Tiyatro Asla Bir Oyun Değildir

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Aydın ÖZTÜRK

Kürtlerin, arkadaşlarından geri kalmış bir çocuk çaresizliğini hiç bu kadar etkileyici dinlememiştim. Dört saate yakın bir süre konuşan ak saçlı adam, Kürtlerin varoluşunu yapılandırmalarının pek de siyasi sayılmayacak yöntemlerini anlatıyordu ve bir siyasi demeçten çok daha etkiliyordu insanı.

Ak saçlı Kürt tiyatrocu Şaliko Bêkes, Moskova’dan birkaç günlüğüne geldiği İstanbul’da Kurd u Tutu adlı kendi oyununun sahnelenişi vesilesiyle konuştu. Oyunu sahneleyen Teatra Si ekibine, neden tiyatronun tek çıkış yolları olduğunu anlattı ve tüm dinleyenleri (sayıları beş-altı kadardı maalesef) koltuklarında çakılı halde bıraktı adeta.
Tiyatronun asla bir ‘oyun’ demek olmadığını ben ilk kez bu kadar berrak şekilde anladım. Kürtlerin tiyatroyu ‘bir oyun ve bu nedenle ciddiyeti hak etmeyecek bir edim’ olarak görmelerinin onların asıl trajedileri olduğunu anlatan bu ak saçlıya inandım. Bir halkın artık top ve tüfekle değil, dilinden uzaklaştırılarak yok edildiğini hatırlatması bana yepyeni bir bilgi gibi geldi. Dillerini çok iyi konuşmalarına karşın Rusya’da tüm tiyatro akademisinin eğitiminin yüzde sekseninin ‘dil üzerine’ olduğunu söylemesi sarstı beni.

İnsanın ‘ciddiyetle yaklaştığı her şeyi’ kendisinin asal gerçeği kılabildiğini, her sabah işine dakikası dakikasına giden benim gibi bir memura daha nazik hiç kimse anlatamazdı (demek memuriyeti ciddiye alıyordum ve onu hayatımın gerçeği kılmıştım). İki farklı yöreden kişinin dahi birbiriyle anlaşamadığı Kürtlerin dil üzerinde nasıl bir işçilik yapmak göreviyle karşı karşıya olduğunu daha önce duymuştum, ama hiçbiri bu ak saçlı kadar ikna etmemişti beni. Biraz daha zaman geçirsem, yeryüzü cehennemine gönderilmiş bir melek olduğuna dahi inanabilirim (ki böyle inançları olmayan biriyim).

Tiyatroda yönetmenin öncü rolünü bilmiyor değildim, ancak tiyatro duvarları içinde onun aslında bir tanrı olduğunu ve artistin onunla uyumunun herkese kazandıracak bir altın kural olduğunu ilk kez öğreniyordum ve sarsılmaya devam ediyordum. Babam ölse dahi sahneye çıkarım, şeklindeki popüler tiyatrocuların ağzında pek eğreti duran sahne aşkı ve sorumluluğunun tarifine inanmam için bu ak saçlı adamı bekliyormuşum meğer. Hiç de eğreti durmadı bu konuda söyledikleri. Kendisi ve yakın arkadaşlarının da öyle sahnede ölü halde hastaneye kaldırıldığı olmuş.

Dünya medeniyetinden uzaklığın nasıl bir çaresizlik olduğunu sosyolojide okumuştum ama hiçbir sosyolog bunun kadar hazin anlatmamıştı. Evet, Kürtler, bir uçak yapamıyordu, uzaya insan gönderemiyordu, çünkü bir devletleri yoktu, ama tiyatroya sarılarak uzaya gitmiş kadar olabilirlerdi, ki bu mucizeyi de gerçekleştirmişlerdi o ve arkadaşları. Rusya’da adı dahi pek bilinmeyen Kürt tiyatrosu katıldığı festivalde ‘devletli’ tiyatro gruplarını sollamış ve yedi ödüle birden hak kazanmıştı. Yeni metodlarla medeniyeti yakalayabilirdik, bu mümkündü.

Ve Kürtlerin bölünmüşlüğünü tiyatro grupları üzerinden anlatışı vardı, pek şaşırmadığım. Bölünmeye sanatsal düzeyde de devam ediyorduk. Daha çok şey anlattı.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Aydın Öztürk

Yanıtla