TÜSAK’a Sil Baştan Gerekiyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

indir[Asu Aksoy ve Burcu Yasemin Şeyben tarafından hazırlanarak Radikal Gazetesi’nde yayınlanan haberi aktarıyoruz.] Sanatın desteklenmesine dair yasa tasarısı geç kalınmış bir çalışma. Ancak TÜSAK tasarısı son versiyonuyla böyle bir yasadan beklenecek özerklik koşulunu yerine getirebilecek durumda mı?  Türkiye Sanat Kurumu TÜSAK’ın kurulması ile ilgili kanun tasarısı taslağının yeni bir versiyonu Tiyatro Tiyatro Dergisi sitesinde geçenlerde yayınlandı. Bu yeni taslakta bahsi geçen konular Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar yardımcısı Nihat Gül’ün Bilgi Konferansı’nda söyledikleri ile örtüşüyor, bu bakımdan bu versiyonun Bakanlığın TÜSAK ile ilgili geldiği bugünkü noktayı ifade ettiğini varsayabiliriz.

Daha önce de yazmıştık, sanatın tüm dallarının desteklenmesine dair bir yasa tasarısı Türkiye için geç kalınmış bir çalışmadır. Devletin, bu desteğini  sanatın özgürce ve siyasetin vesayetinden uzak bir şekilde gelişebilmesini sağlayacak şekilde yerine getirmeye çalışması, istenen ve beklenen bir yaklaşımdır. Ancak, peşinen söylemiz gerekiyor ki elimizdeki bu son versiyon ile kurulması öngörülen ‘Sanat Kurumu’ böylesi bir özerklik beklentisini karşılamamaktadır. Öngörülen idari yapının özelliklerine bakıldığında, bu kurumu taslakta söylendiği gibi ‘idari özerkliğe sahip’ bir yapılanma olarak kabul etmek mümkün değil.

Buradaki temel sorun, TÜSAK’ın karar organı olan Türkiye Sanat Kurulu üyelerinin (on bir kişiden oluşuyor) ‘bağımlı’ olmalarıdır. Mali desteği ile Türkiye’nin sanat hayatında çok önemli bir etki yaratabilecek bu on bir kişi, 657 sayılı Kanun kapsamında görev yapmak üzere atanan ‘devlet memuru’ statüsünde olacak.  Taslağın 3. Maddesinde söylenen ‘Kurum görevini yerine getirirken bağımsızdır. Hiç bir organ, makam, merci ve kişi Kurumun kararlarını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremez’ ibaresi  657 sayılı kanunun  idari özerklik üzerinde yaratabileceği sınırlamaları telafi edebilecek nitelikte değildir. Zira, özerklik üzerinde oluşabilecek tehdidin kaynağı dışardan gelebilecek emir, talimat şeklindeki etkilerden ziyade, memuriyet kültürüne içkin temayüllerin, davranış geleneklerinin kendisidir.   Bu onbir insan kararlarında ‘devlet menfaati’ gibi devlet memuriyetinin zorunlu kıldığı beklentilere uygunluğu sağlamak durumunda kalacaklarından, sanatın varlık koşulu olan özgürlüğe gereken yüzde yüz sadakati gösteremeyebilecekler. İşte sanat yöneticilerini en fazla zorlayan tam da bu değil midir: özerklik.  Yani, bağlı bulunduğu kurum ne olursa olsun (özel sektör kurumlarının da kendi ‘menfaatlerinin’ olduğu unutulmamalıdır) sanat yöneticileri kararlarında kurum menfaatleri ile sanata sadakat arasında hep gerilim yaşarlar ve başarılı yöneticiler bu iki uç arasındaki mesafeyi en uzuna çıkarabilenlerdir. TÜSAK tasarısı, Sanat Kurulu üyelerini devlet memuriyetine bağlayarak bu mesafeyi olabilecek en aza indirmiştir.

TÜSAK Tasarısı’nda hep sorun diye öne sürülen, Kurul üyelerinin  Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile atanıyor olmaları, aslında bize şu soruyu sordurtmalıdır: Bakana kim ya da kimler teklifte bulunabilecek? Mevcut Taslak, bu konuda,  örneğin, Bakanlık Sinema Genel Müdürlüğü Sinema Destekleme Kurulu’nun işletmeye soktuğu çok-paydaşlı karar verme yapısının gerisinde. Sinema Destekleme Kurulu’nda Bakanlık temsilcileri 3 üye ile azınlıkta kalmakta, kurul üyelerinin altısı sinema sektörünün meslek birliklerinden gelmektedir. TÜSAK örneğinde, sanata verilecek destekler konusunda karar verecek bu onbir kişinin önerilmesinde ve seçilmesinde kültür sanat sektörünün tüm paydaşlarının aktif rol almalarını sağlayacak yaratıcı bir çözüm geliştirilmemiştir.

TÜSAK, mevcut idari yapısıyla, Bakanlığa bağlı, Bakanlık tarafından tesis edilen ve yönetilen bir devlet kurumunun ötesine geçememektedir. Böylesi ‘bağlı’ bir kurumun yüklendiği misyonun kapsamında kültür sanat faaliyetlerine destekçi olmanın ötesinde bizzat yönlendirici-sipariş eden olarak da faaliyet göstermenin yer alması TÜSAK’ı gelmiş geçmiş en güçlü merkezi devlet sanat kurumu haline getirmektedir – bu güce şans oyunlarından aktarılacak kaynakları da eklersek boyutları daha da netleşir.  Yönlendirici-sipariş eden deyince neyi kastediyoruz? TÜSAK, sanat alanında hizmet alımı yoluyla, gerekirse ülke tanıtımına yönelik, özel nitelikli projeler yaptırabilecek, bu tür projeleri doğrudan sipariş edebilecek. Böylece siyasi iktidarların ille de kendi tercih ettikleri ya da görmek istedikleri tarz sanat faaliyetlerinin doğrudan mali olarak desteklenmesi artık mümkün olacak; onbir kişilik kurul sadece kendi arasında istişare ederek sanat siparişlerinde bulunabilecek – bu bugün ‘muhafazakar sanat’ olur, yarın başka bir yönelim. Böyle olunca da, kimler destekleniyor, kimler desteklenmiyor meselesi, sanata içkin mükemmeliyet arayışı kriterlerinin dışında tartışılıyor olacak.

TÜSAK Tasarısı’nın iki temel çürük yönü var: birincisi, yukarda bahsede geldiğimiz ve ‘özerklik’ meselesi diye özetleyebileceğimiz konu. Sanat ile siyasetin ayrılamaması meselesi. İkinci, ve çürüğün de çürüğü konu, Geçici Madde ile 5441 sayılı Devlet Tiyatrosu Kanunu ve 1309 sayılı Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Kanunu’nun yürürlükten kaldırılması. Kimlikleri ve birikimleriyle Türkiye kültür mirasının ve kültürel ikliminin ayrılmaz birer parçası olan Devlet Tiyatrosu ve Devlet Opera ve Balesi kurumları, kurucu kanunlarını kaybedince ortadan kalkıveriyorlar. Geçici Madde, DT ve DOB’ye alternatif olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde yeni oluşturulacak Sahne Sanatları Genel Müdürülüğü’nde ‘her sanat dalında en az birer adet orkestra, koro ve topluluklar’ kurulacağını ilan ediyor. ‘Mülga DT’ ve ‘mülga DOB’ye ait taşınır, taşınmazlar TÜSAK’a devrediliyor. Bu arada, satır arasında Bakanlık Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün de bu Kanun tasarısı ile mülga olduğunu, kullanımındaki eserlerin TÜSAK’a devredildiğini öğreniyoruz.

Böylesi bir müdahalenin neden ve bu şekilde  ‘kestirmeden’ yapıldığı soruları bu yazının konusu değil. Gösteri sanatlarının Türkiye’nin bir çok kentinde sahneden tamamen çekilmesi,  gibi ilerde meydana gelebilecek tamiri çok zor sonuçları da burada ele almıyoruz. Başka bir yazımızda da söylediğimiz gibi, öncelikle, devlet sanat kurumlarına ilişkin düzenleme  meselesi TÜSAK’ın konusu olmamalıdır, bu konu ayrıca, ayrıntılı bir şekilde ve kurumlarla birlikte ele alınmalıdır. TÜSAK tasarısına devlet sanat kurumları konusunun bu şekilde sokulmuş olmasını Türkiye’de devletin özerklik meselesini bir türlü hazmedemediğinin bir örneği olarak okuyabiliriz. Zira, unutulmamalı ki, bu kurumların her tür siyasetin kültürel kimlik arayışlarına mesafeli durmak ya da durmaya çalışmak gibi bir özellikleri var.  Kapatılma (ya da bir ‘topluluğa’ indirgenme) bugün aksaklıkları da olsa özerklik açısından geliştirilebilecek bir sistemin temelden tahribi anlamına geliyor. DT ve DOB devlet destekli sanatta özerk yönetim modeline en yakın duran kurumlar; sorunları yok mu, daha da bağımsızlaşıp yepyeni açılımlar sağlayamazlar mı, kendilerini yenileyemezler mi; bu sorulara geçici maddelerle gelen kapatma, ‘mülga’ ilan etme şeklindeki müdahalelerle cevaplar geliştirmek mümkün değil. Sektörün de bahsettiği ‘reform’ türü çalışmalar ancak sektörle birlikte, ülkenin yerel ihtiyaçları, çoğullaşan sanat talebi,  sanata yönelen genç enerji gibi, konular ele alınarak yapılırsa ilerleme sağlanabilir. Ne zamanki Türkiye’de sanat kültür hayatının gelişmesi, çeşitlenmesi ve zenginleşmesi için yapılacak düzenlemelerin başarısının sanat yönetimini özerk kılmaktan geçtiği anlaşılacak, o zaman TÜSAK kavramı sağlıklı bir başlangıç yapabilecek. Ne zamanki sanatçılarla, sektörle birlikte çalışılarak öneriler geliştirilecek, TÜSAK o zaman Türkiye’nin sanatsal geleceğini olumlu anlamda etkileyebilecek bir düzenleme olarak örnek gösterilebilecek.

Radikal

Paylaş.

Yanıtla