Fırat Kuyurtar
Kuran’ı açtım, okumaya başladım, yahu sürekli yok yanacaksın, yok haşlanacaksın, inanmadın mı ayvayı yedin… Hemen kapattım, olmaz arkadaş böyle olmaz, bu tanrı ne menem şeydir? Hem yaratıyor hem de cezalandırmak için fırsat kolluyor…
Böyle bir yorum yazısı yazsam başıma ne gelir acaba? Fazıl Say gibi hızlıca yargılanıp ceza alır mıyım, daha ne demek istediğim bile anlaşılmadan?!
Benim işim hukukçuluk ve kenarından köşesinden sanatçılık… Fazıl Say hakkında verilen mahkumiyet kararı, ifade özgürlüğü kullanılırken çoğunluğun hassasiyetlerini gözetme konusunda emsal olduğundan, sanatını az olanın dertlerine adayan sanatçıları, düşünce insanlarını endişelendirmelidir.
Mesele Fazıl Say’ın attığı tweetlerde kullanılan Allahçı ithamından ve cennet tasviri ifadelerinden kaynaklanıyor. Önce öğrenelim: İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık’a göre; İslam’da ahiret inancı, dünya sürecine hapsolarak veya dünya sürecinden koparak değil; sürecin içinden geçerek kazanılmaktadır. Geleceğe iman, yarınlardan umudunu kesmeme, ileriye bakış, ileriyi, daima ileriyi düşünüştür. Kuran, yaşayanlar için, insanın sosyolojik ve psikolojik her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılama amacı ile uygulansın diye gönderilmiştir. Kuran’da tasvir edilen cennet ve cehennem, kişinin hayattaki tercihleri ile yaşarken hayatı cennet ve cehenneme dönüştürmesine yöneliktir. İlahi kelam sözünü söylerken çoğu zaman tasvirlerden, benzetmelerden faydalanmaktadır. Örneğin sakla samanı gelir zamanı derken, saman saklamayı değil, tedbirli olmayı tavsiye etmektedir. Buna rağmen birileri çıkıp bundan mal biriktirmek, saman saklamak anlıyorsa, yanlışında sebat edip cahillik ediyorsa bu onların yanlışıdır ve dürüstlük, bu yanlışta sebat edenlere yanlış yapıyorsunuz demeyi gerektirmektedir. Cennet ve cehennemin, dünyada numuneleri bulunan ama aynı zamanda yasaklanan bir takım haz, şehvet, doygunluk hislerinin sonuna kadar tatmin edildiği, hatta tavan yaptığı bir yer olarak tanımlanması Kurana ithaf edilen bir iftiradır.
Eylemlerimiz, davranışlarımız, tercihlerimizle bu dünyaya etki ettiğimiz, bu dünyada cennet ya da cehennem hayatı yaşadığımız görüşü öyle pek de bilinmeyen, kabul edilmeyen bir görüş değildir. İslam tarihine baktığımızda bugün değerlerini kaybetmemiş birçok ismin cennet cehennem meselesine bahsettiğim görüşler çerçevesinde yorumlar yaptıkları bilinen bir gerçektir.
Yunus Emre Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni diyerek cennet ve cehennem kavramlarını lafzi yoruma göre önemsiz gördüğünü ifade etmiş ve bir anlamda ironik ifadeler kullanarak bu dini kavramların yanlış yüklenen anlamlarını değersizleştirebilmiş, Edip Harabi Daha Allah ile cihan yok iken şeklindeki ifadeleri şiirlerinde kullanabilmiş, yanlış anlaşılacağını daha şiirini yazarken bildiğinden olsa gerek senin aklın ermez bu başka hesap diyebilmiştir.
Biliyorsunuz Fazıl Say dini değerleri alenen aşağılamaktan cezalandırıldı ve hakkında verilen mahkumiyet kararı hükmünün açıklanması ertelendi. Say, belirli bir süre yeniden suç işlemezse cezası düşecek. Yani Say’a sus denildi. Gerekçe kısaca şöyle: “yeryüzünde yaşayanların büyük çoğunluğunun mensubu oldukları üç büyük dinin mensuplarının ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kavramlara yönelik hislerini nedensiz yere incitecek ve bu kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandırmak…” Şimdi bu gerekçeli karara baktığımızda, Yunus Emre de tıpkı sanatçı Fazıl Say gibi TCK m.216/3’ü ihlal etmiş, galiba…
Ömer Hayyam’a ait olduğu söylenen ve Fazıl Say’ın retweet ederek paylaştığı birçok insanın kulak aşinalığı olan şiirinde, kendince yozlaşmış bir din anlayışının ve bu din anlayışının ortaya koyduğu tanrı kavramı ile hesaplaştığı açıktır. Yahut bana göre öyledir. Bana göre, sana göre değişken olan nasıl olur da tartışmasız hakaret niteliğinde kabul edilebilir? İşte şimdi bu konuyu açıklayabiliriz. İfade özgürlüğü ne zaman, hangi koşulda, ne olursa kısıtlanabilir? Temel mevzu budur, gerisi lafı güzaf…
Halk nasıl kin ve düşmanlığa tahrik olur veya aşağılanır?
Fazıl Say TCK m.216/3’ten mahkum oldu. TCK madde 216/3’e göre: “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Bu maddeden yargılanmak için dini değerleri alenen aşağılamak gerekiyor. Madde metnine dikkat ederseniz, sadece aşağılamak yetmiyor, bu aşağılamanın aleni olması, aleni olarak gerçekleştirilen bu eylemin halkın bir kesiminde infiale yol açması, kamu barışının tehlikeye girmesi gerekiyor. Peki nedir kamu barışının bozulması? TCK 216, bazı özgürlükleri teminat altına almak, daha çok da çoğunluğun azınlığa tahakkümünü kırmak için ceza yasamızda düzenlenmiş bir maddedir. Türk Ceza Kanunun 216.maddesinin başlığı “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik”tir ve bu suçun düzenlenmesinin temel gerekçesi, hukuk devleti olma standardı yükseltmektir. Düşürmek değil! Bu suç bir çeşit tehlike suçudur ve o tehlikenin yakın, sonuç doğurmaya elverişli olması gereklidir. Tekrar tekrar haykırmak gerekirse bir hukuk devletinde asıl olan özgürlüktür, kısıtlamalar değildir. Hele ki düşüncenin ortaya konulmasında çok daha dikkatli davranmak gereklidir.
Yakın geçmişte, Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2005 tarihli bir kararında kamu barışının bozulması konusunda bir içtihat yayınlamıştır. Karardan kısaltarak aktarıyorum“… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları dikkate alındığında bu tür marjinal, hemen hepimize aykırı gelen düşüncelerin de ifade edilebilmesi, çoğulcu, demokratik toplumlarda hoşgörü ile karşılanmalıdır. Yazının neşir tarihi olan 15.11.2000 tarihinden bu güne kadar yaklaşık dört yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen ve sanık buna benzer birçok yazıyı aynı gazete ve aynı köşede yayınlamasına rağmen bu güne kadar bu tip yazılardan dolayı kamu güvenliği açısından somut tehlike teşkil edebilecek bir olay olmamıştır… Çünkü halen yürürlükte olan şekliyle suçun oluşması bakımından “tahrik”in kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde yapılması gerekmektedir. Yasa koyucu iradesini bu şekilde açıkça ortaya koymuşken bu suç tipine, ihdas amacının dışında daha geniş ve kişilerin özgürlük alanını daraltan bir anlam yüklenmesi ceza hukukunun temel prensiplerine aykırıdır. ” Bu kararda bahsedilen hukuki mantık, gerekçe Fazıl Say meselesinde de uygulanamaz mıydı?!
Jet Yargılama
‘Sorumluluk sahibi, hassas’ yurttaşımız, sanatçı Fazıl Say hakkında şikayet dilekçesi verdikten sonra takribi 8 ay içinde şikayete ilişkin soruşturma Savcılık makamınca tamamlanmış, iddianame düzenlenmiş, Mahkeme iddianameyi kabul etmiş, iki duruşma yapılmış ve mahkumiyet kararı verilmiştir. Ben aynı zamanda bir avukat olduğum ve çok ama çok daha açık hakaret davaları ile de uğraştığım için şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki burada farklı bir hassasiyet söz konusu olmuş olmalı… Şöyle örnekleyeyim benim şahsen takibimde olan bir dava dosyasında, Savcılık şikayetimi Aralıkta yaptım, soruşturma Şubat ayı içinde tamamlandı ve dava Mart ayı başında açıldı. İlk duruşma ise tam 6 ay sonrasına Eylül 2013’e verildi. Ben benzer bir durumda nerdeyse 1 yıl sonra hakim karşısına çıkabilecekken, bu davanın bu hızla bitmesi pek tabi ki bir hukukçu olarak beni ayrıca rahatsız etti.
İfade Özgürlüğünden Siyasi Çıkarlar Uğruna Taviz Verilemez
Yukarıda örneklediğim Yargıtay içtihadı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına dayalı bir karardır ve son derece doğru tespitler içermektedir. Yazının girişinde kurduğum cümleler sizi rahatsız etmiş olabilir, ancak beni anlamaya çalışmak yerine derhal çıldırmaya meyilli olmanız da sizin probleminizdir. Fazıl Say, kendisine ait olmayan ve farklı bir twitter kullanıcısı tarafından yayınlanan bir şiiri, tekrar paylaştı diye cezalandırıldı. Ben herhangi bir yerde bir sosyal patlamaya rastlamadım ama siyasetçilerin ta en başından beri bu davayı takip ettiklerine şahit oldum. Bugüne kadar, gerekçesi yayınlanan Mahkeme kararlarını bile tartışmamaya, tartışsa bile daha üsluplu yorumlar getiren bazı kişilerin, karar açıklandıktan sonra oh olsun, beter olsun korosu oldukça endişe verici.
Kamu barışı bozulmadan, kullanılan ifadeleri anlamaya çalışmadan, alelacele açılan bir dava, görülmemiş hızda yapılan yargılama ile verilen bu karar benim iç huzurumu bozmuştur. Mesele çoğunluk hassasiyeti denen mefhumun çoğulculuğun önüne korkuluk gibi dikilmesidir. Fazıl Say’ın görüşlerini paylaşmıyorum, ifade şeklini beğenmiyorum deseniz bile onun düşüncesini ifade edebilmesi için sonuna kadar mücadele veririm demek gerekmez mi?
İşte tam da bu yüzden diyorum ki, cennet-i ala kerhane midir?