bilgi sahibi olmak için açık kaynaklara başvurmak nafile bir çaba.

Sözün kısası Beklan Algan’a ihtiyacımız var… Özellikle de Beklan Algan’ın kendisini anlatmasına ihtiyacımız var. Bu, ülkemiz tiyatrosunun son elli yılında ‘başka bir şeyler’ yapmak isteyenlerin tarihine ışık tutacak. Post-absürd tiyatronun dünya çapında en önemli temsilcileriyle veya onlardan ilham alarak yürüttüğü çalışmalar ve Baltacıoğlu’nu başlangıç noktası olarak alan geleneksel-çağdaş tiyatro kavrayışını tartışmaya ihtiyacımız var.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hakan Gürel

Yanıtla