“Bağımsız ve Devrimci Sanat İçin Bir Manifesto”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sacit Hadi Akdede

Troçki’nin Manifestosunun Politik Ekonomi Açısından İncelenmesi

Bu yazıda, sanatın politik ekonomisine ilişkin çeşitli görüşleri incelemeye devam edeceğiz. Otuz beşinci sayıda John Ruskin’in görüşlerine ilişkin incelemelerde bulunmuştuk. Bu yazıda da Troçki ve Andre Breton’un beraber kaleme aldıkları manifestoyu politik ekonomi açısından inceleyeceğiz.

Öncelikle burada manifestonun tamamını Türkçeye çevirdikten sonra, manifesto hakkında politik ekonomi açısından kısa bir incelemede bulunacağız. Manifestonun tamamı iki paragrafın özeti dışında Türkçeye çevrilmiştir. İlgili iki paragrafın İngilizcesi bazı bölümlerde kolay okunabilir olmaktan çıkmıştır.  Manifesto’nun orijinali muhtemelen İngilizce değildir ve İngilizceye çeviride ilgili bölümlerde sıkıntılar olmuş olabilir. Bununla birlikte, bu konu burada çok önemli değildir çünkü Türkçeye çevrilmemiş cümle sayısı onu geçmemiştir.

Rus devrimci Leon Troçki Meksika’da sürgün hayatı yaşarken sürrealizmin babası sayılan Fransız ressam Andre Breton tarafından ziyaret edilir.  1938 yılında, Meksika’da belli bir süre görüşürler ve fikir alışverişinde bulunurlar.  Aşağıda Türkçe metin olarak verdiğimiz manifestoyu yazarlar, ama çeşitli nedenlerle bu manifestoyu Andrea Breton ile Meksikalı devrimci sanatçı Diego Rivera imzalar. Burada Troçki’nin imzasının bulunmamasının nedenine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Troçki sürgün hayatı yaşadığına göre, en akla yatkın çıkarım güvenlik gerekçesi olabilir. Şimdi aşağıya çevrilmiş metni alalım.

“Bağımsız ve Devrimci Bir Sanat İçin Manifesto

 Abartmasız söyleyebiliriz ki, uygarlık bugün hiç olmadığı kadar ciddi bir tehdit altındadır.  Vandallar, barbar araçlarıyla Avrupa’nın bir köşesinde antik dönem kültürünü kararttılar. Bugün tarihsel gelişimi ile dünya uygarlığı, modern teknolojinin bütün “silahlarıyla” donanmış, tepkisel güçlerin rüzgârıyla işlemektedir.  Biz sadece yaklaşmakta olan dünya savaşını düşünmüyoruz. “Barış” zamanlarında bile sanat ve bilimin pozisyonu kesinlikle tolere edilebilir olmaktan çıkmıştır.

Kültürü zenginleştiren her türlü yaratı bireyle başladığı ve bireysel yeteneği ön plana çıkardığı sürece, herhangi bir felsefi, sosyolojik, bilimsel ve sanatsal keşif salt çok değerli bir şansın/tesadüfün meyveleri olarak görünür. Diğer bir deyişle, aşağı yukarı kendiliğinden (spontan) gelişen bir zorunluluğun manifestosudur.  Bu yaratılar hem genel bilgi yönünden hem de devrimci bilgi yönünden görmezlikten gelinemez. Genel bilgi yönünden görmezlikten gelinemez çünkü genel bilgi var olan dünyayı açıklar. Devrimci bilgi yönünden görmezlikten gelinemez çünkü devrimci bilgi, dünyayı daha iyiye değiştirebilmek için, gerekli hukuk kuralların tam analizini gerektirir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, yaratıcı faaliyetlerin oluşmasına neden olan entelektüel koşulların oluşmasına kayıtsız kalamayız. Aynı şekilde, entelektüel yaratıcılığı oluşturan ve yöneten özellikli hukuksal kurallara tam saygının ve önemin gösterilmesi gerekir.

Yaşadığımız dünyada, entelektüel yaratıcılığı mümkün kılan koşulların giderek genişleyen bir biçimde yok oluşunun farkına varmak gerekir.  Bu durum da sadece sanat ürününün yok olmasına değil sanatçı kişiliğin de kötüye gitmesine neden olacaktır.  Hitler rejimi, Almanya’da özgürlüğe en hafif biçimiyle bile sempati gösteren sanatçıları, düzenin uşakları haline dönüştürmüştür.  Eğer haberlere inanılacak olursa, Sovyetler Birliği’nde de durum aynıdır. Devrimden sonra yöneticilere karşı oluşan tepkisel hareket giderek yükselmektedir.

Söylemeye gerek yok ki, biz kendimizi son dönemin moda ifadesiyle “ne faşizm ne de komünizm taraftarları” değiliz diye tanımlamıyoruz. Bu slogan daha çok tutucu, korkak ve güzellik düşmanı geçmişin sözde “demokratik” düzenine aittir. Gerçek sanat, hazır modellerin çeşitli versiyonlarıyla ilgili değildir. Gerçek sanat, insana ve insanlığa ilişkin öznel ve içsel ihtiyaçların ifade edilmesi konusunda ısrar eder.  Gerçek sanatın devrimci olmaması mümkün değildir.  Gerçek sanatın, toplumun bütüncül ve radikal bir biçimde yeniden inşasına ilişkin ilham vermemesi mümkün değildir.  Gerçek sanat, geçmişte sadece toplumdan izole olmuş küçük bir azınlığın erişebildiği (sanatsal )yüksekliğe bütün toplumun ulaşmasına izin veren bir yapının oluşmasını sağlamak zorundadır. Bu yeni kültürel yapıya giden yolu ancak toplumsal bir devrim açabilir. Bununla beraber, eğer biz şu anda Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki bürokrasiyle dayanışmayı reddediyorsak, bu reddediş, bizim gözümüzde, bürokrasinin kesinlikle komünizmi temsil etmediği düşüncesine dayanmaktadır. Hatta aksine bürokrasinin komünizmin en kaygan ve tehlikeli düşmanı olduğu gerçeğidir.

Sovyetler Birliği’nin, diğer ülkelerdeki sözde kültürel organizasyonları kontrol ederek işleyen, totaliter rejimi, bütün dünyaya kan ve kirle dolu bir alacakaranlık yaymıştır. Bu alacakaranlıkta sisteme uşaklık yapanlar entelektüel ve sanatçı olarak gösterilmişler ve onlar yükselmiş ve öne çıkmıştır.  Stalinizm’in resmi sanatı, Stalinizm’e hizmet edenleri çok iyi göstermek için uğraşmıştır.

Sanat dünyasında tiksinti/hoşnutsuzluk uyandıran ve sanatın temel prensiplerini utanılacak derecede göz ardı eden Stalinizm’in resmi sanatı, sanatçılar arasında aktif ve uzlaşmaz bir yargılamanın ortaya çıkmasına neden olmalıdır. Yazarların ve sanatçıların muhalefeti, soyluluğun her türlü duygusunu ve hata insan onurunu yok eden rejimlerin devrilmesini ve halkın gözünde küçük düşürülmesini sağlayacak güçlerden biridir. Bu muhalefet aynı zamanda, proletaryanın daha iyi bir dünya özlemine de katkıda bulunur.

Komünist devrim sanattan korkmaz. Sorumsuz ve ahlaksız (decadent) kapitalist toplumda sanatçının rolü, bireyler ve bireylere düşman olan çeşitli toplumsal formlar arasındaki çatışma tarafından belirlenir. Sadece bu gerçek bile, sanatçının bilinçli olması durumunda, sanatçıyı devrimin doğal bir dostu yapar. Sanatçının bu yönde bir evrilme süreci, onun içsel egosuyla, reddettiği dışsal faktörler arasındaki bozulmuş dengesini yeniden kurmasına çalışır. Dengenin yeniden kurulması, aynı zamanda sanatçının kendini/özünü (ideal of self) bulmasına yardımcı olur. 

Genç Marx’ın, bir yazarın fonksiyonuna ilişkin kavramsallaştırmasını hatırlamakta yarar vardır. Marx ‘yazar yaşamak ve yazmak için para kazanmak zorundadır, fakat hiçbir koşulda para kazanmak için yaşamamalı ve yazmamalıdır’ der.  Yazar hiçbir şekilde işine para kazanma aracı olarak bakmaz. Eğer gerekli olursa, kendi varlığını işinin varlığına feda etmelidir. Basın özgürlüğünün ilk koşulu basın bir iş (business) aktivitesi değildir (diğer bir deyişle basın bir para kazanma ve kar elde etme işi değildir. Benim kendi notum, SHA)

Sanatsal yaratım alanında,  hayat gücü bütün kısıtlardan kaçmak zorundadır ve hiçbir koşulda kendini herhangi bir şekilde kısıtlayan bir duruma düşmemelidir. Bugün ya da yarın sanatın herhangi bir kurala ve disipline kendini teslim etmesi gerektiğini bize inandırmaya çalışanlara kesin olarak olumsuz yanıtımızı belirtiriz. Sanatın doğasına uymayan her türlü kural ve disipline karşı,  bilinçli bir şekilde sanat için tam özgürlük formülünü tekrar ederiz.

Elbette devrim yapmış bir devletin kendini burjuvazinin karşı ataklarından koruması gerektiğinin farkındayız. Bu ataklar bazen cilalı bilim veya sanat bayrağı altında gerçekleşir. Fakat devrimin kendini koruması geçici bir süre olmalıdır. Devrimin kendini koruması ile entelektüel yaratıcılığın özendirilmesi arasındaki süre iyi ayarlanabilir bir boşluk olmalıdır. Fiziki mal (sermaye malı) üretiminin gelişimi için, devrim, merkezden kontrollü bir sosyalist rejim inşa etmelidir. Bunun yanında, entelektüel yaratımın geliştirilmesi için bireysel özgürlüğün anarşist rejimi yerleştirilmelidir. Yukarıdan hiçbir otorite hiçbir emri dikte etmemelidir. Dışarıdan hiçbir baskı ve kısıt olmadan, akademisyenlerin ve sanatçıların dostça işbirliği yaptığı bir ortamda, sanatçılar daha önce tarihte hiç görülmediği bir biçimde üretken olabilirler.

Buraya kadar yazılanlardan anlaşılacağı gibi, düşünce özgürlüğünü savunurken, politik kayıtsızlığı haklı çıkarmak niyetinde değiliz.  Sözde pür sanat diye bir kavramı tekrar gündeme getirmek bizim yapmak istediğimizden çok uzaktır.  Pür sanat genellikle hiç de pür olmayan sonuçlara yol açar. Hayır,  bizim kavramsallaştırmamızda, sanatın toplumun kaderi üstünde reddedilmesi mümkün olmayan bir etkiye sahip olduğunu vurgulamak vardır. Özellikle yaşadığımız şu zaman diliminde, sanatın asıl işlevi, toplumu devrime hazırlamada aktif ve bilinçli bir görev almaktır. Fakat sanatçı, bir birey olarak, özgürlüğün toplumsal içeriğini anlamadığı sürece özgürlük mücadelesinde bulunmaz.

Günümüz kapitalizminin, ister demokratik isterse de faşist, acı reçetelerinin varlığında, sanatçı kendini yaşama ve çalışma hakkı tehdit edilmiş biri olarak görmektedir. Sanatçı bütün iletişim olanaklarını, kapitalist çöküşün kırıntıları altında,   gömülmüş olarak hissetmektedir. Bu durumda da doğal olarak Stalinist organizasyonlara dönmektedir ve yalnızlığından kaçmaktadır.  Bununla birlikte, eğer moral çöküntüye düşmezse, yalnızlığından kaçtığı yerde durabilir. Çünkü bu organizasyonlar sanatçıların kendi mesajlarını yaymalarına izin vermezler ve bazı maddi avantajlar karşılığında sanatçıları kendilerine hizmet ettirirler. Sanatçı kendi ifade özgürlüğünün olduğu yerin başka bir yer olduğunu anlamalıdır. Sanatçı kendi ifade özgürlüğünün olduğu yerin devrime ihanet etmiş bu organizasyon üyelerinin bulunduğu yer olmadığını, insan zekâsının bütün formlarının ifade edilmesine izin veren çalışmalar yapan ve hala devrime sadık olan sanatçılar grubunun bulunduğu yer olduğunu anlamalıdır

Bu bildirinin amacı bütün devrimci yazar ve sanatçıların birleşebileceği bir ortak temel bulmaktır. Bu birleşme, sanatçıların, sanatlarını ve sanatın özgürlüğünü savunmasını sağlayarak, devrime daha iyi hizmet edebilmesine yarayacaktır. Çok çeşitli estetik, felsefi ve siyasi eğilimler burada bir ortak temel bulabilirler. Burada Marksistler, Joseph Stalin ve yardımcısı Garcia Oliver tarafından temsil edilen baskıcı polis ruhunu reddettikleri sürece, anarşistlerle beraber yürüyebilirler.

Biz çok iyi biliyoruz ki izole olmuş binlerce düşünür ve sanatçı dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış durumdadır; onların sesleri çok iyi disipline edilmiş yalancılar korosu tarafından boğulmuştur. Yüzlerce küçük çaplı yerel dergiler bu konular hakkında taze güçler toplamaktadır. Bu genç güçler yeni yollar aramaktadır, sübvansiyonlar değil.  Sanatta her ilerici eğilim faşizm tarafından değersiz diye yok edilmiştir.  Her özgür yaratı Stalin tarafından faşist diye nitelenmiştir. Bağımsız devrimci sanat tepkisel yok etmelere ve yargılamalara karşı gücünü toplamak ve bu gücü bir araya getirmek zorundadır. Var olma hakkını sesli bir biçimde duyurmalıdır.  Bu türden bir güç birleşimi Uluslararası Bağımsız Devrimci Sanat Federasyonunun nihai amacıdır. Bu türden bir federasyon oluşturmanın gerekli olduğuna inanıyoruz.

Biz hiçbir şekilde bu manifestoda dile getirilen her fikirde ısrar etmiyoruz. Biz bu manifestoyu bir ilk adım olarak görüyoruz.  Bu adımın gerekliliğinin farkına varamayan arkadaşlarımızı ve sanat destekleyicilerini kendilerini bir defa bile olsa duyurmaları konusunda destekliyor ve özendiriyoruz. Aynı temenniyi Uluslararası Federasyon’un yaratılmasına katılacak solun bütün yayınları için duyuruyor ve vurguluyoruz.

Basın ve karşılıklı iletişimlerle temel uluslararası bağlantılar kurulduğunda, çok büyük olmayan yerel ve ulusal kongre organizasyonlarına doğru ilerleyeceğiz. Son adım ise Uluslararası Federasyonun temellerini atacak olan bir dünya kongresinin toplanması olacaktır.

Bizim hedefimiz:

Devrim için sanatın bağımsızlığı!

Sanatın tüm özgürlüğü için devrim!

Andre Breton
Diego Rivera”

Politik ekonomi açısından kısa bir değerlendirme

Manifesto, sanatta ekonomik değer sorununu veya sanatsal ürünlerin değeri gibi tipik bir politik ekonomik sorunu irdelemiyor. Bu açıdan bakınca herhangi bir teorik veya yöntemsel bir çıkarımda bulunmamaktadır. Bu manifesto daha çok sınıflı bir toplumda devlet sanat ve toplum sanat ilişkisine ilişkin gözlemler ve önerilerde bulunmaktadır.  1938 yılının özel koşulları göz önüne alınırsa, hem Hitler’e hem de Stalin’e karşı yazılmış bir metin olduğu ortaya çıkmaktadır.  Sovyetler Birliği’ndeki Stalin yönetiminin sanatla olan ilişkisi bu metinde açık bir biçimde eleştirilmektedir. Manifesto, ayrıntılı analizlere fırsat verecek uzunlukta değildir. Bundan dolayı manifestonun kendisi de derin analizler yapmamıştır. Bu metin daha çok politik bir broşür gibi durmaktadır.

Bununla birlikte,  bu manifestodan en açık bir biçimde anlaşılan politik ekonomik gözlem, sanat ve kültürün yeterli ekonomik ve siyasi güçle desteklenmediği sürece uzun süre ayakta kalamayacağı gerçeğidir. Bu noktayı ben daha önceki yazılarımda ayrıntılı olarak incelemiş bulunmaktayım.

Ayrıca, bu metinde devletten sübvansiyon beklenmesinin yanında sanatçıların kendi örgütlenmelerine ilişkin öneriler ve değerlendirmeler vardır. Bu öneri ve değerlendirmeler günümüz toplumları için de bağımsız sanatın önemini vurgulaması açısından olumludur.

Bu metinde günümüz tartışmalarında oldukça yer tutan sanatın devlet tarafından desteklenme biçimlerine ilişkin ayrıntılı bir modelden bahsedilmemektedir. Bu dönemde dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile bugün gördüğümüz sanat kurumları veya kültür bakanlıkları henüz mevcut değildir.  İngiltere’de Art Council yeni yeni gelişiyor idi. Amerika’da National Endownment for the Arts henüz kurulmamıştı. Dolayısıyla, sanatın politik ekonomisi araştırmalarında bugünkü konular arasında yer alan çeşitli ülkelerin sanat kurumları modelleri bu metinde ayrıntılı incelenmemiştir.

 Bu manifestodan anladığımıza göre, sanat toplumun dönüştürülmesi için çok önemli görülmektedir. Buna karşın, sanatçı yaşam koşullarından, sanatçıların emek piyasasından, devletin sanatı destekleme biçim ve organizasyonlarından ayrıntılı söz edilmemiştir. Bağımsız ve devrimci bir sanatın nasıl hayata geçeceği konusunda uluslararası bir örgüttün kurulmasından söz edilmiş, ama bu örgüt hayata geçirilmemiştir. Böyle bir örgüt hayata geçseydi bu örgütün finansmanının nasıl sağlanacağı konusu burada ayrıntılı tartışılmamıştır. Böyle bir örgütün sürekliliği sanatın uluslararası politik ekonomisini ilgilendiren ve oldukça da önemli sonuçlar doğuran bir durum olurdu.

Bu manifestodan anladığımıza göre, sanat hayatın politik alanının tam ortasına düşmektedir. Bu durum kesinlikle politik ekonominin inceleme alanına girmektedir.  Sanatların politiklik derecesi açık ve ayrıntılı bir biçimde incelenmemiş olsa da, sanatçıların politik duruşları inceleme konusu olmuştur. Burada resmi sanatı destekleyen sanatçıların yerildiği açık bir biçimde görülmektedir.  Ayrıca gerçek sanatın amacının toplumu devrime hazırlamak olduğu vurgulanmıştır. Burada sözü edilen devrim sosyalist bir devrimdir.  Sanatın böyle bir siyasi misyonunun ekonomik temelleri biraz daha ayrıntılı belirtilseydi daha iyi olurdu. Sanatçılar geçimlerini nasıl sağlayacaklar, sosyalist sistemde veya devrimci bir ortamda sanat ürünlerinin fiyatı ne olacak gibi konular biraz daha açıklansaydı, bugünkü çalışmalarımıza çok ışık tutulmuş olurdu. Ayrıca sanatlar biraz daha ayrıştırılmış olarak incelenseydi, hangi sanat türünün ne kadar politikleşmiş olduğunu öğrenmiş olurduk. Sanatın devletle olan ilişkisi görece daha çok yer tutarken,  sanatın piyasa ekonomisine olan eklemlenmesi sonucu dejenerasyonu ise çok incelenmemiştir. Keşke o dönemdeki sanat ve piyasa ilişkisi daha ayrıntılı incelenmiş olsaydı. Bu durumda hem devlet sanat ilişkisi hem de toplum sanat ilişkisinde patron ve sanatçı konumları ayrıntılı incelenebilirdi.

O dönemde ve daha önce, örneğin John Ruskin’de olduğu gibi, sanatın politik ekonomisi başlığı altında yazılar yazılmış ve sanat ve sanatçılar çeşitli ekonomik, toplumsal ve politik sorunlar etrafında incelenmiştir. Bu manifestoda ise sanatın hayatın politik alanının içine düştüğünü anlamamıza rağmen, bu politik alanın çoğunlukla diktatörlükler bağlamında ele alınması kısıtlayıcı olmuştur. Bununla beraber, bu kadar kısa bir metinden daha fazla ayrıntı beklemenin de çok mümkün olmadığını belirtelim.

Bu yazı daha önce İktisat ve Toplum dergisinin 37. sayısında yayınlanmıştır.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Sacit Hadi Akdede

Yanıtla