İlker Yasin Keskin
Geçtiğimiz günlerde kalbur üstü diyebileceğimiz bir devlet okulunda çalışan bir Fransızca Öğretmeni beni aradı. Kendisi geçen sene Molière Efendi’yi Fransız Kültür Merkezi’nde izlediğini; çok beğendiğini ve bu oyunu mutlaka okuluna getirtmek ve öğrencileri ile buluşturmak istediğini söyledi. Ben de bu oyunumuzun Selam Sana Shakespeare ile birlikte bir gençlik tiyatrosu örneği olduğunu ve zaten bu türden okul organizasyonları yaptığımızı söyledim. Çok sevindi. Maya Sahnesi’ne davet ettim. Oraya geldi ve tanıştık. Shakespeare’den de bahsettim kendisine. Oyuna canlı müzik eklediğimizi; akşam oyunlarında canlı müzik eşliğinde bu oyunu oynadığımızı anlattım. Kendisini oyuna davet ettim. Kabul etti ancak aklı hep Molière Efendi’‘deydi doğal olarak. Önce kesinlikle Molière’i daha sonra Shakespeare’i getirtmek istediğini belirtti. Hatta acaba ne kadar süre sonra Shakespeare’i getirsek vs. gibi organizasyon üzerine zevkli düşüncelere daldığı oluyordu. Hemen o gün okul idarecileri ile bir görüşme ayarladı. Okula gittim. Görüşmede müdür, müdür yardımcısı, bir veli, rehberlik sorumlusu ve bahsettiğim Fransızca Öğretmeni vardı.
İşte aşağıda okuyacağınız satırlar çok yakın bir zamanda yaşanmış bu görüşmede geçen diyalogları içermektedir. Diyaloglar üç aşağı beş yukarı böyle yaşanmıştır. Aynen aktarmaya çalıştım. Buyrun…
Müdür: Hoş geldiniz.
Ben: Hoş bulduk. Öncelikle kendimi tanıtayım. Ben İlker Yasin Keskin. Boğaziçi Fizik Öğretmenliği mezunuyum. İstanbul Üniversitesi’nde Tiyatro yüksek lisansı yaptım. Hem eğitimciyim hem de tiyatrocuyum diyebilirim. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’na (BGST) bağlı Tiyatro Boğaziçi’nde tiyatro yapıyorum. BGST/ Tiyatro Boğaziçi, Boğaziçi Üniversite’sinde sanatla haşır neşir olmuş insanların mezun olduktan sonra kurduğu 16 yıllık bir topluluk… Müdür bey… Şimdi bizim diğer oyunlarımızın yanında iki tane gençlik tiyatrosu oyunumuz var. Yanlış anlamayın. Çocuk tiyatrosu değil. Biz bu oyunları ilköğretim altıdan itibaren tüm öğrencilere yönelik hazırladık. İkisinin de M.E.B. izni var. Molière Efendi daha hareketli ve doğrudan komedi olduğu için ilköğretim dört ve beşler dahi rahatlıkla izleyebiliyorlar. Biz bu oyunlarda tiyatro ve edebiyat sanatının iki büyük ismi olan Molière ve Shakespeare’i tanıtıyoruz. Hayatlarını ve sanatının özelliklerini anlatıyoruz. Eğlenceli belgesel veyahut alternatif ders faaliyeti diyebiliriz. Molière Efendi üç senedir, Selam Sana Shakespeare iki senedir pek çok okulda oynandı. Ve bu sınavların hepsini başarıyla tamamladı. İşte bunlar da referans listemiz…
Müdür: Şimdi,bu ticari bir faaliyet tabi. Sizin ekibiniz altı kişi. Buradan sizi memnun edecek bir gelirle ayrılmanız gerekiyor doğal olarak. Bizim öğrenciye bilet satmamız gerekir. Ancak okulumuzda böyle faaliyetlere ilgi çok düşük.
Ben: Fakat müdür bey, bir öğretmenimiz organizasyon yapacağını söylüyor. Oyunumuzu izlemiş, beğenmiş…
Fransızca Öğretmeni: Ben oyunu izledim… Çok beğendim müdür bey. Bu oyun doğrudan öğrencilere yönelik ve çok eğitici… Üstelik benim girdiğim tüm derslerde öğrenciler böyle bir oyunun gelmesini çok istiyorlar. Bizzat kendileri dillendiriyor bunu.
Müdür: Doğrudur hoca hanım. Ama ben geneli için şey ettim. Bakın okulumuzdan bu oyun için yüz kişi bulmak zor olur. İki yüz kişi ise imkansız diyeyim.
Fransızca Öğretmeni: Olur mu müdür bey. Benim öğrencilerimi toplasanız zaten o kadar ediyor. Hepsi gelirler.
Müdür: Gelmezler hocam, gelmezler. Siz yenisiniz, okulumuzu tam tanımıyor olabilirsiniz… Öğrencilerin gelir durumunu da düşünün. Bilete para vermek istemezler.
Ben: Müdür bey. Beni buraya … hocam davet etti. O bu oyunu istiyorum diyor ve seyirci bulabileceğini söylüyor…
Müdür: Doğrudur ama dediğim gibi gerçekten zor olur. Sizi memnun edecek bir seyirci sayısına ulaşamayız. Üstelik sizden kira bedeli de almak durumundayız.
Ben: Nasıl yani, salon okulun değil mi? (Okulun çok güzel bir salonu var bu arada…)
Müdür: Biz salonu kira bedelini alıyoruz bütün faaliyetlerden.
Ben: Müdür bey, anlıyorum… Ama bakın herhangi bir oyunumuzu getirelim demiyorum. Biz doğrudan gençleri ilgilendiren iki isimden bahsediyoruz. Molière ve Shakespeare… Çocukların doktor da olsa mühendis de olsa bilmesi gereken isimlerden bahsediyoruz… Bu isimleri derslerinde de görüyorlar. Hedef kitlesi doğrudan okulunuzun gençleri olmayan herhangi bir oyunumuzu getirelim demiyorum ki… Belki de temel eserler arasında adları geçen insanları okulunuza getirelim diyorum.
Müdür: Tamam, tamam… Şöyle yapalım. Öğretmen arkadaşlarımız bir nabız yoklasın. Bir sayı çıkarsınlar. Hocam siz bir nabız yoklayın o zaman. Bir liste çıkarın… Ona göre karar veririz.
Veli: Molière tabi istemeyebilir öğrencilerimiz. (Elinde Molière program dergisi var. Oradan Molière ‘in Fransız olduğunu görüyor sanırım…)
Ben: Nasıl?
Veli: Öğrencilerimiz bu konuda çok hassaslar. Fransa boykotu var biliyorsunuz.
Rehberlik Sorumlusu: Gerçi Molière demiyorlar. Molière Efendi diyorlar. Efendi lafı var… Belki oradan yırtabilir… Hahaha!
Gülüşmeler…
Veli: Mesela oğlum beni aradı bugün. “Anne kesinlikle marketten Fransız malı alma!” diyor. Gerçekten…
Müdür: O yasa meclisten geçince tabi. Pek doğal olarak…
Veli: Ne yazık değil mi? Nasıl böyle bir şey yapabilirler…
Müdür: Üstelik koca meclisten kırk küsur kişi ile yasa çıkardılar.
Veli: Ne kadar doğal bir tepki değil mi müdür bey? Kendiliğinden toplum olarak tepkimizi ortaya koyuyoruz…
Müdür: Tabi canım. Yani halk olarak kendiliğinden bir tepki veriliyor. Şey o zaman biz Molière’i yapmayalım. Shakespeare’i alalım.
Ben: Nasıl? (Gülüyorum…) Dört asır önce yaşamış bir insanın ne günahı var canım…
Müdür: Yo, hayır… Onu demek istemiyorum. Bizim öğrencilerimiz biraz duyarlıdır bu konularda… Gelmek istemeyeceklerdir.
Veli: Tabi, tabi…
Fransızca öğretmeni hariç herkes onaylıyor.
Fransızca Öğretmeni: Müdür bey ben bu ortamdan çok rahatsız oldum. Olayı siyasete çevirdiniz. Sanatsal bir faaliyetten bahsederken nerelere geldik. Bu tavırlarınızı hiç doğru bulmuyorum… Şunun şurasında okula iki tane oyun getireceğiz. Onu konuşurken konu nerelere geldi.
Veli: Sakin olun hoca hanım. Lütfen siyaset değil bu milli bir his. Milli bir his… His bu… Duygu…
Fransızca Öğretmeni: Lütfen sözümü kesmeyin … hanım! Benim bir sürü Fransız arkadaşım var. Onların hiç biri Fransa devletinin aldığı kararı onaylamıyor. Tutup da herkese fatura kesmek… İnanılır gibi değil…
Veli: Hocam sakin olun. Bakın biz burada…
Fransızca Öğretmeni: Hayır sözümü kesmeyin lütfen… Bakın oğlunuz … derslerimi sabote edip duruyor zaten… Branşım Fransızca ya; aklı sıra dersimi sabote etmek istiyor… Ben de güya hoş görülü davranmaya çalışıyorum. Onu anlamaya çalışıyorum… Ama yok bundan sonra kesinlikle dersimi bir daha sabote etmesine izin vermeyeceğim.
Müdür: Hocam…
Fransızca Öğretmeni: Müdür bey sizi de anlamıyorum. Bir kere biz buraya gayet heyecanlı bir şekilde güzel bir organizasyon için geldik. Sizin dediğiniz şeylere bakın. Öğrencilerimiz istemezmiş falan. Yok öyle şey efendim. Benim iki yüze yakın öğrencim var bu okulda ve hepsi de istekliler diyorum dinlemiyorsunuz… Molière’in Fransız olmasından dolayı organizasyondan vazgeçiyorsunuz..
Rehberlik Sorumlusu ve Müdür Yardımcısı: Hocam espriydi o sadece…
Fransızca Öğretmeni: Nasıl bir espri anlamadım. Burada o espri yüzünden oyun iptal ediliyor…
Ben: Hocam. Bir saniye… Ben müdür beyin şöyle demek istediğini anlıyorum. Bu ateşli gündemde öğrenciler Molière’e tavır koyabilir. O yüzden Shakespeare’i alalım diyor. Biraz gündem değişince Molière’i de getirtebiliriz.
Müdür: Gündem değişince mi? Ah! Biz bu olayı unutursak artık hangi insani değerimiz kalır ki… Unutmak yok… Unutmak yok…
Fransızca Öğretmeni: Bakın ben bu tavrınızdan çok rahatsızım müdür bey…
Müdür: Hocam lütfen düzgün bir üslupla konuşun.
Fransızca Öğretmeni: Ben düzgün konuşuyorum zaten. Siz siyaset yapıyorsunuz.
Müdür: Hocam asıl siz siyaset yapıyorsunuz… Asıl siz siyaset yapıyorsunuz! Konuyu nerelere getirdiniz? Bakın ben buraya bir oyun izlediniz, beğendiniz ve getirmek istiyorsunuz diye biliyordum ama…
Ben: Evet öyle zaten!
Müdür: Tamam öyleymiş. Ama siz olayı siyasete çevirdiniz hoca hanım…
Fransızca Öğretmeni: Kim ben mi? Burada Molière’den bahsederken olayı Fransa’nın soykırım yasası gündemine getiren sizler oldunuz…
Müdür: Tamam İlker Bey… Biz bu iki oyunu da okulumuzda istemiyoruz. İsteyenler sizin sahnenize gelip izlesinler. Teşekkürler…
(Gülerek olay mekanından ayrılıyorum…)
Fransızca Öğretmeni ile okul çıkışında sohbet ettik. Olaydan ötürü morali çok bozuktu. Kendisine moral vermeye çalıştım. Ertesi gün Maya Sahnesi’nde oynadığımız “Selam Sana Shakespare”‘e de geldi. Oyun üzerine sohbet ettik. Ama aklı hep o yaşadığımız görüşme fiyaskosundaydı. Okula ilk girdiğimde bazı öğrencileri ile tanıştırmıştı. Onların böyle bir faaliyet için nasıl istekli olduğunu ben de görmüştüm. Okulun kocaman salonu ile bu organizasyon için hiç bir alt yapı sorununa sahip olmadığını söylüyor; organizasyonu böyle bir okulda yapamamanın mucize olduğunu ve o mucizenin yaşandığını anlatmaya çalışıyordu… Öğrencilerin bu okula sınavla girdiğini söylüyor ve çoğunun ailesinin halinin vaktinin yerinde olduğunu anlatıyordu. Müdürün en baştan öğrencilerin isteksiz olacağını söylemesinin, maddi durumlarının yeterli olmadığını ima etmesinin gayet yersiz ve gerçekle ilgisinin olmadığını söylüyordu.
Peki biz bu oyunlarımızı neden öğrenciler ile buluşturamadık? Sorunun cevabı yukarıdaki sahne metninde var zaten…
6 yorum
Edebiyat öğretmeni komşumun anlattığı bir anektodu aktarmak isterim. Aynı okulda çalıştığı yine edebiyat öğretmeni olan, kendini “ulusalcı” olarak tanımlayan bir arkadaşıyla şöyle bir diyalog geçiyor aralarında:
– Bu sene Servet-i Fünun dönemi edebiyatını anlatmayacağım. Tanzimattan Milli Edebiyat’a geçeceğim direkt olarak.
– Neden?
– Servet-i Fünun dönemi Fransız etkisi altındadır.
Bir tiyatro oyununda kullansak bu sahneyi, “çok abartmışsınız” diyenler çıkacaktır, eminim…
Milliyetcilik, maalesef her platformda cirkin yuzunu gosteriyor ulkemizde.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ve müdürün tek otorite oldğu bir okulda yaşanan bu olayı bu denli detaylıca anlatarak umarım Fransızca hocasının geleceğini riske atmamışsınızdır.
Effeminate_guy ın yorumundan yola çıkarak bu okul Milliyetçi değil tamamen AKP zihniyetinin hüküm sürdüğü bir okuldur. Bahsettiğiniz tiyatro salonu da her ne kadar okul içerisinde olsa da AKP’li belediye ile ortak kullanılmaktadır. Böylece Okul içerisinde AKP pankartlı afişli toplantılar da yapılabilmektedir. Okulda yabancı dil olarak arapça da yer almakta ve teşvik edilmektedir. İmam hatip dışında arapça dersleri olan tek lise dengi okuldur sanırım. Bu sosyal bilimler okulu adeta normal lise ile imam hatip arası bir ara formül üzerine temellendirilmiştir. Müdür odasına girdiğinizde sizi çarşaflı hanımların yer aldığı bir duvar fotoğrafı karşılar (Hala duruyorsa) Bu fransız karşıtlığı milliyetçi tavırdan değil güne uygun davranan oportünist AKP’nin güncel tavrındandır. Yetmez ama evetçiler için de ideal bir model olsa gerek çünkü ne imam hatiptir ne normal lisedir :)))
Ercan Duran’a cevap: Basına rezil olmayı göze alıyorlarsa öğretmen arkadaşın geleceği ile oynasınlar. Hadi bakalım!
Basını bir tehdit aracı, unsuru gibi sunum leklinizi doğru bulmuyorum. Basının kendi içindeki köşe taşı kişiler kendi yaralarına merhem olamıyorken, kendileri birer birer içeri atılıyorken ve içeri atılan arkadaşlarına sahip çıkamıyorken kurtaramıyorken basının kimsenin arkasında duracak hali kalmamıştır. En fazla haber yapılır geçer gider. Basına rağmen 13 yaşında kızın tecavüzcüleri bırakılmadı mı? Basına rağmen suçlu polisler bırakılmadı mı? Bu Fransızca hocas da berbat koşulları olan bir yöreye sürülür basın çok çok haber yapar ve ne müdüre bir şey olur ne de o hoca geri döndürülür. Basın dördüncü kuvvet olma hakkını çoktan kaybetti kendi meslektaşlarına bile sahip çıkamayarak ve topluma sırtını dönerek. Hoş gerçi ikinci ve üçüncü kuvvetler de hükmünü yitirmişken dördüncü kuvvet yitirmiş çok mu…