Yaşam Kaya
Türkiye’de son beş aydır tiyatro adına yaşanılan olaylar çığırından çıkmışken bir kötü haber de Kıbrıs’tan geldi. Lefkoşa Belediyesi’nin iflası, Belediye Başkanı Cemal Bulutoğulları’nın 90 gün zorunlu izine çıkarılması ve Bakanlar Kurulu kararı ile Lefkoşa Kaymakamı Kemal Deniz Dana’nın başkanlıkla görevlendirilmesinin ardından alınan tasarruf kararlarının başında KKTC’nin en köklü sanat kurumlarından olan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun kapatılmasına karar verildi. Barışın bir türlü gelmediği adada, Kıbrıs’ın tek hâkimi konumunda Avrupa Birliği’ne giren Rum yönetimini dahi şaşkınlığa uğratan karar sonrası deyim yerindeyse Avrupa basınına rezil olmuş durumdayız.
Türkiye’de, İstanbul Şehir Tiyatroları’na İstanbul Belediye Meclisi tarafından alınan karar doğrultusunda darbe indiren zihniyet, ‘muhafazakâr’ gücü ‘faşist’ egemenliğin yasal dayanağı zannedip ülkenin bir diğer köklü sanat kurumu Devlet Tiyatroları’nı özelleştirmeye, kapatmaya kalkışmışken, Kıbrıs’tan bizim sanat düşmanlarını kıskandıracak bir haber geldi. Bizdeki yerel yönetimlerin cesaret edemediği ‘tiyatro kapatma’ kararı, Kıbrıs adasında kanun hükmünde kararname ile uygulanmış durumda.
Kıbrıs benim için çok özel bir yer. İki hafta önce adada kısa tatildeydim. İki sene önce de Kıbrıs’ın Rum kesimi beni ‘Amatör Tiyatro Festivali’ne davet etmiş, Limbya Köyü’nde Komünist Akel Partisi’nin davetiyle muhteşem tiyatro şöleni gerçekleştirilmişti. Kuzeydeki Türkiyelilerden şimdiye dek teatral davet alamadım, orası ayrı soru işareti?! Adayı bütün olarak düşündüğümüzde, iki halkın tiyatro ile bağının son derece güçlü olduğunu görüyoruz. Uluslararası festivaller, devletin ve yerel yönetimlerin kurduğu tiyatro toplulukları Akdeniz’in ortasındaki kara parçasına büyük bir ışık. Ama gelin görün ki, İngiliz sömürgecilerin dahi cesaret edemediği tarihsel leke Kıbrıslı Türklerin üzerine bulaşmak üzere. Kendisini faşist Hitler’le eş değer tutan devletin bir kamu görevlisi, tiyatrolarda komünist propaganda yapıldığını da söyleyerek, 32 yıllık tiyatronun kapısına kilit vuruyor. Maddi zorluk çeken belediyenin başına oturan bu gerici zihniyet, attığı adımla Türkiye’deki sanat düşmanlarına göz kırpıyor.
Kıbrıs’ta yaşanılan tiyatro olayını yabana atamayız. Bugün Türkiye’nin içinden geçtiği günlerde böylesi kapatma kararı emin olun birçok kişiye emsal oluşturacak, ülkenin sanat kurumlarına darbe indirmek isteyenlerin önünü açacak. Tarihsel bağlarla Roma döneminden günümüze değin getirdiği kültürel hazinelerle canlılığını koruyan Kıbrıs adasının teatral geçmişini kaymakama anlatmak lazım. Gerçi o yaşadığı kara parçasının tarihini bizden iyi biliyordur. Shakespeare’den Namık Kemal’e kadar dünya sanat arenasında yer alan yazarların Kıbrıs’la ilgili yazdıkları, adanın savaşlarla geçen yıllarında ortaya çıkan tiyatro konuları dünyanın dört köşesinde sahneleniyor. Gelin görün ki, Kıbrıs’ın tarihi dünyadaki insanlara sanatsal ayrıcalıklar sunarken, adada yaşayan Türkiyeliler bu ayrıcalığı yok etmek üzereler. Elbette bir kaymakamın yaptığını tüm halka mal edemeyiz; fakat yönetimin atadığı ismin Kıbrıs’ın ilk belediye tiyatrosunu kapatma kararı almasını ülkedeki siyasi konjonktürün yansıması olarak düşünmeliyiz. ‘Yavru’ diye adlandırdığımız ada, ‘Ana Vatan’ diye baktığı Türkiye’den fazlaca etkilenmiş. Etki öylesine büyük ki, gericilikte ipi göğüsleyen kendisi oluyor.
Cehalet şu anda Türkiye’deki halklara dayatılan en büyük tehlike. Kültürel değerlerden mahrum bırakılan insanları kandırmak, yönlendirmek, biat ettirmek çok kolay. Söylediklerimi Kıbrıs için de düşünmeliyiz. İnsanları bilinçlendirecek sanat kurumlarının birer birer sönmesi demek, kültürel bağların, tarihsel bütünlüğün yok olup gitmesi anlamına gelir. Belleğini yitirmiş toplumların, halkların dünyadaki konumlarına baktığımızda, karşımızda duran gerçeğin ne denli korkunç olduğunu anlarız. Türkiye’nin daha sonra Kıbrıs’ın günden güne yobaz düşüncelere teslim oluşu hepimiz için tehlike çanlarının çaldığına işaret ediyor!
Yazının sonunda Kıbrıs’ta geçen bir tiyatro trajedisinden bahsetmeliyim. Shakespeare’in dünyaca ünlü oyunu ‘Othello’nun büyük bölümü Kıbrıs’ta geçer. Konuda siyahî ırktan olan kahraman, dünyalar güzeli karısı Desdemona’yı kıskançlığından elleriyle boğarak öldürür. Çirkin görünümlü Othello kalbinin pisliğini kötü biçimde gösterir. İşte Kıbrıs’taki bir başka Othello kıskançlığından, cehaletinden güç alarak, dünyalar güzeli tiyatro kurumunu elleriyle boğarak tarihe gömüyor. Olaya seyirci mi kalacağız? Shakespeare’in oyununu izler gibi, Desdemona öldükten sonra oturduğumuz koltuklardan sahneyi alkış yağmuruna mı tutacağız?
Karar sizin…