Fırat Güllü
Ünlü İtalyan yönetmen Giorgio Strehler’in, Kasım 1972’de Hamburg’da Goethe Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmanın başlığı “Goldoni ve Brecht”tir. Ünlü yönetmen bu konuşmada kişisel tiyatro kariyerinde bu iki önemli oyun yazarı ve tiyatro adamının neden önemli bir rol oynadıklarını açıklarken şöyle der: “İkisinin de, yaşadıkları çağın toplumuyla olan ilişkileri ve tiyatroların dönemin toplum sorunları alanındaki anlamları, bana, Avrupa tarihinin, burjuva hegemonyasının kurulması ile gelişen o bölümünün başlangıç ve hedef noktası, başı ve sonu, a’sı ve z’si olarak görünüyor. Bu bakımdan, birbirlerinden ne denli uzak olsalar da, ikisi de birbirinin yakınıdır.”
Goldoni’nin oyunlarını kronolojik bir sıralamayla okumak onu bu saptamasını anlamamızı kolaylaştıracaktır. Rönesans döneminde tiyatronun yeniden doğuşunun beşiği olmasına rağmen İtalya uzun bire süre boyunca tiyatro edebiyatına başyapıt düzeyinde eserler sunan bir ülke olmadı. Çünkü çok zengin anlatım olanaklarına ve büyük oyunculara sahip olmasına rağmen İtalyan tiyatrosu tüm 16 ve 17. yüzyıllar boyunca sözlü geleneğin bir parçası olmayı sürdürmüştü. Güçlü Commedia dell’Arte gruplarınca doğaçlama olarak sahnelenen oyunlar, tüm kıtada oyun yazarlarına ilham kaynağı olmasına rağmen 18. yüzyıla kadar İtalya oyun yazarlığı konusunda Fransız ve İngilizler kadar üretken olmayı başaramadmıştı. Ta ki Goldoni ortaya çıkıncaya kadar.
Goldoni oyun yazarlığı kariyerine başlangıçta doğaçlanmak üzere komedya senaryoları üreterek başlamıştı. Geleneğin içerisinden geliyordu ve onu çok iyi biliyordu. Zaman ilerledikçe bu işte o denli ustalaştı ki bir süre sonra Commedia dell’Arte ruhundan beslenen modern oyunlar yazmaya başladı: İki Efendinin Uşağı ve Yalancı gibi İtalyan tiyatro edebiyatının en önemli başyapıtlarından bazıları bu döneme aittir. Bir görüşe göre bu oyunlar Goldoni’nin Moliere etkisinde kaldığı döneme denk düşmektedir. Fransız tiyatro edebiyatının gelişiminde gezici İtalyan topluluklarının rolü bilinen bir gerçekliktir. Moliere ilk dönem komedyalarının çoğun, İtalyan oyunculardan izlemiş olduğu doğaçlama gösterilerin senaryolarından yararlanarak kaleme almıştı. Bu bağlamda Goldoni ile Moliere arasındaki benzerlikler tesadüf değildi. Ama unutmamak gerekir ki her iki oyun yazarı farklı yüzyılların insanlarıydılar; eserlerinin ortak bir teatral kaynaktan beslenmesinden kaynaklanabilecek üslupsal benzerlikler çok açık olmakla beraber oyunlarının dramaturjik bir analizi yapıldığında çok radikal farklılıklara da rastlanacaktır.
Her şeyden önce Moliere gelecekte dünya tarihine yön verecek bir sınıfın, burjuvazinin çocukluk dönemine tanıklık etmiş bir yazardı. Güçlü bir monarşik şemsiyenin gölgesinde, tüm toplumsal sınıflara eşit mesafeden bakan, eleştirel bir dramaturjiye sahip oyunlar yazmıştı. Onun oyunlarında henüz siyasi anlamda rüştünü ispatlamamış ticaret burjuvazisinin “sonradan görme” tavırları groteskleştirilerek alaya alınmıştır. Oysa Goldoni tümüyle ticaret burjuvazinin kalesi olan bir şehirde ve Aydınlanma fikirlerinin damgasını vurduğu bir çağda yazmaktaydı. Burjuvazi artık o “haylaz çocuk” değildi ve var olan sistemi değiştirmeye aday ateşli bir delikanlı halini almıştı. Çok daha Molieresk oldukları iddia edilebilecek ilk dönem oyunlarında bile ticaret burjuvazisinin temsilcilerine yönelik eleştirinin dozajı oldukça dengelidir. Rekin Teksoy’un İki Efendinin Uşağı’nın Türkçe çevirisinin önsözünde belirtiği gibi bu ilk dönem oyunlarında “sakin, iyimser, çelişkisiz bir çevre ele alınır. Mutlu sona ulaşılırken kimse kınanmaz, kimse cezalandırılmaz. Çünkü kişilerin tümü iyi yüreklidir, dürüsttür, hataları olsa bile bağışlanır türdendir.”
Başlangıçta Goldoni’nin, doğuştan gelen ayrıcalıklara ve rant ekonomisine sırtını dayamış aristokrasiye karşı, servetini kişisel girişimciliğine ve “çalışkanlığına” borçlu olduğunu iddia eden burjuvazinin yanında yer alması oldukça anlaşılır bir durumdur. Daha ilginç olan, burjuvazi hakkındaki görüşlerinin çok kısa sürede değişmiş olmasıdır. Giorgio Strehler’in de söylediği gibi, “Belirli bir andan başlayarak, kendini ‘yaşamasını bilen ticaret burjuvazisi’nden uzaklaştırmaya başlar; burjuvazi ona daha az erdemli, daha az yüceltici, aristokrasiyle daha az diyalektik karşıtlık içinde görünür. Burjuvazi, daha Fransız Devrimi’nden önce, kendi içine kapanmak düşüncesindedir; kof ve dar kafalı olur.” Bu bağlamda Yabanlar (Il Rusteghi-1760) kritik öneme sahip bir Goldoni oyunudur. Daha 10 yıl önce Kahvehane’de, Ridolfo karakteri özelinde çalışkanlığı, erdem sahibi oluşu ve dürüstlüğü ile yüceltilen burjuvazi, bu oyunda yerden yere vurulur. Kadınlarını esaret altında tutan, yiyip içmek ve tüketmek dışında hiçbir işle uğraşmayan, sanat ve kültür düşmanı unsurlar olarak çizilirler. Tabii “devrime ve kendi tarihsel rolüne ihanet eden burjuvazi” temasının en güzel örneklerinden birisi olgunluk dönemi eserlerinden sayılan Sayfiye üçlemesidir (Sayfiye Merakı-1761, Sayfiye Maceraları-1762 ve Sayfiyeden Dönüş-1763. Bu üç oyunun Piccola Tiyatro tarafından İKSV Tiyatro Festivali’nde sergilenen yorumuyla ilgili şu yazıya bkz. Bir Metafor Olarak Tatil Üçlemesi).
Özellikle bu son üçlemede Goldoni’nin eleştirisini yapmaya çalıştığı şey, Immanuel Wallerstein’in belirttiği gibi, tarihçilerin “burjuvazinin aristokratlaşması”diye bahsettikleri bir olgudur: “Görmeye çalıştığımız şey nedir? Hayatın belli bir uğrağında, bir takım nedenlerle, bir burjuvanın ‘aristokratik’ (…) rol adına hem kültürel tarzını hem de siyasal-iktisadi rolünü terk etmesi olgusudur. Bu olgunun geleneksel biçimsel simgesi, topraklı malikane elde edip, kent sakini (..) burjuvalıktan, kır sakini soyluluğa doğru bir değişim geçirmek oldu.” Üçlemede belli karakterler arasındaki diyaloglara dönüştürülen tartışmalar aslına bakılırsa tümüyle “burjuvazinin rolü ve ona ihanet edişi” ile ilgilidir. Burada Wallerstein’ın Weber’den esinlenerek kullandığı bir terminolojiye sadık kalarak konuşmamız gerekirse: “Kapitalist ahlakın lojiği ve psiko-lojiği arasında bir ayrım yaparak Weber’inkine paralel bir çözümleme yapmak istiyorum. Eğer işleyişin nesnesi sermayenin dur durak tanımayan birikimiyse, mantıksal olarak hep çok çalışma ve feragat kaçınılmazdır. (…)Kişisel tatmin için harcanan her kuruş, yatırım sürecinden ve dolayısıyla daha çok sermaye birikiminden bir kuruş eksiltmek demektir. (…) [bu durum]psiko-lojik olarak olanaklı değildir. Eğer herhangi bir kişisel ödül yoksa bir kapitalist, bir girişimci, bir burjuva olmanın ne anlamı vardır?” Sayfiye üçlemesinde, örneğin komedyanın iki “yaşlı adamı”, Filippo ve Fulgenzio arasında geçen diyalogların tümü bu eksende kurgulanmıştır; bu sahnelerde adeta kapitalizmin lojiği ve psiko-lojiği dinmek bilmeyen bir tartışma içerisindedirler.
Dolayısıyla Goldoni oyunlarının evrimi içerisinde başlangıçta (burjuvazinin henüz çok da ciddiye alınmadığı ve aşağılandığı Moliere oyunlarının aksine) burjuvazinin tarihsel rolü önemsenir ve onun bu role sahip çıkması beklenir. Ama ilerleyen aşamalarda burjuvazinin bu tarihsel misyonu sahiplenip sahiplenemeyeceği konusunda ciddi soru işaretleri oluşur.
Goldoni’nin eserlerine damgasını vuran bu dramaturjik çerçevenin, bir Osmanlı Ermeni yazarının, Hagop Baronyan’ın oyunlarına nasıl etki ettiğini sonraki yazımızda analiz etmeyi deneyelim.