Ömer F. Kurhan
Sanatçılar dâhil entelektüel çevrelerin, sabah sabah Gezi Parkı’nda nöbet bekleyen yeşil nöbetçilerin çadırlarının yakılması ve kimyasal gazlarla dağıtılmasının ardından meydana gelen, İstanbul’da ağırlıklı olarak sivil itaatsizlik biçiminde seyreden halk eylemliliği karşısında paralize olduğu söylenebilir.
“Paralize oldu” dediğimde, İstanbul halkının üyeleri ya da sıradan vatandaşlar olarak eylemlere dâhil olmadıkları gibi bir sonucun çıkarılmaması gerekir. Aksine, İstanbul’daki halk direnişine her kesimden olduğu gibi sanatçı ve entelektüel çevrelerin de değişik düzeylerde katılımı oldu. Paralize olan mesela sanat cephesinden ve sanatçı kimliğiyle halkın içinden tavır geliştirme noktasında ciddi bir tıkanmanın yaşanmasıdır. Pek çok siyasal parti ve çevreler gibi, bu parti ya da çevrelere bağlı olsun ya da olmasın, sanat çevreleri de sivil itaatsizlik eylemlerine Fransız kalmıştır.
Meselenin daha somut algılanması için, ana akım medyanın sansüre battığı dönemde sosyal medyanın öne çıkması gibi bir vakanın yaşandığını bilmek ve bu sırada mesela belli başlı tiyatro sitelerinin ne durumda olduğuna bakmak fikir verecektir. Bu sitelere bakıldığında, milyonlarca insanın ayağa kalktığı bir halk eylemliliği yaşandığına dair en ufak bir ipucu bulma imkânı yoktur. İzleyebildiğim kadarıyla bir istisna, zaman zaman sanat çevrelerinin yaşanan olaylarla ilgili açıklama, tavır ve yazılarını yansıtan Mimesis’tir. Kopyala yapıştır pratiğini aşma sorunu yaşanmış olsa da, bu bile çok ileri bir noktayı temsil edebilmiştir.
Sanıyorum algı güçlüğü yaşanan bir nokta, aslında her toplumsal eylemin kendi estetiğini de ürettiği ve canlı performansa dayalı her sanat gibi tiyatroyu da yakından ilgilendirdiğidir. Alanlara çıkıldığında, başlıca üç unsur devreye girer. Bir tanesi eylemdir. Geniş bir bölgeye yayılan kimyasal gaza rağmen ısrarla Taksim’i kuşatan kitle hareketliliği ya da Taksim ve civarında çatışmalı biçimler alan kaçmalar, kovalamalar, toplaşmalar vs. eylemdir. Fakat insanlar bu eylemlere içkin gösteriler de yaparlar; mesela bir genç kızımızın tomadan yüksek bir basınçla üzerine yollanan su kütlesine göğsünü siper etmesi, bir gösteri-eylemdir. Fakat mesela Taksim Gezi Parkı eylemcilere teslim edildikten sonra meydana gelen kutlamalar gösteridir. Eylemle ilişkili olabilir, ama artık eylemden ayrışmıştır. Gösteri-eylem gibi, eylemle birlikte ve onun içinden icra edilmez. Nitekim tam Gezi Parkı teslim alınmışken Beşiktaş’ta eylemlerin devam ettiği haberi alındığında, gösteri yapmak ile eylem ve gösteri-eylem yapmak arasında iki ara bir derede kalma durumu yaşanmıştır.
Bazı gösteri unsurları gösteri-eylemlere yedirilebileceği gibi, gösteri-eylemler de gösterinin unsuru haline gelebilir. İlk duruma bir örnek: Bir eylemci, dolaşıma soktuğu bildirisinde, yukarıda örnek verdiğim gösteri-eylemin fotoğraf karesinin altına Mehmet Akif’in kaleme aldığı İstiklâl Marşı’nın bir kıtasını eklemiştir:
Ve o büyük vatanperverin dizeleri yankılandı beynimin içinde…
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim “iman dolu göğsüm” gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Mehmet Akif Ersoy
Büyüklerimden öğrenmiştim. Parayla “imanın” kimde olduğu bilinmez diye.
Sizce de öyle değil mi, Sayın Başbakanım?
(Bilmenizi isterim ki; ben bundan sonra katıldım bu direnişe…)
İkinci duruma bir örnek: Duman gurubu, sıcağı sıcağına sivil itaatsizlik eylemlerinden esinlenen bir parça üretmiştir: “Eyvallah”. Bu parçanın sözlerine bakıldığında, gösteri-eylemler içinde ortaya çıkan sloganlardan da yararlandığı görülmektedir. Fakat gösteri-eylemler bu sıcağı sıcağına yapılan ve hayranlarından tam not aldığı söylenen parçayı pek benimsememiştir.
Bu tip kopuklukların niçin meydana geldiği ayrıca ve kapsamlı bir şekilde ele alınabilir. Bununla birlikte bazı belirlemeler yapmak faydalı olabilir. Mesela “Eyvallah” parçasında da kullanılan “Şerefe!” nidasının gösteri-eylemlerdeki biçimi aslında “Şerefine Şerefsiz!” biçimindedir. İçki içenleri aşağılamaya dönük söylemlere, sert bir misilleme yapılmıştır. Duman’ın parçasının, genel olarak arabesk sanat etrafında dönen “Protesto mu ediyor, yoksa uyuşmayı, katlanmayı mı teşvik ediyor?” tartışmasından sıyrılıp sıcağı sıcağına eylemlerle pozitif bir feed back (geri besleme) ilişkisi kurması pek mümkün görünmüyordu. Dahası, iddiasının aksine bir çeşit sanatsal yabancılaşma vakası haline geldiği bile iddia edilebilir.
Gerçekte, gösteri-eylemler gösteri düzeyinde katkı çabalarını bir hayli geride bırakıp kendi estetiğini üretmiştir. Dışarıdan katkı çabaları, mizah ve öfkenin harmanlandığı bir sivil itaatsizlik üslubunun şekillendiğini fark ettikleri ölçüde feed back ilişkisini verimli ve içeriden kurabilir. Şu ünlü sanatçı Başbakan’a şu mektubu yazmış, öbürü bir yerlerden direnişçilere selam göndermiş, bilmem hangi dizinin sanatçıları tam takım eylemcilere destek vermiş vs. direnişin sıcak günlerinde pek bir anlam ve öneme sahip değildi. Baş rolde kimyasal gaz terörüne maruz kalan ve itaatsizliğe karar veren sıradan vatandaşlar vardı.
Fakat mesela eylemcilere gönüllü ve profesyonel sağlık hizmeti verenler, tıp camiası içinden ve sahip oldukları bilgi ve zanaatı seferber ederek bir eylem sürecine nasıl katılım olur sorusunun cevabını çok iyi vermişlerdir. Ayrıca, sosyal İslamcıların cami ve mescitlerin şekilci ayinlere indirgenmiş buluşma mekânları haline gelmelerine dönük itirazları, Dolmabahçe’deki Bezmialem Valide Sultan Cami’sinin eylemci gazilerin tedavi edildiği revire ya da ilk yardım hastanesine dönmesiyle, pratik bir karşılık bulmuştur. Öyle ki, caminin müezzini ailesiyle birlikte, eylemcilere yardım ve yataklık yapmıştır.
Benim “birkaç güne yayılan halk anarşisi ve tabii dayanışması” dediğim dönem kapanmaya yüz tutarken, ister istemez gösteri pratiği öne çıkmaya başladı. Sanatçılar bilgi ve zanaat bakımından değil, ama kafalarında dolaşıp duran ideolojik engeller ve karmaşa nedeniyle bu sürece de pek de hazırlıklı değildi. Mesela Gezi Parkı eylemlerine tam takım destek verdiği söylenen “Muhteşem Yüzyıl” ekibi, “Başbakan’ın burnunun sürtülmesi iyi oldu, böylece biz de dizimizde yeniden dekolteli harem sahnelerine dönebilir, çağdaş uygarlık yolunda adımlar atmayı sürdürebiliriz” umudunu yeşertmenin ötesine geçebildiler mi?
Politik olarak Gezi Parkı’nın kaderi ile sınırlı olmayan ve kelimenin gerçek anlamında asgari müşterek işlevi görecek birkaç somut talebin dillendirileceği büyük bir mitinge ihtiyaç olduğunu, bunun Türkiye’nin girmeye çalıştığı barış sürecine duyarlılığı da teşvik edecek bir biçime kavuşturulması gerektiğini düşünenler arasındayım. Fakat örgütlü ya da örgütlü olmaya aday çevrelerden oluşan muhalefet cephesinin böyle bir basiret gösterip gösteremeyeceği oldukça tartışmalı. Bu nedenle, sosyal medyada organize edilen “Çarşı Parti Kursun!” kampanyası ve ona verilen destek karşısında şaşırmamak gerekir. Yüksek ve temsili siyaset düzeyinde sadece hükümet değil, muhalefet de krize girdi.
Bunu fark etmeksizin, bir an önce gösteri aşamasına zıplama alıştırmaları yapmak doğru değil. Hali hazırda Gezi Parkı’nda gösteri ile gösteri-eylem arasında gidip gelen kararsızlığın da bu boşluğu doldurması kolay değil. Zafer kutlamaları, ana akım medyanın rezil rüsva olduğu kaba sansür uygulamasının yerine ikame ettiği toplumsal rızanın imalatı işlemlerine malzeme olabilir. Şu sıralar medya propagandasının sürümünü yaptığı cici eylemci / pis eylemci ayrımının sivil itaatsizliği bir an önce şenlikli itaate dönüştürme emeline sahip olduğunu fark etmek zor değil.
Mimesis sitesi sahne gösterilerinin duyurulduğu bölüme “Yeni bir etkinlik yok” diyerek sahne dışı halk etkinliklerinin ortalığı kasıp kavurmuş olmasına dikkat çekmiş. Elbette bir gerçeği de yansıtıyor. Gaz terörü nedeniyle İstanbul ayağa kalkmışken, kapalı salonlar bir yana, açık havada bile gösteri tertip etmek anlamsızlaşmıştı. Gösteriler yerini eylemlere ve gösteri-eylemlere bırakmıştı. Eylemlerden bağımsız olarak hâlâ gösteride ısrar edenler, en azından eylemcilerin gözünde komik duruma düşmekten kurtulamazdı.
Sivil itaatsizlik eylemlerinden esinlenen gösteriler esas olarak iki seçenekle karşı karşıya: Ya eylemlere ve onun içinden geliştirilen gösteri-eylemlere odaklanıp güçlü bir feed back ilişkisi kurulmasına özen gösterilecek. Ya da eylem ve gösteri-eylemleri belli süzgeçlerden geçirilip öznel diktatörlük oyunları oynanacak.
Eminim, en başta reklam sektöründeki duyarlı ve yaratıcı sanatçılarımız, sivil itaatsizlik evresinde üretilen gösteri-eylem zenginliğini nasıl kullanabilecekleri üzerine araştırma ve geliştirme çalışmalarına çoktan başlamışlardır. Ortada çok zengin bir malzemenin olduğunu kimse inkâr edemez. Hem bu gösteri-eylemlere fikri mülkiyet adına sahiplenecek birileri de ortada yok. Yani bu iş için telif ödemeleri gerekmeyecek. Kullanması bedava. Konuyla pek alakalı görünmüyor ama yine de içimde kalmasın: Amatör tiyatrolar da telif ödemelidir diyenlerin derdi feed back değil, sadece kendilerini feed etmek. Bu da hortumlamanın entelektüel versiyonu oluyor.