“Çirkin” Olmamak Uğruna Kendinden Vazgeçmek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Banu Çakmak

Tiyatronun işlevinin ne olduğu ya da iyi bir oyunun nasıl olması gerektiği sorulduğunda akla gelen ilk cevap hepimizin bir şekilde duyduğu, aşina olduğu bir ifadedir. Denir ki iyi bir oyun hem güldürmeli hem düşündürmelidir. Her ne kadar bugün çoğumuz için klişe olsa da bu sözde haklılık payı olduğunu yadsıyamayız. Zira tiyatronun canlı bir kitleye sunulması onun hep bir şeyler anlatmasını gerekli kılmış, her şeyden önce bir sanat olması da daima haz vermesi, eğlendirmesi gereğini beraberinde getirmiştir. Halk olarak eğlenmekten, tiyatrodan anladığımız da, belki geleneksel tiyatromuzun toplumsal bilinçaltımızda yarattığı koşullanmışlıktan olsa gerek, gülmektir. Böylece güldürürken düşündüren eserlere eğilimimiz bugün hala devam etmektedir.

Geçtiğimiz günlerde tam da böyle güldürürken düşündüren dedikleri türden bir oyun izledim. 8 Nisan’da Taksim Küçük Sahne’de izlediğim İstanbul Devlet Tiyatroları oyunlarından Çirkin bu özelliği taşıyor. Alman yazar Marius von Mayenburg tarafından yazılıp Serdar Biliş tarafından dilimize çevrilen metin, yönetmen Metin Belgin tarafından sahneye taşınmış. Sahneleme sürecinde oyunun dramaturgu Selen Korad Birkiye’nin de büyük katkı sağladığı kanaatindeyim. Çünkü sonuçta ortaya hem keyif veren hem de bütünlüklü, tutarlı bir sahneleme çıkmış.

Oyunda baş oyun kişisi Lette’nin orta yaşlara denk gelen bir dönemde, yarattığı ürünü piyasaya tanıtacak bir sunum yapamayacak kadar çirkin bir adam olduğunu önce müdüründen sonra karısından duymasıyla değişen yaşamı ve başına gelen trajikomik olaylar konu edilir. Nitekim oyun tanıtımında da eserin, “şaşırtıcı, kışkırtıcı, kuralları alt üst eden bir kara komedi” olduğu yazmaktadır. Baş oyun kişisi Lette duydukları karşısında şaşkın, bir doktora gidip estetik ameliyat olarak bambaşka, eşsiz güzellikte yüze sahip bir adama dönüşür, hayatı değişir. Yaptığı sunumla başarılı olur, kadınlar kapısında dizilecek kadar hayranlık duyarlar ona. Öyle ki iş yerinde Lette çirkinken onun ürününü tanıtacak olan rakibi Karllman’ın yarattığı ürün de, bu defa güzel yüzü nedeniyle Lette tarafından tanıtılacaktır. Bu sırada Lette yaşlı ama çok güzel ve dişi bir kadınla ilişki yaşar ama o kadar güzel yüzlü, yakışıklıdır ki bu kadının eşcinsel oğlu da onun peşindedir. Her şey böyle yolunda giderken Lette’nin hayatında yeni bir dönüm noktası yaşanır. Onun güzel yüzü ve yakışıklılığını gören tüm erkekler, onu estetik yapan doktora başvurur. Kazanç kapısı, önünde sonuna dek açılan doktor, her erkeğe Lette’nin yüzünün aynısını yapar. Lette’nin hayatı bir kabusa döner, ortada artık sayısız Lette vardır, o, eşsizliğini yitirmiştir. Hatta karısı, ilişki yaşadığı kadın dahi Lette sanarak onun yüzüne sahip başka erkeklerle birlikte olmaktadır. Sonunda müdürün gözdesi olmak isteyen Karllman da Lette’nin yüzüyle onun karşısına gelir. Lette kendine ve her şeye yabancılaşır, çıldırır. Eski yüzünü geri istemek içinse çok geç kalmıştır.

Oyunda Lette’nin bu inişli çıkışlı yaşamı zaten komediye olanak tanımaktadır. Bunun yanında sahnelemede bu olanak sonuna dek kullanılıp, mizahi boyut zirveye taşınır. Ayrıca öykü ve olaylardan da anlaşıldığı gibi oyun son derece güncel ve önemli soruları tartışmaya açar: Estetik algımızı ne oluşturur? Güzellik ya da çirkinliğin belirleyicileri nelerdir? Kişiyi tüketime teşvik eden, insanın estetik arayışını kazanç öğesi olarak sonuna dek değerlendiren sistem nedir ve nasıl işler? Sistemin dayatmalarına uyup tuzağına düşerken bize ait ve doğal olan neleri yitiriyoruz? Oyun bu önemli soruları metin bazında sorsa da kötü bir sahnelemeyle bu düşüncelerin seyirciye geçmesi olanaksız olabilirdi. Ancak yapılan rejiyle metnin tartışmak istediği bu düşünceler doğrudan izleyicinin zihnine ulaşıyor ve kişinin çirkin olmamak uğruna kendinden vazgeçmesine yönelik eleştiri odağa oturuyor. Dolayısıyla tiyatronun düşündürücü yanı metin ve sahneleme bazında yerini bu şekilde buluyor. Bunda metinle çok yönlü düşünsel alış verişe girilmiş ve etraflı bir dramaturji çalışması yapılmış olması etkili olsa gerek. Öte yandan güldürünün dozunda tutulması, esprilerin uzatılmaması, seyirciyi yakalama endişesiyle belden aşağı vurulmaması da anlatılmak istenen düşüncelerin güldürünün gölgesinde kalmasını engelliyor. Böylece içerik açısından doyurucu bir sahnelemeyle karşı karşıya kalıyoruz.

Tüm bu yönleriyle “düşündüren” oyunun yerleşik ifadeyle “güldüren”, daha doğru bir ifadeyle keyif veren yanları da oldukça fazla… Öncelikle oyun bir saat on dakika süren, tek perdelik bir sahnelemeyle vücut bulmuş. Olaylar yoğun, sahne geçişleri çok hızlı, devingen bir yapı var, hiçbir şey uzun uzadıya tutulmuyor, denilebilir ki bir solukta gerçekleşen bir seyir söz konusu. Böyle bir sahnelemede seyircinin sıkılmaya fırsat bulamadığını söylemek yerinde olur. Nitekim günümüz modern sonrası çağda, zamanın çok önemli olduğu, herkesin hızlı yaşayıp hızlı tükettiği bir dönemde maalesef insanların saatler süren performanslar izlemeye, uzun uzun beklemeye sabrı olmadığı bir gerçek. Buradan hareketle oyunun bu özelliği önemli hale geliyor.

Oyunda bir masa ve birkaç sandalye dışında dekor yok. Ev, iş yeri, muayenehane, gökdelenin tepesi, asansör gibi sayısız mekan burada canlandırılıyor. Arka planda küçük siyah delikli tabloların bir araya gelmesiyle oluşturulan pano, arka tarafı seyircinin görmesini mümkün kılarken, rolü biten oyuncu tekrar sahneye çıkmak için burada, seyircinin gözü önünde bekliyor. Daha da önemlisi Lette dışındaki üç oyuncu ikişer rol canlandırıyor yani farklı rolleri aynı oyuncular oynuyor. Bütün bunlar bir araya geldiğinde oyunda yabancılaştırmanın kullanıldığı, kurgusal bir gerçekliğin seyirciye sunulduğunun doğrudan açık edildiği bir sahneleme görülüyor. Sahnelemede gerçekçilik peşinde koşulmaması, illüzyon yaratmaya çalışılmaması, metnin trajikomik niteliği ve kara komedi türüne, oyun ve sahnelemenin mizahi atmosferine çok uygun. Ayrıca gerçekçi sahneleme yapılsa, her oyuncu ayrı kişiyi canlandırsa kuşkusuz böyle bir etki gerçekleşmezdi. İyi bir dramaturji çalışmasıyla oyuna en uygun sahneleme biçimi böylelikle bulunmuş denilebilir.

Şüphe yük ki farklı rolleri aynı kişinin canlandırması da devinim ve hızın yoğun olması da usta bir oyunculuk gerektirir. Sahnelemeye bu yönden baktığımızda oyuncuların da oldukça başarılı olduğunu görüyoruz. Sermayeyi değerlendiren, piyasaya ürün süren, pazarlayan bir müdürü ve sağlığı sömürerek köşeyi dönen bir doktoru aynı anda canlandıran Nişan Şirinyan bir rolden diğerine geçerken tavrını anında değiştiriyor ama her iki rolde de kazanç peşinde bir sistem adamı olduğu hemen anlaşılıyor. Yine Lette’nin rakibi Karllman ile Lette’ye aşık bir eşcinseli oynayan Şamil Kafkas da iki rolü keskin çizgilerle birbirinden ayırarak sunuyor. Lette’nin karısını oynarken saf, aşığını oynarken dişi karaktere bürünen Simay Tuna, ses ve tavır değişimiyle aynı anda iki rolü canlandırma zorluğunun hakkından gelmiş. Bu durum oyuncunun, aynı sahnede, ışığın yanıp sönmesiyle, bir Lette’nin karısını bir aşığını ardarda canlandırmasıyla zirveye ulaşıyor. Baş oyun kişisi Lette’nin acıklıdan gülünce, gülünçten tekrar acıklıya düşen duygu durumunu çok iyi veren Tolga Evren, aynı yüzle, seyirciyi kah çirkin kah çok yakışıklı olduğuna inandırmayı başarıyor. Dolayısıyla oyun, dekor, biçim ve oyunculuklarla seyirciye güldürüden dolayımla keyif ve haz yaşatıyor.

Bu manzaraya baktığımızda yeniden başa dönüyoruz. Güldürüp keyif verirken düşündüren ve insanı sorgulamaya iten Çirkin, günümüz seyircisinin beklentisini karşılayacak nitelikte bütünlüklü ve tutarlı bir sahnelemeyle izleyicisini bekliyor…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Banu Çakmak Duman

Yanıtla