Rüyanın Kendisi Olarak Übü Baba

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Volkan Çıkıntoğlu

 “Gündüz Niyetine”, TiyatroTem grubunun hikaye anlatıcılığı ve gölge oyununu iç içe kullandığı, tek perdelik bir oyunu. Metin olarak, Alfred Jarry’nin “Zincire Vurulmuş Übü” oyunu kullanılmış. Oyunun program dergisinde ve açılışında da belirtildiği üzere, “topluca kötü bir rüya görmüş olan” seyircileri, rüyalarını yorumlayabilmesi için Übü Baba’nın hikayesi anlatılıyor. Topluca gördüğümüz bu rüyayı, şu an yaşadığımız çağ/dünya olarak yorumlarsak; metin karşımıza günlük hayata dair önemli referanslar, önermeler verme iddiasıyla çıkıyor. Seyirci olarak bizler de, oyunu hep bu eşleştirmeyi yaparak takip etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden, oyunun değerlendirmesini yaparken metnin dünyayı nasıl yorumladığını ve bu önermeleri oyunun hangi araçlarla bize ulaştırdığını analiz edeceğim.

Oyunun açılışında bizi iki anlatıcı karşılıyor. Anlatıcılar, Alfred Jarry’nin üslubuna ve gölge oyunun gelenekselliğine uygun şekilde, kelime oyunlarıyla bezeli ve ağdalı bir dil kullanıyor. Hikaye anlatıcılığında seyirciyle yaratılan bağın çok önemli olduğu düşünürsek; açılışta, oyuncuların enerjilerini çok doğru şekilde kurduklarını söyleyebilirim. İki anlatıcı karakter, yoğun anlatma isteklerine uygun şekilde çok açık bir oyuncu tavrı ve birbirlerini tamamlayan bir ritimle seyirciyi oyunun içine alıyorlar. Sonrasında gölge oyununa geçiliyor ve ilk olarak Übü Baba tanıtılıyor. Alfred Jarry’nin yarattığı Übü Baba karakteri, modern toplumun –buna burjuva sistemi de diyebilirim- şekillendirdiği insanın hedeflerini, eylemelerini, algısını gösteren grotesk bir karakter. Alfred Jarry, Übü Baba’yı, her söze “hasıçtır” diye başlaması, devlet yönetimiyle ilgili ‘haşmetli’ insanlara yapmak istediği işkenceleri çok doğal anlatışı gibi özellikleriyle nevi şahsına münhasır bir karakter olarak tasarlamış. Polonya’da insanlarla eşit olmak yerine kral olmak isteyen Übü Baba, ‘özgürlük’ ülkesi Fransa’da: “Özgürlüğün kardeşliğe eşit olduğu bir ülkede bulunduğumuza göre, ki bu ancak yasallığın eşitliği ile ölçülebilir, ve herkes gibi yapamayacağıma göre ve sonunda yine herkesi ben öldüreceğim için herkesle eşit olmak umurumda olmadığına göre, kendimi köle yapacağım” şeklindeki açıklamasıyla köle olmak isteğini ilan ediyor. Bu noktadan itibaren, iktidar ve özgürlük mekanizmalarıyla zıt bir ilişki kuruluyor. Olaylara dahil olan her öğe, bu ters yüz ilişkiyi geliştirip; meseleyi Übü Baba’nın da ötesine taşıyıp bütün bir hikayeyi grotesk hale getiriyor. Örneğin; özgür adamlar olarak adlandırılan ve bireysel özgürlüklerinden taviz vermeyecek şekilde yetiştirilen bir ordu çıkıyor karşımıza. Bu adamlar, onbaşıları sıraya geç dediğinde geçmemeli, hatta daha da ileri giderek “tek tek geçmemeli” ki bireysel özgürlüklerini elde edebilsinler. Bir başka durum olarak da, oyunun sonunda Übü Baba’nın diğer mahkumlarla birlikte kurduğu hükümeti ele alabiliriz. Olayların iyice tuhaflaştığı ve Fransa halkının özgürlük için hapishaneleri işgal ettiği esnada kurulan bu hükümette, mahkumların suçları ve onlara verilen görevler arasındaki ilişki, ironik bir tablo oluşturmakta ve bize aslında halkları sömüren iktidar sahiplerini hatırlatmakta.

Alfred Jarry’nin, toplumsal bir olguyu ele almak adına, iyi yapılandırılmış ve grotesk üslubun tüm olanaklarından yararlanılmış özel bir metin yarattığı ortada. Onbaşının tabiriyle “özgürlük teorisini iyi bilen. emredileni yerine getirme özgürlüğünü bile kullanan dolayısıyla en büyük bir özgür adam” olan Übü Babanın yaratıcısı Alfred Jarry, mevcut sistemde  köleliğin herkesten farklılığının, efendilikle nasıl eşitlenebileceğini bulmuştur. Übü Baba, hizmet olarak insanları darp etmektedir veya kendisinden arta kalan yemekleri sunmaktadır ve karşılığında da ücret talep etmektedir. Köle olmakta ısrar ettikçe, efendiliğindeki gücü elde etmektedir. Bizler, bunu absürd bulmaktayız. Fakat, bazı iktidar sahiplerinin “ben milletimin hizmetkarıyım” argümanını düşündüğümüzde; onların da aynı denklemi kurmakta olduğunu görürüz. İktidar, tüm güvenlik uygulamalarını, halka uyguladığı meşru şiddeti, halkın iyiliği için yapar ve bu ‘mühim’ hizmetler için de halkı istediği gibi vergilendirir.

Alfred Jerry, efendi-köle diyalektiğine ilişkin yorumunu hapishane kavramı üzerinden de geliştirir. Übü Baba, hapishanedeki durumunu bir erk sahibi gibi yorumlar: “Bu ülkenin evlerinin kapıları kapanmıyordu, bir yel değirmenine dalan rüzgâr gibi içeri giriliyordu; onun için ben bu evi sağlam demir kapılarla ve bütün pencerelerdeki sağlam demir parmaklıklarla tahkim ettirdim. Efendiler bize günde iki defa yemek verilmesi talimatına kılı kılına uyuyorlar.”

Oyun boyunca olaylara bizim gerçekliğimizde yaklaşan tek karakter olan –böylece seyircinin aklına gelen soruları Übü Baba’ya yönelten- Übü Ananın, mahkeme salonundan atılma endişesine Übü Baba “Olur mu, çıkmamı engelleyecek olan nöbetçilerim var” diyerek yine kendi gerçekliğinden cevap verir. İçeri kapatmak, dışarıda kalmak ikisi de insanı aynı şekilde sınırlamaktadır. Bu yüzden, hapishanedeki biri asıl kendinin dışardakinin efendisi olduğunu  düşünebilir. Übü Baba da bu şekilde artık doyumsuz bir kral gibi ülkenin yemeklerini sömürmekte hatta diğer mahkumlarla bir hükümet bile kurmaktadır. Onun serüveni, bir iktidar serüvenidir.

TiyatroTem, Alfred Jarry’nin orijinal metnini çok büyük ölçüde korumakla birlikte gölge oynatıcılarını, aynı zamanda hikaye anlatıcıları olarak oyunun kurgusuna dâhil etmiş. Hikaye anlatıcılarının varlığını; hem metindeki bazı durumları kendileri anlatıp, gölge oyunun yükünü azalttığı, hem de metindeki vurguları daha görünür getirdiği için önemli bir araç olarak görüyorum. Anlatıcılarımızın hikayeyi anlatma isteklerinin yanı sıra, Übü Baba’yı biz seyircilerin aksine sık sık olumlaması da önemli bir ayrıntı.  “Efendim, sizden daha kötü olmasın,  Übü Baba değeri ve kadri bilinmemiş bir şahsiyettir; buna rağmen insanlığa hizmet etmekten bir an olsun vazgeçmemiştir. Asıl takdire şayan olan da budur. Zaten böyle bir insan evladı doğduğu toprağa küsmez. Ne kadar mağdur olursa olsun asla gönül komaz. Kimse kusura bakmasın… işte böyledir insan diye halk edilen eşek sürüsü… Ayağına turab olanı önce kral yapar, sonra yere indirir… Ama Übü Baba buna rağmen köle olmayı bile göze alabilir…” sözleriyle Übü Baba’nın tavrına ortak olurlar ve onu yüceltirler. Onların seyirciyle aynı düzlemde olmalarına rağmen Übü Baba’nın durumunu tuhaf bulmamaları, seyirci için durumu daha ilgi çekici hale getirir. Sonuçta, hikaye anlatıcıların tüm bu özellikleri olmasa, Alfred Jerry’nin dünyasıyla ilişki kurmamız güçleşirdi.

Öte yandan, hikaye anlatıcılarında açılışta karşılaştığımız ve olumlu bulduğumuz yüksek enerjinin hep aynı şekilde devam etmesinin sorun yarattığını söyleyebilirim. Çünkü hikaye anlatıcıların konumu üzerinden yapılan özenli tercihler, hep aynı oyuncu tavrı içinden seyirciye kendini fark ettiremeyebiliyor. “Zincire Vurulmuş Übü” metninin etkisini ortaya çıkarmak için anlatıcı metinlerinde yapılan her seçimin, ayrı bir oyuncu tavrına ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Hikaye anlatıcılarının yoğun anlatma isteği bir noktadan sonra hikayeyi takip etmede zorlaştırıcı bir unsur olmaya başlıyor. Yüksek enerjileri ve bunun hep aynı şekilde devam etmesi, metindeki vurguları ve dönüşümleri silikleştirmeye başlıyor. Bu durum, oyundaki eğlencenin sıradanlaşmasına ve seyircide izleğin düşmesine sebep olabilir. Burada, hikaye anlatıcılarının anlatma istekleri ve açıklıklarına rağmen, anlatamamaları, beceriksizleşmeleri şeklinde bir yapı kurmak iyi bir çözüm olabilir. Hâlihazırda metin de tezatlık üstüne kuruluyken, hikaye anlatıcılarındaki böylesine bir çelişki metnin grotesk dünyası için iyi bir tamamlayıcı olacaktır. Çok anlatmak istemelerine rağmen anlatamadıkları hikayeyi, seyirci olarak daha çok merak edeceğimizi, bu yüzden daha dikkatli izleyeceğimizi tahmin ediyorum. Aslında gölge oyunundaki çeşitli beceriksizlikler ve gülünmeyen espride bozuntuya vermeme gibi örneklerle bu temamın oyunda kullanıldığı anlardan söz edebiliriz. Bunun genele yayılması, bir oyuncu tavrı olarak yapılandırılması, oyundaki aksaklıklarda bile kendini gösterebilmesi, oyun için geliştirici bir tercih olabilir.

Sonuç olarak; Übü Baba hem bir gölge oyunu figürü olması, hem de grotesk özellikleri nedeniyle özel bir ilgiyi hak eden bir karakter. TiyatorTem, metnin dokusuna uygun bir dünya kurarak, prodüksiyonuna gerekli özeni göstermiş. Alfred Jarry, oyunla temas eden herkesin eğlenmesine olanak veren bir yapı kurmuş. TiyaroTem, gölge oyunu oynatıcılarını saklamayıp hikaye anlatıcısı olarak konumlandırarak, seyircinin bu eğlenceye dahil olmasını kolaylaştırmak istemiş. Çok doğru bulduğum bu tercihin daha verimli olması için oyuncu tavırlarının biraz daha çeşitlenmesi, farklı temaların uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Uygun kıvam yakalandığında, oyun boyunca kendiliğinden büyüyen bir eğlence ortamının oluşacağından ve salonun tam bir cümbüşe döneceğinden hiç şüphe yok. Çünkü şu haliyle, hem oyuncu enerjisi hem de oyun metni sayesinde, topluca gördüğümüz kötü bir rüyayı hiç olmazsa bir süreliğine unutturan eğlenceli bir dünya var karşımızda.

 

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Volkan Çıkıntoğlu

Yanıtla