Birgül Yeşiloğlu Güler
“…Hikâye ömrü uzatır.”
Özen Yula
Herhangi bir şehrin, herhangi bir tiyatrosunun, herhangi bir “Oda Tiyatrosu” sahnesine girdiğinizde kendinizi evinizde hissetmeniz mümkündür. Bilindiği üzere oda tiyatrosu sahneleri küçük mekânlardır ve küçük mekânlar insanı insana ve insanı kendine daha çok yakınlaştırır. Oda tiyatroları ortalama altmış-yetmiş kişiyi ağırlar yeni gelin seçiciliğiyle… Küçücük bir çatı altında tiyatronun olmazsa olmazlarını birleştirir dirençle: Oyun, oyuncu, rejisör ve seyirci…
Uluslararası Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali kapsamında Bursa Devlet Tiyatrosu’nda yerli ve yabancı pek çok oyun sahne almakta… Bursa Devlet Tiyatrosu festivale -Feraizcizade Mehmet Şakir Oda Tiyatrosu sahnesinden- dört oyunla katılmakta… Bunlardan biri Özen Yula’nın yazdığı, Bora Özkula’nun yönettiği “Rahvan Giden Atlılar” adlı oyun… Oyunun künyesi şöyle: Yazan Özen Yula, yöneten Bora Özkula, dekor-giysi tasarımı Başak Özdoğan, ışık tasarımı Ali Karaman, Oyuncular Ömer Naci Topçu ve Emre Işık, sahne amiri Selahattin Çelebi, kondüit İsmail Ale, ışık kumanda Mehmet Şah Güney…
Oyunun hem yönetmen yardımcısı hem de aktörlerinden olan Ömer Naci Topçu oyun tanıtım kitapçığında tiyatro sanatına ilişkin görüşlerini şöyle paylaşıyor seyircisiyle; “İnsanlık tarihi kadar eski olan tiyatro, insanla beraber gelişti, değişti. Elbette her şey kendini var eden koşullar ile birlikte gelişir. Tiyatro da gelişti, değişti özünde; oyunla yaşamı algılamak anlatmak, yeniden yapmak olan tiyatro sanatı, bugünde kendini aynı özün gelişkin hali ile ayakta tutmaktadır. Tiyatro sanatının benzerlerinden daha kuvvetli olan yönü, insanla olan yakın ilişkisidir. Hem malzemesi, hem konusu hem de hedefi insandır. İnsana anlatmak tüm sanatların hedefidir belki… İnsanlık ilerledikçe, kültürel olarak yeni yeni anlatım teknikleri geliştirdi. Tiyatroda bundan nasibini aldı. Teknolojiyi her alanı ile içine aldı. Bambaşka anlatım yöntemleri geliştirdi. Ancak kanımca, bu gelişme asıl anlatım aracı olan insandan uzaklaşmasına neden oldu. İnsan dünyayı algılayabildiği kadar yaşar. Sanat bu algılamanın sınırlarını zorlar. İşte burada tiyatronun geriye itilen gücü ortaya çıkıyor. İnsanın tahayyül etme gücü… Teknolojiyi amacını aşan bir yöntemle kullandıkça, seyircinin hayal etme gücüne müdahale edildi. Özgür fantezisine kota koyuldu. Oysa tiyatronun zaman, mekân ya da görsellik üzerine tüm sınırlamalardan kurtulmuş bir özü vardır. Seyirci ve oyuncu, aynı naif dünya üzerinde uzlaşarak, ortak ama herkesin kendi mahremiyeti ile dolu bir yaşam oluşturur.”
Yönetmen Bora Özkula ise oyun konusunun “1839 ile 1861 yıllarında Osmanlının en gözde meddahlarını bir araya getiren” bir yarışmadan bahsediyor aynı kitapçıkta… Bu meddahlardan birinin II. Mahmut Han’a diğerinin ise Sultan Abdülmecit’e meddahlık yaptığını belirtiyor. Bu meddahlardan birinin usta, diğerin ise çırak olduğunu ekliyor. Çırak olan işin ilmini ustasından öğrenmiştir. Ayrıca ustasına hayran hatta âşıktır. Dinleyenlerine hikâyeler anlatan bu meddahlar şimdi de birbirlerine hikâyeler anlatmaktadırlar. Osmanlının en iyi meddahı kimdir? Sen mi yoksa ben mi? İşte tüm oyun bu yanıt üzerine kurgulanmıştır. Yıl 1839’dur ve tüm oyun iki göz bir oda da geçmektedir. İstanbul’u kasıp kavuran ölümcül bir kolera salgını vardır dışarıda… Maalesef usta da yakalanmıştır hastalığa ve sayılı saatleri kalmıştır dünyada… Çırağın ustasını hayatta tutmak içinse tek bir yolu vardır; O da söz konusu bu yarışmadır.
“En iyi hikâye anlatma yarışması” etrafında oluşan olaylar dizisi, oyunun “görünen” ana çatışması olmasına rağmen alt metinde üstü örtülü başka bir çatışma bulunmaktadır. Genç meddahın /yani çırağın/ anlattığı hikâyeler -aslında- günümüz İstanbul’unu ve onun yalnızlaşan, içine kapanan kopuk bireyini anlatmaktadır. Sıkışık binalar içine hapsedilmiş hayatlar, dip dibe yaşamlar, balık istifi toplu taşım araçları içinde işten-eve, evden-işe savrulan insanlar, kaybedilmiş insani değerler, artan yalnızlıklar, yaşadığı dünyaya ve kendine yabancılaşan kimsesiz bireyler… Profili çizilen “kurban” konumundaki bu insan modeli çırağın hikâyesindeki başkahramandır. Usta meddahın anlattıkları ise bir çini deseni içine gizlenmiş Rüveyda ve Fersavi’nin dokunaklı aşk hikâyesi üzerine kurgulanmıştır.
2011-2012 Direklerarası Seyirci Ödülü’nü aldıklarını bilinen Ömer Naci Topçu ve Emre Işık dış eylemin zayıflığı nedeniyle sahnede fazlaca “hareketsiz” kaldıklarını söylemek gerekiyor. Metnin yapısı gereği iç çatışmanın öne çıktığı aksiyon yapısında oyun eylemlerden daha çok replikler üzerinden ilerliyor. Güçlü bir dramatik malzemeyle yola çıkılan “Rahvan Giden Atlılar” oyunu sahne üzerindeki hareket azlığı nedeniyle -her ne kadar da- “söze dayalı bir reji” olarak karşımıza çıksa da belleklerde naif ve etkileyici bir oyun olarak yerini alıyor.