İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Duygu Dalyanoğlu

Bu başlık okbaronian-hagopuyucuda turistik bir gezi yazısı çağrışımı yapıyor olabilir ama bu bir gezi yazısı değil. Bu, Hagop Baronyan’ın 1880’de yazmış olduğu kitabın başlığı. Birkaç ay önce Türkçe’ye çevrilen kitap, İstanbul’daki Ermenilerin yaşadığı ilçeler üzerine toplam 34 adet anlatıdan oluşuyor. Bu anlatıların en önemli özelliği 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’da hangi mahallede ne kadar Ermeni hanesi bulunduğuna, o mahallelerde hangi okulların, kiliselerin ve hastanelerin yer aldığına ve nasıl idare edildiğine dair ciddi bir envanter sunması. Fakat kitabı okuyucu için çekici kılan Baronyan’ın bunu sıkıcı bir belge şeklinde değil İstanbul’daki Ermenilerin yaşayışını, mahallelerin havasının, suyunun, meyhanelerinin, okullarının nasıl olduğunu, yaşayanların haleti ruhiyesini oldukça canlı bir biçimde anlatmayı başarmış olması. Her anlatıda değişik yöntemler ile bunu başaran Baronyan’ın anlatılarında kimi zaman kendisi o mahalleye gidip mahalleli ile sohbet ediyor, kimi zaman okuyucunun kendisi o mahalleye gitse neler olacağını anlatıyor. Bazen de böyle bir yönteme başvurmadan sadece gözlemlerini sıralıyor ama bunu yaparken başvurduğu söz oyunları ile kafamızda canlı bir imge yaratmayı başarıyor. Aristokratlardan Olympos tanrılarıyla görüşmeye layık görürler kendilerini diye bahsederken, içmeye düşkün bir sahil mahallesini mahalle sahilde olduğundan iyi yüzme bilirler, rakı içinde diye anlatıyor. İstiklal Caddesi’nin bugün  bile sorun çıkaran alt yapısından kışın Taksim’den Galatasaray’a doğru oluşan gölü ünlüdür. Şirketlerden biri bu gölde gemi çalıştırmak istedi ama izin alamadı diyerek hicivle bahsediyor. Murat Cankara, Agos gazetesinde yayınlanan yazısında bu hicvin kaynağına başka bir gözle bakmayı da öneriyor, aslında Baronyan’ın dönemin meşhur seyahatnamelerinin bir parodisini yaparak  milliyetçi etnografilere meydan okuduğunu ve tersten etnografi yaptığınıı öne sürüyor.

Baronyan bu eserinden bir yıl sonra, yani 1881’de ise Haşmetlü Dilenciler adlı romanını yazmış. Haşmetlü Dilenciler yıllar sonra tiyatroya uyarlanmış ve iki perdelik bir oyun haline getirilmiş. Türkçe’de ise  romanın Jack Antreassian’ın aslına sadık kalarak uyarladığı oyun bulunmaktadır. Oyunun detaylı öyküsü Ayşan Sönmez ve Fırat Güllü’nün kaleme aldığı İki İstanbul: Baronyan’ın ve Apisoğom Ağa’nın İstanbulları’ndan okumak mümkün. Fakat kısaca özetlemek gerekirse, bu oyunda Baronyan, evlenmek niyeti ile Trabzon’dan İstanbul’a gelen toprak ağası Apisoğom Ağa’nın İstanbul’daki Ermeni aydınları ile karşılaşmasını anlatır. İki gün zarfında geçen hikayede ekonomik kriz ve Abdülhamit’in baskıcı yönetimi altında Ermeni aydınlarının Apisoğom Ağa karşında nasıl dilenir pozisyona nasıl düştükleri hicvedilir. Rahip, papaz, şair, fotoğrafçı, çöpçatan, yazar, editör, oyuncu, matbaacı, doktor, öğretmen, avukat gibi farklı meslek dallarından Ermenilerin ortak noktası Apisoğom Ağa’ya aslında ‘’eksikliğini hissetmediği’’ bir takım hizmetleri sunup para koparmalarıdır. Baronyan oyunu şu sözlerle bitirir. Bu oyunun yazılma nedeni bizim yazarlarımızı, editörlerimizi, şairlerimizi ve entelektüellerimizi gözden düşürmek değil, gelecek nesillere bizim zamanımızın yazarlarının ve entelektüellerinin içinde bulunduğu sefil koşulları ve zenginlerimizin edebiyata ve sanata olan hayret verici umursamazlığını tasvir etmektir. Baronyan’ın bu satırları çağının entelektüellerinin koşullarına işaret etmekte ve aslında Baronyan’ın bu romanı yazarken Brechtyen bir yaklaşıma sahip olduğunu bize kanıtlamaktadır. (Çünkü Brecht’e göre tiyatro, kendi çağına tarihçilerin geçmişe baktığı gibi bakmayı bilmelidir. Sahnede davranışları sergilenen insanların kendi çağlarının toplumsal koşullarınca belirlenen davranışlar içerisinde oldukları seyirciye gösterilirse bu davranışların ebedi olmadığı ve değiştirilebileceği de daha iyi gösterilebilir. Tarihsel koşullar insanlar tarafından inşa edilmişlerdir ve yine onlar tarafından değiştirilebilirler.)  Baronyan da yaşadığı topluma bakmış, Ermeni aydınlarının üretimlerinin toplumda nasıl değersizleştiğini görmüştür. Bunu yazarken ise bu aydınları entelektüel üretimleri onun için anlam ifade etmeyen bir toprak ağası ile karşılaştırmış; toplumda var olan bu çatışmayı romanına hem güçlendirerek hem de mizahileştirerek taşımıştır. Bu şu anlama gelmektedir: Romanda bahsi geçen aydınlar karşısında üretimlerinden anlamayan bir Ağa’ya hizmet sunmak konusunda ısrarcı oldukları için dilenci konumuna düşerler ama Osmanlı yönetimi ve Ermeni halkının bir bölümünün de bu işte parmağı vardır. Kevork Bardakjian da Hagop Baronyan’ın hicvi üzerine yazmış olduğu doktora tezinde Haşmetlü Dilenciler’deki aydınlara dair eleştirinin tek boyutlu olmadığını söyler ve hepsinin aynı seviyede eleştirilmediğine dikkat çeker. Örneğin Apisoğom Ağa’yı oyununa bilet almasına ikna etmeye çalışan oyuncunun niyeti kar etmek değil oyunun masraflarını ödemeye çalışmaktır. Bu gülünç ama aynı zamanda naif bir eylemdir. Fakat Baronyan’ın gazete editörünün Ağa gazetesine abone olsun diye onun haberini yapması hem de haberde Ağa’yı abartarak anlatması  (hiç yabancı dil bilmeyen ağadan dilbilimci olarak söz edecektir örneğin) ağır bir hiciv öğesidir.

Peki, bu eleştirellik sahneye nasıl taşınacak? Diğer bir deyişle bu oyunu sahneleyen bir tiyatro grubu nasıl hareket edecek, metni ve Baronyan’ın toplumsal eleştirisini nasıl anlatacak? Bu konuda başarı elde etmek için dönemin aydın tiplerine dönük bir araştırma gerekiyor aksi takdirde çıkarcı ve sahtekâr dilenci tiplemeleri ile seyirci karşına çıkmak olası. Peki, bu araştırma nasıl yapılacak? Bana kalırsa başta çok uzağa gitmeden, Baronyan gibi tiyatro oyunu dışında pekçok roman, deneme ve köşe yazısı yazmış bir yazarın diğer eserlerine bakmak gerekiyor. İşte bunlardan biri de Haşmetlü Dilenciler’den sadece bir yıl önce yazılmış olan İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti. Haşmetlü Dilenciler’deki birçok aydın tiplemesinin davranışlarına dair arkaplan bu kitapta yer alıyor. Hatta bence İstanbul mahallerinde yaptığı gözlemler, Baronyan’ın Haşmetlü Dilenciler’i kurgulamasına önayak olmuş dersek abartmış olmayız. Gelin Haşmetlü Dilenciler’deki aydınlardan birkaçını bu bağlamda inceleyelim:

Rahip

Apisoğom Ağa’nın İstanbul’a gelişini duyan ve onu ziyarete gelen ilk kişi Rahip’tir. Zor günler geçirdiklerini söyler sonra da İncil’den uzun alıntılar yaparak sabretmenin önemini anlatır. Onu dilenci yapan şey ise Apisoğom Ağa’ya ölmüşlerinin canına dua tertip etmeyi önermesi, Ağa ayıp olmasın diye kabul edince de bunun için para almasıdır. İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’de mahalle kiliselerinin tasvirinin ortaklaştığı tek nokta fakirlikleridir. Fakat bunun sebebi her mahallede farklılık gösterir. Kiminde sebep kilise yönetiminin bencilliğidir, kiminde halkın elini ayağını kiliseden çekmesidir, kiminde ise papazın çıkarcılığıdır. Mesela  Baronyan Beşiktaş’ı şöyle anlatır: Papazlar vaizle haftada beş kez tartışır, altı kez barışır. Mahalle halkı papazın taraftarı… Aristokrat sınıfı da vaizin… Nedir acaba bunların tartışma nedeni, ne olabilir din adamlarının kavgası? Ya bekledikleri kadar cenaze olmaz ya da düğün ya da vaftiz töreni… Bu nedenle bütçelerini dengeleyemezler. Yani bunların bütçelerini dengelemek için her gün ölmeli, her gün yeni bir eş almalı ve her gün çocuk doğurmalı. Ortaköy’de ise durum daha vahimdir: Kilise eşitlikçi değildir, tüm ziyaretçileri aynı mekânda kabul etmez. Zengin biri geldiğinde, zangoç telaşa kapılıp hemen oturacak bir yer temin eder. Gelen fakir ise yerlerde de dua edebilir. Topkapı’da durum Beşiktaş’tan hallicedir: Kilisenin ilgi alanları sadece düğün, vaftiz ve cenaze olan üç papazı var. Diğer konular söz konusu olduğunda uyurlar. Selamsız’da ise halk dinine bağlıdır. Pazar günleri kilisede iki yüz kişiden fazla olur. Ama bağış toplamak için kumbara dolaştırıldığında ancak yetmiş beş para toplanır.

Oyuncu

Oyuncunun Apisoğom Ağa ile karşılaşması şu şekilde gerçekleşir. 10 yıllık deneyimli bir oyuncu olan bu kişi Apisoğom Ağa’ya o akşamki temsil için bir loca ayrımıştır ve kibarca biletleri almasını rica eder. Rica giderek yalvarmaya dönüşür, ama şimdiye kadar pekçok insana çeşitli şekillerde para vermiş olan Ağa oralı olmaz ve onu kovar. Ardından içeri bir matbaacı girer elinde oyuncunun bahsettiği oyunun afişini tutmakta ve parasını Apisoğom Ağa’dan istemektedir. Çünkü matbaacı oyuncudan Apisoğom Ağa’ya bilet sattığında afişlerin parasının kendisine ödeneceğine dair bir söz almıştır, dolayısıyla matbaacı da Apisoğom Ağa’nın karşısına dikilmiştir. Peki, oyuncu neden seyirci bulmamaktadır? İlk akla gelen kötü bir oyun sergilediği ya da halka uzak ‘’yüksek sanat’’ yaptığı olabilir. Mümkündür. Ama Baronyan’ın Gedikpaşa Mahallesi üzerine yazdıklarını okuduğumuzda kafamızda bambaşka bir tablo canlanır. Bilindiği üzere Hagop Vartovyan’ın Şarasan’ın tabiri ile Türkiye Ermeni tiyatrosunun en zengin, güzel ve görkemli devresini Türkçe ve Ermeni oyunlar sahneleyerek yaşattığı tiyatro Gedikpaşa’dadır. Yine bilindiği üzere 1880’e kadar altın çağını yaşayan tiyatro için 1880’den sonra kriz başlayacaktır.  1880 yılına geldiğinde 10 yıllık tiyatro yapma tekeli yenilenmez, Hagop Vartovyan tiyatro müdürlüğünü bırakır, 1881 yılında Üsküdar ve Kadıköy’de Ermenice temsil vermek yasaklanır, 1884 yılında ise tiyatro binası Abdülhamit tarafından sakıncalı bir oyun oynandığı gerekçesi ile yıktırılır. İşte Baronyan’ın oyununda yer alan oyuncu tiplemesi 10 yıllık deneyimini Vartovyan’ın altın çağında elde etmiş fakat artık kriz içinde olan tiyatrocuları temsil eder. Bu krizin nedenlerini Baronyan İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti’nin Gedikpaşa başlıklı bölümünde şu şekilde anlatır:

  • Halkın bir kısmı tiyatrodan anlamaz: Vartovyan’ın bitmek bilmez çabaları sayesinde tiyatro sahnesinde muhteşem temsiller verilir ama sahnenin dışında, locaların içinde verilen temsiller de noksan değildir. Tiyatroya oynanan oyunu görmek için gidenler azdır; çoğu kimse aradığı şahsı bulmak için localara bakar.
  • Tiyatroseverler de tiyatrocuya hak ettiği değeri vermemekte ve beleşçilik yapmaktadır: Bazıları da idareli olmak namına ailelerini alıp sokakta, sahnenin arka tarafına dikilir, temsili oradan dinlerler. Kimileri de biletçiyle yahut başka bir memurla anlaşıp tiyatroya bedava girer.
  • Ermenice temsil yapmak yasaklanmıştır: Son zamanlarda Babıâli tarafından Ermenice temsiller yasaklandığındn yanlız Türkçe temsiller verilir. Mahalleli de korkusundan Ermenice konuşmaz ki buradan bir ihtar gelmesin kendilerine.

Öğretmen

Öğretmen, Apisoğom Ağa’nın karşısında eğitimde yeni bir yakaşım geliştiren bir kitap yazdığını söyleyerek çıkar ve Apisoğom Ağa’nın bu kitaptan 100 adet almasını ister. Apisoğom Ağa yine oralı olmaz. Bunun üzerine öğretmen okul yönetimi ile ters düşünce öğretmenlerin kısa sürede kovulduklarını, kovulmayanlarında aylarca maaş alamadıklarından yakınır. Baronyan burada oyuncu karakterinde olduğu gibi toplumsal koşulları ima etmemiş direkt olarak öğretmene söyletmiştir. Öğretmenin Apisoğom Ağa gibi eğitim ile uzaktan yakından alakası olmayan birine kitabından 100 adet satmaya çalışması durumun vehametinin ne kadar büyük olduğunu gösterir. Çünkü eğitim kurumu geçmişte Ermeni aydınlamasında büyük rol oynamıştır ve Baronyan yazdığı dönemdeki sorunların farkındadır. Baronyan’ın eğitime ve Ermeni okullarının düzeyine ne kadar önem verdiği İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’de de göze çarpar. İstisnasız her mahallede kaç okul bulunduğundan ve okullardaki eğitimin kalitesinden bahseder. Eğer o mahallenin okulunda bir sorun varsa bunun sorumlusu mahalle sakinleridir, özellikle mahallenin varlıklı kesimi.

Tarkmanças Okulu (Ortaköy). Çok düzgün zavallılık içinde, zavallılığı olmasa bile düzgünlülüğü ile kıskançlığa neden olur. Şaşırır bazıları, böyle zengin bir mahalledeki okul neden fakir kalır! Ben şaşırmam buna, okul fakirdir çünkü burda zenginler yaşıyor.

Öğretmenlerin onca uğraş verip maaş alamaması ise pekçok mahallede karşımıza çıkan bir olgudur. Kasımpaşadaki öğretmen mesela öğrecilere mama yedirir, yürümeyi öğretir, donlarını çözüp bağlar. Bir eve hizmetçi girse 400 kuruş aylık alırdı. Ya da Kuruçeşmeliler öğretmen getirir ama maaş vermez. Öğretmenler bugüne kadar yönetim odasına gider, maaş isteyip almamak için.

Sonuç

Haşmetlü Dilenciler’den seçtiğim bu üç tiplemenin nasıl yorumlanması gerektiğine dair yapılacak arkaplan çalışmasında hemen hemen aynı yıl yazılan İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti bize önemli veriler sunuyor. Baronyan’ın tiyatro metinlerini sahnelerken onun güncel-politik yazılarından yararlanmak tiyatrocular için önemli bir yerde duruyor. Çünkü Baronyan tiyatro oyunlarını da toplumunu ve çağını anlatmanın bir aracı olarak görüyor. Oyunlarını yazmaktaki itkisi oyununun hemen tiyatrolarca sahnelenmesi ve gişe rekorları kırması değil. Zaten o hayatta iken yazdığı oyunlar hiç sahnelenmemiş. Dolayısyla tiyatro oyunu ya da köşe yazısı yazarken niyetinin hep aynı olduğunu; içinde yaşadığı toplumu eleştirmek yoluyla değişime tabi tutmak olduğunu söyleyebiliriz.

Benim gibi Ermenice bilmeyen tiyatrocular şimdilik İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti ve Tiyatro dergisinin sayıları ile işe başlayabilirler. Umarım Baronyan’a olan ilgi artar ve diğer eserleri de Türkçe’ye ve başka dillere çevrilir.

Kaynakça

Bardakjian, Kevork; Hagop Baronian’s Political and Social Satire; yayınlanmayan doktora tezi, Oxford 1978.

Baronyan, Hagop; Haşmetlü Dilenciler, Oyunlaştıran: Jack Antreassian, (Çev.) Ayşan Sönmez, BGST Yayınları, İstanbul 2013.

Baronyan, Hagop; İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti, (Çev.)P. Hilda Teller Babek, Can Yayınları, İstanbul 2014.

Brecht, Bertolt; Tiyatro İçin Küçük Organon, (Çev.) Ahmet Cemal, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul 2005.

Cankara, Murat; ‘‘Görünmez kent İstanbul’’, Agos Gazetesi, İstanbul, 16.05.2014.

Güllü,  Fırat; Vartovyan Kumpanyası ve Yeni Osmanlılar, BGST Yayınları, İstanbul 2008.

Şarasan, Türkiye Ermenileri Sahnesi ve Çalışanları, (Çev.) Boğos Çalgıcıoğlu, BGST Yayınları, İstanbul 2008.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Duygu Dalyanoğlu

Yanıtla