Kostüm Oynamaz, Aktör Oynar!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Arıza Baykuşlar

Hayırdır inşallah! Bir ‘Şark Dişçisi’ dir, almış başını gidiyor! Baykuşum iyi misin?” diye “Kızıl Baykuş” arkamdan seslendiğinde, ben “Siyah BaykuşŞark Dişçisi’ni beşinci kez seyretmek üzere Kağıthane Sadabat Sahnesi’nin yolunu tutmuştum bile!

Yol boyunca kendime; “Neden beni bu kadar etkilediğini, bu izlemelerin kaçıncısında kendime artık dur diyeceğimi” sordum, “iyi miyim ben yahu” deyip, bir de kendimi şöyle bir silkeledim!

Pek bir işe yaramadı! Tıpış tıpış gittim, daha önce dört kez izlememişim gibi, ilk kez izliyormuş gibi yapmanın verdiği keyifle, bir güzel yeni baştan izledim, yine çok ama çok eğlendim!

Sol yanımda oturan hatun, iki perde arasında bana; “Siz oyuncu musunuz?” diye sorduğunda kocaman bir sırıtışla “Olmaya çalışıyorum” diye yanıtladım! “Anladım zaten!” dedi ama gülümsemeden nedense “ Başından beri, sahnede söylenen laflar yanımdan eko yapıyor” diye eklediğinde, kocaman sırıtışım yüzümde donuverdi!

Nasıl yani? Ezberlemiş miyim? Bir de suflöre mi bağlamışım? Yok artık!

Ne zaman başladı bende bu illet? İlla ki “Sokrates” ten sonra! Aristippos’la başlayan Epikuros’la devam eden  “sürekli haz verene yönelme ve sonunda da en büyük hazza bilgelikle varılır” öğretisinin, beni baştan aşağı “Hedonist” eylediği dönemde!

Saç diplerinden, tırnak ucuna kadar “bibliyofil” olan bir insanda “Hedonist” duygu;  haz aldığı kitapları bir daha, bir daha olmadı sonsuz kere bir dahaokuyarak” tavan yapar!

Var benim de böyle kitaplarım, sayısı da oldukça kabarık; Biri de Mıgırdiç Margosyan’ın “Tespih Taneleri” kitabı! “Tespih Taneleri” nin damağımda bıraktığı tat neyse aynısını “Şark Dişçisi’nde yakaladığımı fark ettim.

İşte oldu!

Şimdi “yazmanın vaktidir”.

“Bu Oyun; Sadece Eğlenilsin, Gülünsün Diye Yapılmadı”

Şark Dişçisi” ni hissedebilmek için, şundan sonraki satırlarla kuracağım duygu bağını takip edin ve zihninizi ruhunuza bağlayın lütfen!

Samatya’da küçük bir erkek çocuğu! Sahakyan Nunyan’ın bahçesinde oyun arkadaşları Mardik ve Mıgır’la gazoz kapağı yarıştırıyor. Çocukluk günlerine ağır gelen o ilk utancı; Jaklin’in boynundaki haçı koparıp yere fırlatan, mahalleye yeni taşınmış, irice çocuk, kendisine armağan ediyor. Nüverik Yaya’nın bilmediği dilde ettiği dualara, o zamanlarda kulağı aşina oluyor. O yılların Samatya’sında yaşadığı, rengarenk kültürlerle harmalanmış sevgi dolu çocukluğu, onu günümüzün Engin Alkan’ı yapıyor.

Bir gün Mimesis Dergisi’nde okuduğu bir araştırma onu Hagop Baronyan ile tanıştırıyor. Kaygılar, düşmanlıklar her daim havada uçuşurken Engin Alkan, Hagop Baronyan’ın Şark Dişçisi’ni Şehir Tiyatroları’nda yorumlama kararı veriyor.

Bu ülkede tiyatroyu, kültürü, toplumsal yaşantıyı kaygı edinenlerin oyunu fark etmesini dileyerek; bu oyunun sadece eğlenilsin, gülünsün diye yapılmadığını, sahnelenirken ciddi dertleri olduğunu, bu anlamda da fark edilmesini dileyerek!

“Şark Dişçisi” Adım Adım Sahneye Yürüyor

Müzikalin ortaya çıkışı; zamanla yarışılan Şehir Tiyatrosu’nda her anın kıymetini bilerek, her anı en verimli biçimiyle harcayarak kotarılıyor.  Yelpazenin iskeleti hummalı bir çalışmayla, takım ruhuyla oluşturuluyor.

Boğos Çalgıcıoğlunun Aras Yayınları’ndan çıkan çevirisi ki – Mıgırdiç Margosyan’ın “Tespih Taneleri” kitabı da adı geçen yayınevinden çıkmıştır – Hagop Baronyan’ın satırlarına yeniden ruh üflüyor!

Sinem Özlekin başarılı dramaturjisi ile oyun; bugünün seyircisine teksti ulaştırabilmek adına restore ediliyor, eksik noktaları tamamlanıyor. Zamanımızda anlaşılmayacak bir çok eleştiri budanıyor, yerine izlekler konuyor. Beş aylık bir dramaturji çalışması sonunda modern bir anlayışa sahip olan mizanseni, kendi içinde çıkarıyorlar. Bir diyalekt bankası mevcut olmadığı için ağızları da yaratım süreci içinde oluşturuyorlar.

Tomris Kuzu, her bir kostümü tasarlarken bir heykel yaratıyormuş kadar zaman harcıyor ve ortaya mükemmel üstü, cıvıl cıvıl rengarenk, Harikalar Diyarı’ndan fırlamış kostümler, peruklar çıkıyor. Tomris Kuzu Şark Dişçisi” kostümleriyle sanatını, maharetini, tiyatro tarihine, tırnaklarıyla kazıyor.

Makyaj! Ah o çarpıcı çizgiler, renkler, lekeler! Hem cezbedici bir maske hem de her oyuncuya özel, kostümüyle mütenasip renk ve biçimlerde, yüzünün bir parçasıymışçasına spot spot ışık altında bağıran makyajlar! Bunları yaratabilmek için Ukrayna’lı bir kreatif ustadan makyaj dersleri alınıyor.

Engin Alkan, bütün o keyifli şarkı sözlerini, bir bir oturup yazıyor. Sade, sevimli, kucaklanası sözler; ardındaki kuş tüyü notalardan, yumuşacık ama eğlenceli müziklere yarenlik etsin diye!

Selim Atakan, ruhunun dip köşelerinde itinayla sakladığı notalarını kulaklarına taşıyıp parmak uçlarına kaydırıyor, yazıyor. Seyirciyi yerinde hop oturtup hop kaldırtan, kıpır kıpır oynatan o büyülü melodiler, sahneye kubbe oluyor. Ermenice söylenen “Zalim Felek” şarkısının müziği kulaklara ılık bir büyü gibi nüfus ediyor. “Bir çivi de sen çak” şarkısının notaları, seyircinin unutamayacağı bir ritmi zihinlere yerleştiriyor.

Selçuk Borak’ın İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ndeki usta birikimleri ve kendinden kattığı ritm ile özgün hareketleri, gerçekleştirdiği koreografi, dikkate değer! Açılış ve kapanış sahnesindeki danslar, balodaki koreografi ama hepsinden çok “Ah şu kadınlar” şarkısıyla dans ederken kadınlar ve erkekler grubunun farklı ama birbirini tamamlayan akıştaki hareketleri ve finalinde erkeklerin ilk çağ adamı hareketleriyle doğalarındakini ortaya dökmeleri, harikulade!

Orkestra derken; Şef Hakan Elbir’in de oyuna konuşarak dahil olması, orkestranın “Ah şu kadınlar” şarkısı eşliğinde, ilkçağ erkekleri duygusuyla dans edip kadınları ablukaya alan ve sıkıştıran erkekleri, protesto etmek için  sahneye meyve atmaları da  komik ve bütünleyici! Müzikal başlamadan asansörlü platformda bir bir kendilerini gördüğümüz,  oyun başlarken asansörle sahne seviyesinin altına inen, bize tüm o harikulade müzikleri yaparak ziyafet çeken orkestra; Klarnet: Gonca Beker, Trompet: Orçun Tekelioğlu, Saksafon: Barış Özer, Trombon: Fuat Can Başkır, Kanun: Esra Karabaş, Piyano: Burçak Çöllü, Bas: Saltuk Tukur, Perküsyon: Murat Güreç, Davul: Evrim Karagöz ve Viyolonsel: Orcan Koç’tan oluşuyor. Orkestra, her biri müzikal’in bir parçası, bir bütünleyicisi olarak performanslarıyla ayakta alkışı hak ediyor!

Ve,  yelpaze kuvvetli bir rüzgarı kuyruklayarak,  tek bir harekette iskeletini geriyor! Rengarenk desenleriyle “Şark Dişçisi” müzikali, ruhlara ferahlık vermek üzere sahneye çıkıyor.

Geçmişin Perdesi Günümüze Açılıyor

Bir asırı geçkin bir zaman nehrinde değerler sürüklenip giderken, Engin Alkan ekibiyle Hagop Baronyanın eserini akıntıdan kurtarıp kıyıya, sahneye çıkarıyor. Sanatçıların on bir ay süren hummalı çalışmaları meyvesini veriyor ve “Şark Dişçisi” müzikali sahnede geçmişin perdesini kanatsız kalana kadar açıyor. Açılış dansı eşliğinde söylenen şarkının sözleri aklımda kaldığı kadarıyla;

İşte geldi kumpanya, oyunlar oynamaya!

Çalsın orkestra, dans başlasın, haydi düşler dile gelsin

Ruha can katsın, aşkla sarmalansın, kana kana içelim

Karşınızda kumpanya, şarkılar söylemede!.

……..

Gönüller coşsun, yüzler hep gülsün

Kederler uçup gitsin

Korkma sen de seç

En büyük hayalini

Durma haykıralım

Koy beline elini

Korkma bir çivi de, sen çak şu tahtaya

Meydan okuyalım

Korkunç kabuslara

Çak çak çak çak bir çivi de sen çak

İşte geldi kumpanya, hayatı paylaşmaya

Kavgalar bitsin, dostluk yeşersin

Aşkla dolsun şu dünya

Güne can versin, geceye ışık

Erdemler dile gelsin!

Haydi sen de seç,

En büyük hayalini

Durma haykıralım

Koy beline elini!

Korkma bir çivi de, sen çak şu tahtaya

Meydan okuyalım

Korkunç kabuslara

Çak çak çak çak bir çivi de sen çak

Sahnede Cümbüş Var

İlk danstan sonra ışıklar kararıyor ve oyun başlarken dekor olarak kullanılan gezici kumpanya karavanı sahneye çekiliyor. Karavanın içi oda şeklinde önden ve arkadan giriş çıkışı var. Kapı, püsküllerle örtülü, oyuncular sahneye, karavanın içinden girip çıkarak geçiyorlar. Üst katı da var, merdivenle çıkılıyor, bir nevi balkon, teras işlevi görüyor. Balo sahnesinde karavan çevriliyor, eklenti yeri açılıyor ve ayrı bir görüntü veriyor. Sahne ve ışık tasarımı: Cem Yılmazer. Güzel ve renkli!

Kıpkırmızı kostümü, şapkası, bastonu ve yeşil sakalları, bıyığı, rengarenk makyajı ile Selçuk Borak, ilk sahnenin ilk anından itibaren büyülemeye başlıyor. Oyunun hikayesini anlatıyor, Hagop Baronyan’dan bahsediyor. Şark Kumpanyası hakkında bilgi veriyor. En etkileyici sözü ise yaşını merak edenler için söylüyor; “En eski hayaliniz kadar yaşlı, en körpe hevesiniz kadar genç”!

Geleneksel Türk Tiyatrosu formlarından biri olan topluluk başındaki kişi yani Kolağası karakterindeki Selçuk Borak, özgün ses tonu, “Ermeni Ağzı”nı yorumlayışı, Fransızca kelimeleri eksiksiz telaffuzu ve vurgusu, usta oyunculuğu, göz dolduran dansları ile sahneye ve seyirciye hakim oluyor. Ceketini, şapkasını, bastonunu bırakıp oyuncuları takdime geçiyor.

Her bir oyuncuyu seyirciye takdim etme ve alkış almasını beklemenin, dönemin kumpanyalarına bir atıf olduğunu düşünüyorum.

Marta rolünde Sevil Akı sesini çok iyi kullanıyor, oyunculuğu ve seyirciyle iletişim halinde olması oyunu epikleştiriyor. “ Taparnigos sevgili kocacığım, Allah cezanı versin! Nigo, cibiliyetsiz uşak nerdesin?”

Ve! Taparnigos! Çağlar Çorumlu! “Şark Dişçisi onunla ölümsüzleşti” gibi iddialı bir cümle kurdurtacak kadar başarılı! “Ha ha haaaay Aksaraay” muhabbetlere çoktan girdi bile! Onun için diyebileceğim hiçbir şey yok, yapabileceğim şey tek ve çok; Ayakta, durmaksızın, kollarım ağrıyana kadar alkışlamak!

Nigo; Emrah Özertem’in tipik Arlecchino uyarlaması, saf, ezik, yerinde duramayan, kıpır kıpır bir güzellik! Estetik, hareketli, sevimli ve başarılı bir oyunculuk! Saf saf söylediği şu sözcükler hala aklımda;  “Amma Levon ben idim, ne oldu?”

Markar; Hüseyin Tuncel’i oyundaki ağırbaşlı yorumu, aşık ama nişanlısından karşılık bulamayan ve aldatıldığını öğrenen bir erkeğin, yıkılmadan sağlam duruşunu çok iyi oynuyor. O güzelim sesi ile Ermenice “Zalim Felek” şarkısını söylemesi ise kulaklara şölen çekiyor.

Bu eleştiri – inceleme yazısını hazırlarken beni kırmayıp “Zalim Felek” şarkısının Ermenice’den Türkçe’ye yaptığı çevirisini bana gönderen sevgili Bercuhi Berberyan’a teşekkür ederim.

“Sildi felek artık beni aşk defterinden,

Tokatlayıp bıraktı uzak kalplerden.

Garibim ah garip yarin yüzünden,

Kırdın kanadımı ah zalim felek…”

Tovmas rolündeki Ümit Daşdöğen’in müthiş tenor sesi, renkten renge, şekilden şekile girebilen oyunculuğu, dişi ağrıyan hasta rolündeki performansı yanında Tovmas’ın yaşlılığını seyirciye tam anlamıyla hissetirebilmesi, hakikaten olağanüstü! “Tutuştur kanımı, şarap

Sevinç Erbulak, kumpanya içindeki rolü ile de Sofi rolü ile de göz dolduruyor, rolünü havalara uçuruyor, son derece rahat bir üslüp ve yorumla seyirciyi kendine çekiyor. Sevinç Erbulak’ın oyunculuğunu izlemek seyirciye müthiş bir keyif veriyor.

Levon rolündeki Salih Bademci’nin Fransızca’dan aşırma laflarıyla, heyecanlı aşığı seyirciye aktarışı son derece başarılı! Şımarık, genç, şüpheci, derhal dolduruşa gelebilen Levon’u, ses iniş çıkışlarını rahatça kullanarak yorumlaması, Salih Bademci’yi sadece ekrandan değil, tiyatro sahnesinden de seyircinin aklına başarıyla yerleştiriyor.

Giragos rolündeki Tuğrul Arsever’in oyunun başından sonuna kadar dikkatleri üzerine çeken bir üslubu var! Finalde “Kostüm oynamaz, aktör oynar” sözü ve bütün figüranlar için söylediği şarkı akılda kalıcı! Rolünü yorumlaması müthiş güzel!

Kostüm, makyaj ve aksesuvarı birlikte değerlendirdiğimde; Kolbaşı Selçuk Borak’ın saçsız kafasının altın rengi, bıyık ve sakallarının yeşili; Marta rolündeki Sevil Akı’nın petrol yeşil lekeleriyle siyah kostümü, kabarık peruğu, siyah makyajı, erkek kostümlerinin de ona yakıştırılmış olması; Tovmas rolündeki Ümit Daşdöğen’in koca burunlu, tepesi kel maskesiyle, finaldeki boynuzlu fes balo kostümü, Sofi rolündeki Sevinç Erbulak’ın yeşil peruğu, şipşirin makyajı, gecelikli sahnede terliklerini çıkarıp çıplak ayakla oynaması, fırfırlı kurdeleli iç donu;  Markar rolündeki Hüseyin Tuncel’in oyun boyunca vakur kostümlerinin üzerine balo sahnesinde giydiği çiçekli tütülü komik kostümü; Levon rolündeki Salih Bademci’nin saçının orta yerindeki ibik gibi peruğu, makyajı, beyaz kostümü ama hepsinden önemlisi uzun kürkü ve o döneme uyarlanmış kollu kaykayı, kaykayla sahneye girip çıkmasındaki eğlenceli görüntü; Nigo rolündeki Emrah Özertem’in Commedia Dell’Arte’deki Arlecchino başlığı, şalvar tipli yarım pantolonu, baklavalı rengarenk yarım ceketi ve dramatik yüz makyajı; Yerenyag rolündeki Selin Türkmen’in fıstık yeşili kostümü, yeşil peruğu, sarı pabuçları ve elindeki ritmik salladığı yeşil kurdelesi; Giragos rolündeki Tuğrul Arsever’in tüm oyun boyunca giydiği siyah kostümü, siyah kırmızı makyajı, siyah uzun örgülü saçları, arada makyaj yapıyorum deyip çıkmadığı sahnede yanlış giydiği mor renkli oryantal kostümü, sonrasında üzerine aldığı pelerinle attığı tiradlar – ki en çok 3.Richard tiradı- balo sahnesinde yüzündeki püsküllü maske; Kumpanya oyuncuları, hepsi tek tek; Çiğdem Gürel, Senem Oluz, Destan Batmaz, Zeynep Ceren Gedikali, Reyhan Karasu, Murat Üzen, Serkan Bacak, Okan Patırer, Melisa Demirhan; Hepsi ama hepsi görülmeye ve yaşanmaya değer… Muhteşemler…

Engin Alkan; Zamansız ve mekansız bir başka sahne düzleminde, yeniden can bulmuş hayallerinizle tekrar buluşmak dileğiyle! Şimdilik seyirci olarak…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Arıza Baykuşlar

Yanıtla