Bilal Akar
Esasında bu yazının taslağını yaklaşık bir, bir buçuk ay önce hazırlamıştım. Ancak geçtiğimiz günlerde başlayan “amatör tiyatrolar telifi tartışıyor”[1] kampanyası ve çeşitli yoğunluklar araya girince, yazıyı başlıklara göre ele alma ve yazıp düzenleme işi ancak bugünlerde mümkün oldu. Bu açıklamayı şu yüzden yapıyorum: oyunu 29 Kasım’daki prömiyerinden kısa süre sonra izledim, yaklaşık iki aylık bir sürede oyun daha da oturmuş ve üzerinde değişiklikler yapılmış olabilir. Bu yüzden değerlendirmelerim ve yorumlarım oyunun prömiyer sonrası halinin metni, oyunculukları ve sahnelemesi üzerine olacağını vurgulamak istiyorum.
Katilcilik, kalabalık bir Altıdan Sonra yapımı. Genelde daha dar kadrolu oyunlarına alıştığımız grup takip edebildiğim kadarıyla, izleme fırsatı bulamadığım İkiye Bölünen Vikont’dan ve O.B.E.B’den bu yana böyle bir prodüksiyona girişmemişti. Yokuş Aşağı Emanetler her ne kadar nispeten geniş bir kadroya sahip olsa da daha çok oyuncuların bireysel performansları ve anlatıları üzerine bina edildiği için farklı bir kulvarda kalıyor. Yiğit Sertdemir’in yazar-yönetmen ve dekor tasarımcısı olarak yer aldığı oyunun, özgün müziği Onur Kahraman’a, kostüm tasarımı Candan Seda Balaban’a, ışık tasarımı İsmail Sağır’a ait. Onur Sarıgül ve Hakan Yeni oyun asistanı olarak yer alıyorlar. Oyunda sabit rollerin yanı sıra değişimli/dönüşümlü oynanan roller de mevcut. Oyuncu kadrosu ise Aslı Can Kortan, Gülhan Kadim, Şirin Keskin, Ebru Gözdaşoğlu/Seda Özen Yürük, Erkan Kortan/Yaman Ömer Erzurumlu, Onur Tuna/İhsan Dehmen, Seyfi Erol isimlerinden müteşekkil. Emeklerini görünmez kılmak istemediğimden dolayı not olarak eklemek istiyorum; Muhtar Pattabanoğlu ve Candan Seda Balaban dekor uygulama, Sevgi Can-Cengiz Türker oyunu fotoğraflama alanında desteklerini ortaya koymuşlar. “Duman” grubu ise şarkılarının kullanılmasına izin vermiş. Bu önemli bir ayrıntı zira kar amacı gütmeyen amatör tiyatroları bile ‘açılmamış bir pazar’ alanı olarak gören “çeşitli” ajansların saldırıları, emeğe saygı ve emeğin hakkını teslim kavramlarının çok ötesine geçen piyasacı müdahaleleri bertaraf edilmiş durumda.
Oyun, internet üzerinden tanışıp sohbet eden üç kişinin bir araya gelmesiyle başlayan bir geceyi, bu gecede, klasik şişe çevirmece oyununun evrimleşerek gerçekten işlenen bir cinayete dönüşmesini konu alıyor. Oyunun kurgusal anlamda lineer bir akışı yok. Cinayetten sonraki bir otopsiyi, bir cezaevi ziyaretini, öncesindeki buluşmaları, sohbetleri farklı bir akış sırasıyla izliyoruz. Sahnelerin zamanını seyirciye anlatan şey ise sahnenin üstüne yansıtılan, dekor değişimleri sırasında ileri veya geri ilerleyen bir dijital takvim. Oyunun olay öyküsünü daha ayrıntılı anlatmak istemiyorum çünkü Yiğit Sertdemir’in sahnelemesinden edindiğim intiba; oyunun net bir izlekle göstermekten ziyade karakterlerin yaşadığı bazı anlara, tartışmalara, karşılaşmalara ve seyircinin kuracağı benzerliklere vurgu yapılmak istendiği.
Katilcilik‘in metnine, sahnelemesine ve kurgusuna geçmeden önce dramaturjik arka planına dair bir kaç şey söylemenin yerinde olacağı kanaatindeyim. Oyunda yer alan üç kişi, yüz yüze görüşene kadar kendi kimliklerini gizleyerek yarattıkları ‘sanal’ imajlarla yaşayan insanlar. Hali hazırda sahip oldukları kimliklerden sıyrılma fırsatını bulmuş veyahut bu kimliklerin sadece bir yanını ortaya koyabilme imkanı sağlayan bir online sohbet içinde bir tür “avatar” yöneticileri. Son 15 yıllık sürece baktığımızda bu tarz online sohbet odalarının, insanların bu gibi ortamlarla kurdukları ilişkinin hem çok değiştiğini hem de hiç değişmediğini sadece geliştiğini görüyoruz. Şöyle ki, eskiden var olan “msn”, “mIRC” gibi ortamlarda kendi kimliğinin görselliğini saklayarak yeni bir kimlik yaratılırken, şu sıralar yaratılan bu kimlik görsellerle destekleniyor. İnsanların “facebook” gibi sosyal ağlarda kullandıkları fotoğrafların, söylemlerin sadece birer teşhir olarak ele alınmaması gerekiyor. Buralarda kullanılan fotoğraflar bu kimlik yaratımının birebir destekleyicisi mahiyetindeler. Eski dönemlerde gerçek kimliklerin saklanarak yeni “sanal kimlikler” yaratılması şimdilerde sadece tercih edilen anlamların ön plana çıkarılmasını sağlayan “sanal kimlikler” yaratısına dönmüş durumda. Bu konuya biraz daha ayrıntılı değinmek gerekiyor.
John Berger, konuyla ilgili klasikleşmiş kitabı Görme Biçimleri‘nde şöyle bir tez ortaya atar: “Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.” Buna dayanarak insanların kendilerini kendi cümleleriyle tanımlayabilmeleri için sohbet odaları gibi yerler neredeyse yegane noktalardır. Çünkü bir insanla kurulan iletişimde, karşınızdaki sizin sözlerinizden önce edindiği görsel intiba önem verecektir. Gel gelelim internet teknolojisinin inanılmaz derece yaygınlaştığı ve insanların etrafa nazar eylemek için göz merceği yerine instagram kullandığı zamanımızda kendini bu şekilde gizlemek hem mümkün hem de popüler bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Artık Berger’in de belirttiği üzere kimlik yaratımında görsel öğeler ön plana çıkmaktadır. Bir insanın sosyal medyada paylaştığı fotoğrafları, kendi yaratmak istediği çeşitli kimliklere(eğlenceli, hayattan zevk alan, entelektüel vs.) göre düzenlenmektedir. Bu paylaşımı yapan insanlar bir noktadan sonra bu davranışı içselleştirerek ve farkına varmadan gerçekleştirmeye başlarlar. Her fotoğraf, bireyin kendini, kimi özelliklerini “mit” leştirmesidir. Öne çıkarılan özellik durumdan ve bireyden soyutlanarak kendi başına bir kimlik edinir. Roland Barthes, “mit” kavramını tanımlarken “çalınmış anlam”[2] tabirini kullanır. Bu da bireylerin yarattıkları kimliklerin çeşitli klişelere(kitap okuyan, denize karşı içkisini yudumlayan) dayanarak ödünç alınmış anlamlarla bezenmesidir. Oyunun üzerine bina edildiği bu tartışmalar Barthes’dan Foucoult’a, Nurdan Gürbilek’ten Berger’e kadar geniş bir entelektüel kesimin ilgi gösterdiği bir alandır.
Oyunun kurgusuna gelecek olursak Yiğit Sertdemir’in diğer oyunlarından biraz daha ayrıştığı görülüyor. Daha önceki oyunlarında aldığı mühendislik eğitiminden geldiğini düşündüğüm net ve sağlam bir kurgu tasarlama çabasında olan Sertdemir, bu oyunda 0 ve 1 ikilemindeki Aristo mantığından sıkılarak “fuzzy logic” -bulanık mantık- ile haşır neşir olmayı seçmiş. Oyun seyirciden doğrudan izleği takip etmesini değil, o izleğin izdüşümlerinde yaşanan olayları algılamasını istiyor. Ancak, modernist algının bu derece içerisinde olan bizler oyunu takip ederken ister istemez kafamızda lineer bir hikayeyi tamamlamaya çalışırken buluyoruz kendimizi. Bu duruma bir bilgisayar programının yazılışına benzetebiliriz. Şöyle ki binlerce satırdan oluşan programları kodlarken, programcılar genellikle kodun içerisine belirli fonksiyonları gerçekleştiren kod parçacıkları yerleştirirler. Böylece her defasında tekrardan yazmak yerine, gerektiği yerde o fonksiyonu göreve çağıracak ifadeler kullanabilirler. Bu sayede programlar verimlilik açısından oldukça gelişirler. Gel gelelim bu kodu baştan aşağı okumaya çalışan yabancı bir insanın hangi fonksiyonun nerede kullanıldığını, sıralamasının ne olduğunu takip etmesi zordur. Kod içinde bir aşağı bir yukarı, bir ileri bir geri giderek durumu anlamaya çalışır. Her bir fonksiyon ayrı bir parça olduğu için anlaması daha kolaydır ancak kodun genelini algılamak için daha büyük bir uğraş gerekir. Katilcilik‘in kurgusu da bu bahsettiğim örneğe benziyor. Bir ileri bir geri giderken hem öyküyü tamamlamaya hem de kişilerin yaşadıkları anları, duyguları ve koşulları idrak etmeye çalışıyoruz. Bir seyirci olarak bunu hakkıyla yerine getirebildiğimi söylemek zor. Bu durumun ne derece genel geçer olduğunu anlayabilmek için farklı seyirci görüşlerine bakılması gerekir. Oyunla ilgili yazılmış yazılarda[3] bu duruma çok fazla vurgu yapıldığını görmedim. Aksi bir analizde yok. Yine de oyuna bu gözle tekrar bakılması faydalı olabilir.
Oyun bu kurgu hengamesi içerisinde ilerlerken eksik kalan bir nokta da karakterler. Karakterler oyun boyunca derinleşemiyor. Hepsinin daha incelikli işlenme imkanı, olanakları var ancak metin tarafından kısıtlanmış haldeler. Yazarın daha önceki oyunlarından aşina olduğumuz farklı çelişkiler ihtiva eden ve birbirleriyle çatışmalarını bu çelişkiler üzerinden kuran karakterler bu oyunda biraz silik kalmışlar. Oyun kurgusal ve anlatım açısından farklı bir deneme yaparken, böyle bir oyunu taşıyacak sağlam karakterlere ihtiyaç duyuyor. Oyundaki kimi beklenmedik gerçekler (iki karakterin kardeş olması gibi) hikayede bir kırılma noktası oluşturmadığından eklektik kalıyor. Her birinin geçmişlerini ve bastırdıkları benliklerini, alt benliklerini gördüğümüz karakterlerin bu özelliklerinin oyunun yapısına ve çatışmasına daha içkin olmasını bekliyoruz. Bu bahsettiğim durumlar Katilcilik gibi anlatım ve sahneleme alanında bir arayış içinde olan bir oyunda gerçekleştirilmesi oldukça meşakkatli. Ancak oyunun kalitesini bir kaç gömlek artıracak hamleler.
Oyunculuklar, Altıdan Sonra Tiyatro’dan izlemeye alıştığımız durumda. Temiz ve başarılı. Oyuncuları kısıtlayan şey daha önce de bahsettiğim üzere karakterlerin metinsel kurgulanışı. Ancak Aslı Can Kortan’ın oyun boyunca iç aksiyonunu sürdürmek ve karakterin yaşadığı içsel duruma kendini tekrar bağlamak için kullandığı nefes alış verişler bir yerden sonra rahatsız etmeye başlıyor. Bu rahatsızlık seyircinin karaktere karşı tavrından ziyade bir oyunculuk tarzına yönelik cereyan ediyor. Bir de oyunun kurgusunu ve mekan değişimlerini imlemek için tercih edilen sahne tasarımına dair bir kaç şey söylemek istiyorum. Oyunu izlemeye ve grupla bu teatral paylaşımı gerçekleştirmeye gelen seyirciler olarak, dev kütlelerin hareket ettiği black out lardaki aksaklıklar ve gecikmeler oyunun hem teknik ekibiyle hem oyuncularıyla birlikte geriliyoruz. Oyunun genel sahne ve mekan tasarımından ötürü bunların değişmesi pek mümkün gözükmese de bu araları kısaltacak ve sahne değişimlerini rahatlatacak çözümler bulunması gerekiyor.
Son olarak oyunun finaline dair bir kaç şey söyleyerek yazıyı noktalamak istiyorum. Dönüp dolaşıp geldiğim derinlikli karakter sorunundan ötürü oyunun finalinde bir anlamlandırma problemi yaşanıyor. Oyunun finalinde histerik davranışlar haklılaşmıyor ki oyun, böylesine bir finali hazırlayamıyor.
Katilcilik ele aldığı konu, metni, kurgusu ve sahnelemesiyle çok daha derinlikli olarak ele alınması gereken bir oyun. Yukarda yazdıklarım böylesine bir analize ancak fikir verebilecek niteliğe sahip gözlemlerden oluşuyor. Katilcilik, Mart ayında da Kumbaracı50 sahnesinde seyirciyle buluşmaya devam edecek.
[1] http://amatortiyatrolartelifitartisiyor.blogspot.com/
[2] stolen speech
[3] http://kumbaraci50.com/katilcilik-altidan-sonra-tiyatro/