Hikayeyi Kristale Yansıtınca: “Bir isen seni artı bir yapıyor.”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Gizem Aksu

19.Uluslarası Tiyatro Festivali kapsamında merakla beklediğim prömiyerlerden biri, üretimlerini uzun zamandır merakla ve heyecanla takip ettiğim Aslı Bostancı’nın The Last Unicorn eseriydi.

Gerçekliğin üst-alt-öte varyasyonlarında her zaman beni çeken bir şey oluyor. Teorik metinlerdeki bu varyasyonların diline daha kolay kapılabilirken edebi metinlerde zorluk çekebiliyorum. Bu varyasyonların bedensel tezahürleri ise son zamanlarda en çok ilgilendiğim şey. Hayaletlere takıklığım da bundan belki. Aslı Bostancı’nın eserlerine olan merakım da bu kanaldan besleniyor sanırım. Kendisi, gerçekliğin sınırsız katmanlarında özgürce salınan bir beden… Ruh. Hayalet. Öte.

The Last Unicorn‘dan karışık bir şekilde çıktım. Gerçeğin sözü geçen varyasyonlarına ve sınırsız katmanlarına dokunan bir iş çıkarmıştı. Bir şeyler yazmaya çalıştım ama içimdeki karışıklığın dilsel karşılığından bir şey çıkaramadım. Küçük notlar çıkardım, düşündüm, tekrar denedim. Gene olmadı.

Bu noktada, son çareyi Aslı’ya yazmakta buldum:

Aslı’cım merhaba nasılsın?

geçen salı prömiyer geldik ancak performans çıkışı hemen çıkmak durumunda kaldık, sonra da olaylar patlayınca sana yazamadım;

ilk olarak tebrikler:)

ve yarınki oyun için güzel sahneler;

mimesis’e oyunla ilgili bir kritik yazmaya çalışıyorum ancak fark ettim ki yazdıklarım daha çok sorular şeklinde:) bu noktada da acaba bu soruları sana sorsam yanıtlamak ister misin?

daha önce senle yaptığımız paslaşmalardaki gibi genel değil de Last Unicorn un üzerine spesifik sorular,

nasıl bakarsın böyle bir öneriye,

eğer istersen iki üç gün içinde yapsak da performans gündemdeyken hemen siteye taşıyabilsek??

sevgiler çok”

derken iki ay geçti; buluşmak, konuşmak, deşifre etmek için.

Kendi notlarımdaki soruları sansürlemeden kendisiyle paylaştım. Kendime sorduğum soruları, başa çıkamadığım soruları…

O da soruları kendisinde yankılandığı şekliyle büyük bir açık gönüllülükle yanıtladı.

Eserin, yeni sezonda farklı sahnelerde seyirci ile buluşacağı haberini de sevinçle vermek isterim.

Keyifli okumalar dilerim.

*****

Kısa bir giriş olarak, Last Unicorn‘u oluşturmaya başladığın süreçten bahsetmek ister misin?

Oluşum süreci baya dağınıktı, ucu açık bir şekilde, herhangi bir bitirme tarihi koymadığım bir yerden başladı. Tiyatro Festivali başvurusuna girmeden önceki sene okuduğum şeylerden, ilgilendiğim şeylerden etkilenerek oluşmaya başladı. Algı, boyutlar arası durumlar, bilinç düzeylerimiz, kitlesel bilinç, yeni bilinç sistemleri kurmak üzerine kendi kendime çalışıyordum. Geçen yazın başları nefes, şifa, kristaller, meditasyon üzerine yoğunlaştığım bir süreçti.

Stüdyoya girmeden önce hem metinsel hem de karakterle ilgili çalışmaya başlamıştım. Last Unicorn isim olarak baya önceden vardı. Bunu kurgularken içeriğe dair ne olur, nasıl gelişebilir üzerine düşünürken Skinner Releasing’in,  Shannonla çalıştığımız “ Dinamik Genişleme”’nin etkisiyle çok fazla şey oluştu. Shannon’dan özellikle çok etkilendim çünkü özellikle beyin ve algı üzerine çok fazla çalışıyor. Daha öncesinde de kristallerle vakit geçirmeye başlamıştım. Acayip rüyalar görüyordum; ejderhalar, devasa unicornlar… Çok fantastikti benim için. Bu sefer, kristalleri rüyalara programlamaya başladım.

Kristalleri rüyalara programlamak nasıl bir şey?

Kristalle çalışırken kristali enerjilerden temizliyorsun. Kristal aslında enerji kaynağı ve kristallerin kendi hafızaları var. Bunu programlayabiliyorsun. Hem içindekini açığa çıkartabileceğin hem de iletişime girebileceğin canlı bir şey.

Yanında mı duruyor?

Cebimde, yanımda, koynumda…

Normalde kristaller negatif enerjiyi iten şeyler, çevrenden gelen negatif enerjiyi itip daha koruyucu bir yer oluşturuyor. Bazı kristallerin farklı özellikleri de var. Temizledikten sonra meditasyon yapıyorsun, onu sevgiyle kullanmak üzere filan. Mesela, bir ara rüyalarımı kaydetmesi için programlıyordum. Kalktıktan sonra onunla meditasyon yaptığın zaman görsel gelebiliyor. Bir bardağa yoğunlaşsan da belki olur ama kristalde öyle bir hafıza olduğu için daha karşılıklı, seni daha çok destekliyor. Bir isen seni, artı bir yapıyor. Öyle bir güç var içinde.

Doğal olduğu için mi, neden böyle?

Kristaller, Atlantis zamanında orada güç kaynağı olarak kullanılırmış ya da hafıza biriktiren kaynaklar olarak. Belki belgesellerini izlemişsinizdir; kristal kafatasları var. Onlar şu an hala çözülememiş, hepsi de toplanmamış dünya üzerinde. Şu an 10 tane var galiba, ama normalde 13 tane. İçinde bir geçmişi taşıyor. Bunlar, dünyanın alt tabakasında olan şeyler. Dünyanın hafızası gibi bir işlevleri var. O yüzden kristalin bilincinden faydalanabiliyorsun.

Bir dönem şunu çok çalıştım: İşle ilgili yoğunlaşıp kristalle meditasyon yapıyordum, her güne bir fikir bulmak üzerine. Biraz fazla kaptırdım, o görsel rüyalar filan… Tam Gezi dönemiydi. O sıra Çukurcuma’ da oturuyordum, çok fazla evdeydim, çok yoga yapıyordum. Dışarı bile çıkamıyorduk. O yüzden evde yoğun süreç yaşadım ya da Ada’ya filan gidiyordum. Heybeli Ada’da yaşıyoruz bazen. Yoğun bir sürecin ardından festivale başvurayım da bir tarih çıksın önüme diye düşündüm. Festivalin benim için görevi bu gibi. Başka hiçbir katkı göremiyorsun, her şeyi sana bırakıyor. Festivale katılmayı halka bir tık açılsın diye yapıyorum. Bir yerde oynadıgım zaman sonuçta beni bilen insanlar geliyor. Burada hiç bilmeyen ismi enteresan bulan, okuyup “Aaa!” diyen insanlar da gelsin diye katılıyorum.

Nasıl geçti senin için festival performansları?

İlkinde çok az tanıdığım insan vardı. Bu yüzden ilki daha amacına ulaştı diyebilirim. Ama ilkinde ışıklarla filan bir garip geldi. Performatif olarak ikincisi daha çok içme sindi.

Sezonda oynayacaksın değil mi?

Tabi ki tabi ki… Bilmiyorum nerelere gönderebilirim ama burada da bir yerlerde oynamak istiyorum. Ayrıca, yüksek lisans tez parçam olarak da bunun üzerine çalışacağım.

Tez kapsamında özel olarak neresi ile ilgileneceksin?

Henüz spesifikleştirmedim. Daha dar bir çerçeveye geçmem lazım ki daha rahat olsun ancak henüz karar vermedim.

Performans metninde sessizlik meselesi üzerinde duruluyor, Unicorn’un sessizliği üzerine. Performanstan çıktığımda aldığım notlardan birinde dikkatimi şu nokta çekmiş: Sürekli alttan bir sesin atmosferik olarak kullanılması, nefes ve senin sesinin bir beden uzantısı olarak varlığı… Bunların hepsi bir soundscape oluşturuyor ve aslında sessizlik hiç yok gibi.

Ama orada var aslında…

Heh, ben de bunu sormak istiyorum. Senin için o sessizlik, bu kadar sesin içerisinde nasıl bir anlamdaydı, nasıl bir var oluştaydı?

Sessizlikten kasıt seyirciyle beraber sessiz olma, o alanı paylaşıyor olma durumu. Bütün çalışma süresince 528 hz frekansı üzerine çalışıyordum. Diğer sesler eklenmeden önce… O, zaten hep olacak bir şeydi; çünkü bunun o sessiz alanı yaratan bir şey olduğunu düşünüyorum. Eklenen diğer sesler de gezegen sesleriydi, Ay, Satürn’ün ringi gibi. Bu seslerin alanı genişlettiğini ya da insanı oturduğu yerden başka bir algıya soktuğunu düşünüyorum. Beraber ortak bir yere doğru gidebilmemiz için öyle bir şey var. Full bir sessizlik olduğu zaman herkesin başka sesleri var. Herkes o kadar sessiz değil sonuçta. Çok fazla sesi olanlar var. Alttan sürekli gelen ses, seyircileri seslerinden daha fazla arıtabilmek için yardımcı bir element gibi.  Amacım hepimizi bir araya, o alana taşıyabilecek bir şey kurmaktı.

Seyirci içeri yeni girerken o sesin oluyor olması, en başından itibaren o sesin içine giriyor olması, bir şeyleri arkada bırakıyor olmasıyla ilgili.

Performans metinde öyle bir vurgu gördüğüm için sormak istedim.

Ceylan’ın yazdığı metin mi? O biraz kendi yorumu ile de yazıyor. Ben hiç dokunmadım. İyi çalışıp yazdığı için hoşuma gitti. Çok güzel dinleyip yazmış, aksi gelen bir şey de olmadığı için hiç müdahale etmek istemedim.

Sanki Unicorn belli bir bagajla gelmiş “buraya”, onu iletmek için birçok şeyi gösteriyor, yaşatıyor, beni tanık ve gözlemci yapıyor. Didaktik bir yerden değil ama deneyim yoluyla demek istediklerini ulaştırmak istiyor gibi hissettim.  Bir yandan da o sesin sürekli olması, konuşmaların çok net ve direkt olmasıyla ilgili…

Konuşma sadece son kısımda var.

Evet, İngilizce olan kısımda… Orada da neden öyle bir metin ve neden İngilizce diye merak ettim. Şöyle yazmışım notlarıma: Ancak burada yaratıcısının insan olduğu bir dil kullanmak nedendi?  Benim onu anlamam için mi? Kendisini anlatmak için başka bir çare kalmadığını mı düşündü?

Senin için o metnin ve dilin seçimi nasıl oluştu, o bölümün dramaturjik birkaç noktasını paylaşmak ister misin?

İlk şunu söyleyebilirim ki benim sahnede kullandığım dil genelde İngilizce oluyor.  Ya sallama bir dil oluyor ya da İngilizce oluyor, bir mesaj vereceksem. Her performansta kendimi hikâye anlatıcısı pozisyonunda görüyorum. Her performans için ayrı bir hikâye.

The Last Unicorn‘un üç bölümden oluştuğunu düşünüyorum: İlk başta ritüel alanı kuran bir bölüm var. İkinci bölümde, Unicorn’u bedenselleştirdiği ve onu algısal olarak da orada yaşadığı… Üçüncü bölüm ise biraz daha yıkıma dair, hem o karakteri hem de seyircinin gözünde burada kurduğu alanı biraz yıkmak üzerine…

O alanı yaşayamıyoruz, neden o alanı yaşamıyoruz? Senden almam gereken cevaplar var, senden gördüğüm davranışlar var ve bu yüzden biz o alanı yaşamıyoruz. Burada sorguladığı bir şey var.

Bu performansın aynı zamanda birkaç algıda okunabilecek şekilde kurgulandığını düşünüyorum. Sonunda bu kadar net olmasının nedeni de herkes kendi payına düşeni alsın gibi. Bunun İngilizce olmasının nedeni de bu ortak dilimiz olduğu için, hepimiz bu boyutta bu dili kullanıyoruz. Bu kısmın öncesinde telepatik olarak da birçok şeyden bahsediyor. Ya da senin gözüne baktığı zaman onu paylaşıyor.

Seyirciyle kurulan iletişimi de çok çok önemli buluyorum. Ne kadar iç içe geçiyoruz, nasıl daha transparan gidebiliyor. Performans benim için yargısız derinlemesine, herkese uzanan bir şeye doğru gidiyor. Bedenin ötesinde bir şey… Son bölüm de buna biraz daha dokunabilmek için aslında. Orada bir alan açıp orayı biraz deşercesine bir hali var Unicorn’un. Ortak bir yerde bir şekilde birbirimizi sarsmamız lazım dünyada, ya oturduğumuz yerlerde ya karşılıklı ikili ilişkilerimizde, ya da direkt kendimizle olan ilişkimizde. Artık yalan söylemeyi bırak kendine gibi. Kendini artık kandırma, başkasına bunu yapma.  Kendi içinde nasıl biraz daha şeffaf olabilirsin, ne kadar şeffafsın?

fotog¦åraf 2.jpeg

 

Senin durduğun bu noktada Unicorn’un pozisyonu anlayan mıydı yoksa anlatan ama aynı zamanda da dinleyecek olan mıydı? Parçanın sonunda anlattı, anlattı ve gitti. Benim okumamda, dinleyici olmaya pek de açık değildi.

Karşıdan açık değil gibi görünebilir, bilmiyorum. Ben açık bir alan olarak kurguladım. Performans yaptığımda hep paylaşımdan bahsediyorum. O yüzden bu alan benim için her zaman açık. Açık olmaması ancak şöyle olabilir: Ben senle iletişime geçmezsem izleyici ile iletişime geçmezsem bunu kapatırım. Ben senle ilişki içinde olduğum sürece bu, her zaman açıktır diye bakıyorum. Belki daha fazla da zaman verebilir onun geçmesine. Belki zamansal noktalarla oynayabilirim diye düşünüyorum. Finaliyle ilgili olarak da, çok hızlı final-selam oluyor gibi bir hissiyata büründüm, bu iki performanstan sonra. Orada titreşimin devam etmesine izin vermek önemli olabilir.

Notlarımdan ve sorularımdan bir diğeri şuydu: Sanatçının güçlü bir presence’ı var, sanatçının bedeni nefesi beni tuttu, gözlerimi ayırmama kaçırmama izin vermedi. Ancak Unicorn’dan hissel akışta uzak kaldığımı hissettim, kendi alanında güçlü özgürdü ancak mesafeliydi bu mesafe öfkeden korkudan mı kaynaklanıyor?

Senin var oluşundan gözlerimi ayıramadım, çok güçlüydün. Algılama biçimin, onu geçirişin çok transparandı. Performanslarda eserin hislerin girip çıkmasına ne kadar olanak tanıdığı meselesi benim için önemli oluyor. Farklı hislerin açığa çıkabiliyor olması beni zenginleştiren, işin içine rahat girmemi sağlayan bir nokta olabiliyor. Hissel akışta Unicorn’ a mesafeli ve uzak kaldığımı hissetmişim, Unicorn kendi alanından konuşuyor, bir paylaşım var ama bir mesafe de var. Bir yandan da belki de ancak mesafe olunca birbirini dürtebilirsin.

O alanla da oynadığımı düşünüyorum. O alan üç bölümlüyse, birinci bölümde beraber bir çemberin etrafına girip oturuyoruz. İkinci bölümde beraber daha yükseldiğimiz bir şey; çünkü orada mistik katılım yaratan bir alan oluşuyor ve bedensel bir performans var. Mistik katılımda mesafeler yoktur, katılımcı her şeyden arınarak bedene odaklanabilir. Kendini yerine koyar, direkt ona geçer ve bedeninde bir şey olmaya çalışır. Öyle bir mistik katılım hedefleniyor orada. Ortak bir bedene geçiş yapabilmek… Benim için de en baştaki süreç, ayin olan dediğim bölüm; ona bürünmek, o olmak ve sonra onu gene yıkıyor olmakla ilgili. Boynuz hep orada ama ben de hazırlanıyorum seyirci ile beraber. Orta bölümde geriye doğru bir dönüş var, orada tamamen bunu hissediyorum. Ve daha sonra son bölümde, mesajlı bölümde insani bir yere doğru gidiyor. Orada Aslı’dan da şeyler var.

Kurtlarla Koşan Kadınlar‘ı okudun mu? Ondan da çok etkilendiğim şeyler var, orada da hikâye anlatıcılığıyla ilgili çok şey var. Okuduğum zaman bende bir yığın şey yerine oturdu hikâye anlatıcılığı ile ilgili.

Notumun devamında şöyle yazmışım: O mesafe, korkudan ya da öfkeden mi? Nasıl bir unicorn? Kırılganlık alanları, sınırları nasıl?

Senin bedenselleştirdiğin Unicorn’un nasıl kırılganlıkları, nasıl farkındalıkları var? Nasıl mesafeleri var, seviyor mu insan içine girmeyi yoksa bir mesafeden mi konuşuyor?

İlk kez insanlarla iletişime girdiğimde… Ada’da…

İşin teaser’ını izleme şansınız oldu mu? Kostüm ve bedensel olarak ilk yaptığım şeydi işle ilgili. Ekim ayında festivale görsel bir şey verelim diye yaptığım bir şeydi. Annem çekti videoyu, Ada’da. İki gün çalıştık. Makyaj kostümle evden çıkıyoruz annemle. Unicorn’un insanlarla ilk karşılaşması öyle oldu. Bir kostüm içindesin ve o karaktere bürünüyorsun. Bir yandan da o kostümün içinde olan Aslı var. O da izliyor, dışarıdan tanık oluyor. İnsanların nasıl izlediğini de izliyor. Onların tepkilerine karşı benim tepkilerim neler? Aslı’nın tepkisi aslında onlar. Unicornla alakalı dışarıda kurduğum şey, ruhla alakalı. İnsanlarla göz göze geldiğim zaman gülüyorum, utanıyorum filan. Çocukluğum geçtiği bir yer sonuçta. Tanıdıklar oluyor, “Aslı gene ne yapıyorsun?” diye soruyorlar. Yolda izleyenler bakanlar, “Bazılarının da inancı böyle.” deyip geçenler var. Pagan filan zannettiler herhalde.

Yanımda da annem olduğu için daha güvenliyim, kimse laf atamıyor. Annemle iletişimimizde son zamanlarda meditatif boyutlarla ilgili paylaşımlar var, ben okuduğum kitapları anneme filan veriyorum. O yüzden anlıyor neden bahsettiğimi. Bu, bana güzel bir destek oluyor. Çekimler sırasında insanların arasından gittiğimiz yerler var bir de ormanın içinden gittiğimiz yerler var. Mesela ormanın içinden giderken daha çok ona bürünüyorsun. “Anne bak şöyle yapalım.” diyorum sonra karşısına geçip Unicorn olarak takılıyorum. İşte orta bölüm benim için Unicorn’un varlığından bahsedebileceğim bölüm, diğer ikisi ise işin içine Aslı’nın da dâhil olduğu bölümler. İlk bölümde de duyguların çok sabit olduğunu düşünmüyorum, çünkü hikâyeler sürekli değişiyor.

İlk bölümde, daha öz’le ilgili arayışı var, daha sonra geriye geçtiği bölümde daha çok unicornlara dair bir şey var, nasıl tükendiklerine dair. Bunun hikâyesi ne, o hikâyeden çıkan bir şey var. Neden soyları tükendi, insanlar neden bunun farkında değil? Oradan da değişiyor duygular. Aslında çok değişken…

Sanırım bahsettiğin geçişlerde, bedensellikte böylesi bir değişim görmediğim için bu şekilde hissetmişim, yazmışım. Ancak, şu an kendi düşüncemi sorguluyorum, her hissel, ruhsal değişimin, duygulanımın bedensel bir karşılığı olmak zorunda değil. Şu an sen anlatırken bir yandan da bunu düşündüm.

O bir tercih, o akışı tutmak… İçinde çok bariz olan değişimler var, öfkeli hızlı olan var ya da el dansı ya da daireye geçtiği yerde o dönüşüm alanı bambaşka bir şey. Onun dışında o ara geçişlerde o akışı uzayan zamansız bir şeye götürmek istedim. Ağır, yavaş ve detaycı bir bedeni paylaşım yaratan dramaturjik bir nokta olarak düşündüm. Uzama daha çok yayılması önemliydi benim için. Aynı dediğim şey içinde çok değişken şeyler var. Ama o devamlılıkta korumak istediği bir şeyler de var. Kendi içinde kaybolma, bedenin hikâyeleştiği alanlar var. Oradan çıkıp tekrar seyirciye dokunduğu yerler var. O bakımdan hiçbir şey çok fazla sürmüyor aslında, akış hep devam ediyor. Hep değişiyor. Müzik de hissettirmeden değişiyor, beden de oraya doğru çözülüyor.

Retrospektif bir soru sormak istiyorum. Bu eserin retrospektif olarak baktığında nasıl bir yeri dolduruyor, ya da nasıl bir boşluk yaratıyor, parantez açıyor? Sende neleri sildi, neler bıraktı, bu eserin özelinde bir şeyler paylaşmak ister misin?

Bu dönemde tüm dünya için bir şey değişiyor, hızlanıyor. Başka bir algı boyutuna geçiyoruz yavaş yavaş. Ben bunu kişisel olarak çok ağır yaşadım. Biraz ani bir geçiş oldu benim için. Gezi döneminin öncesinden de başlayarak hayatımın, tamamen değiştiği ve bir yığın şeyden arındığı bir dönem oldu. Hem de istemeden arındığı, kendi tercihim olmadan. Hayata maruz kalarak arınma sürecine girmiş oldum. Daha sonra bunun farkında vararak bunun olgunluğuna erişiyor olmakla ilgili deneyimlerim oldu. Hep özden bahsederim bir şekilde, zaten orda var olan bir şeyden.

Dürtüselliğe daha fazla değebildiğimi düşünüyorum bedensel olarak. Ruhumla iletişimim en fazla olduğu dönemdeyim. O yüzden de daha içeriden bir hikâye, daha dürtüsel diyebileceğim.

Öncekilerin de gene içeriden beslendiği bir şey var. Ama hep biraz daha uçucu… Bu daha merkez olan bir şeyden, biraz daha… Daha yalın ama benim için çok kuvvetli söylediği şey. Hani kendime olan katkısı da çok fazla…

Seyirciyle olan paylaşım da gerçekten çekmek istediğim noktaya geldi. in-between‘ de de öyle bir şey vardı ama yine kendi kayboluşlarıyla, sorunlarıyla ilgiliydi. Onunla bir şey yaşıyordu. Bunda biraz daha kendi sorunlarım, benim sorunlarım değil. Sorunu sorun olarak ele almayıp daha kabul ederek… Biraz daha ortak bir şeyden de bahsediyor. Küçük depresif kız artık o moddan çıktı. panic in the ZOO’ yu izlemiş miydin?

Hayal âleminin zaten var olan, hani olması gereken, hani gerçek zeminde ne olduğunu biraz daha gören… Şu an burası zaten değil, tam olarak o da değil. Başka bir şey var paylaşılması gereken, biraz daha üzerinde konuşulması gereken.

Çok küçük bir şeyi merak ediyorum. Metinde de var. Öz… Senin için öz ne? Biraz önce “Zaten orada olan bir şey” diye tanımladığın?

Özden bahsettiğim şey… Ortak bir şey aslında öz… Çünkü ruha dair bir şey olduğunu düşünüyorum. Ortak bir ruhtan geldiğini düşünüyorum. Doğuştan ona sahipsin ve ona ancak ne kadar ulaşabiliyorsan. Ben de kendi içimde emin değilim.

Biraz daha kendi katmanlarından ayrılarak, düşüncelerden, kendi kurgularından, zihin sistemlerinden, kitlesel olan bilincin dışından bir yerden; kendimle sözlerin dışında bir yerde kurduğum iletişimden bahsedebilirim, özle ilgili.

Hala deneyimlediğim bir şey, tam olarak çözülebilecek bir şey değil ama…

fotog¦åraf 3.jpeg

O var ve sen onu bulmaya mı çalışıyorsun; yoksa o deneyimin bir parçası olan dinamik bir şey ve senle mi geliyor?

Bedenden ayrı bir şey, ruha dair bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu boyuttaki iletişim biçimimiz ve aracımız beden. Bedene dair bir şey olmadığını, ruha ait olduğunu düşünüyorum.

Her katmanda bizimle olan, her boyutta bizle kalacak olan bir şey. Ona en çok değen şey, nefes olabilir. Ona araç olan şey, nefes.

Bu güzel sohbet ve açık gönüllülüğün için çok teşekkür ederim.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Gizem Aksu

Yanıtla