Hamburg’da Göçmen Tiyatrosu (1): İstasyon Tiyatro

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi-Geçtiğimiz yıl yirmi birinci kuruluş yılını geride bırakan İstasyon Tiyatro-İletişim 2011 yılına Muzaffer İzgü’nün aynı isimli öyküsünden uyarlanan “Sınır” isimli oyunla başladı. Ön oyununda Fatma Kurt, İbrahim Arslan ve Murat Tosun’un yer aldığı oyun, Caner Şakar ve Mahmut Erdinlig tarafından başarıyla sahnelendi. “Sınır”ın sahneye konma çalışmaları sırasında tanıştığımız, yakınlaştığımız oyunun rejisörü Serap Sadak ve oyunun dekorcusu, ses ve ışık teknisyeni Olgay Sadak ile yaptığımız kişisel konuşmalarda, sohbetlerde, yavaş yavaş Hamburg’daki Türk-göçmen tiyatrosunun çeyrek yüzyıllık tarihinin şekillenmeye başladığını fark ettik. Yeniden canlanmaya, şekillenmeye başlayan bu tarihin, bilginin yeniden unutulup gitmesine izin vermemek, kayda geçirmek zorunluluğu bizi oyundan sonra konuşmaların kayıt edildiği bir sohbette buluşturdu. Sabine Adatepe’nin de katıldığı ve zaman zaman sorularıyla ve yorumlarıyla katkıda bulunduğu bu iki saatlik buluşmada Sadak çiftiyle 1969’dan bu güne Hamburg’daki Türk-göçmen tiyatrosunun hikâyesi hakkında sohbet ettik, söyleşi yaptık. Aşağıda okuyacağınız metin bu sözlü aktarımın bir bölümünün yazı diline uyarlanmış halidir. Burada okuyacaklarınız, Serap ve Olgay Sadak’ın Hamburg’daki amatör tiyatronun tarihçesi ve bugünkü durumu ile İstasyon Tiyatro-İletişim’in kuruluşu ve gelişmesi üzerine aktardıklarıdır.  Sadaklar’ın Hamburg’daki ikinci kuşak Türk tiyatrosu ve Hamburg’daki tiyatro seyircisi üzerine aktarımları ve yorumları ise bir başka çalışmada daha detaylı üzerinde durulmak üzere geriye bırakıldı, buraya alınmadı.

***

Sevgili Serap Sadak, sevgili Olgay Sadak, “Sınır”ın sahnelenmesi aşamasında birçok kez gerek, İstasyon Tiyatro-İletişim’in kuruluşu ve bugüne gelişi olsun, gerek Hamburg’daki tiyatro üzerine, gerekse diğer tiyatro gruplarının çalışmaları üzerine olsun ilginç konuşmalar, sohbetler yaptık. Bugün burada bir araya gelmemizin amacı daha önce konuşmuş olduklarımızın kayda geçirilmesi, bir anlamda canlı tarih yazımı yapmak. İsterseniz söyleşimize sizin de kurucuları arasında yer aldığınız Hamburg’un en eski tiyatrosu İstasyon Tiyatro-İletişim’le başlayalım. İstasyon’un kuruluş aşamasını bizlere anlatır mısınız; İstasyon Tiyatro-İletişim nasıl kuruldu, ne zaman kuruldu, ilk oyun hangisiydi?

Serap Sadak: Hamburg Türk Toplumu’nda ikinci başkanlık yaptığım dönemde TGH’nın bugün içinde bulunduğu binaya, Haus 7’e geçtik. Burada yer imkânımız genişlediği için çalışma grupları kuralım diye düşündük. Velilere yazılı soru formları gönderdik, geriye dönüşümlerde en çok istek folkloraydı. Sonra tiyatro ve koro geliyordu. Folklor grupları birçok dernek ve kuruluşta yeterince vardı. Böylece biz de koro ve tiyatro üzerinde yoğunlaşmaya karar verdik. O dönemde zaten küçük bir koromuz vardı, tiyatroya ise böylece başlamış olduk. İlk başladığımızda ne kadar büyük bir işin içine girdiğimizin bilincinde değildik. İlk olarak bize tiyatro için gelenlerle doğaçlama çalışmaları yaptık. Naci Özaslan arkadaşımız bize bu konuda çok yardımcı oldu. İlk çalıştırıcımız odur. Bir iki sene kadar doğaçlama çalışmalarıyla geçti. Seyirci önüne çıkmaya hazır olduğumuzu düşündüğümüzde, ilk olarak Muzaffer İzgü’nün kısa bir hikâyesinden uyarladığımız “Başbakan Deli mi?” adlı oyunumuzu sergiledik.

Olgay Sadak: Biz burada, Hamburg’da ilk olarak 1971’de, daha Serap gelmeden önce bir tiyatro gurubu kurmaya çalıştık. Neriman Arkoç’la, tiyatrocudur kendisi, bir oyun yapmaya çalıştık. „Yağmurcu“yu oynayacaktık. Fakat çeşitli sebeplerle bir türlü gerçekleştiremedik. İşte, amatör grupların kaderi; birinin işi oluyor, diğerinin başka bir işi oluyor derken insanlar sıkılıyor, bırakıyor. Oyun kaldı. Seneler sonra 1989’da tekrar bu grup kurulurken kurucular arasında yer aldık. Naci Özaslan, Ferahmuz Sancar vardı aramızda. Fakat onlar olaya daha profesyonelce yaklaştıkları için bizim amatörlüğümüze pek sıcak bakmadılar, ayrıldılar. Biz devam ettik.

O zamanlar bir ismimiz de yoktu, sadece tiyatro gurubuyduk. İlk oyunumuzu sahneleyeceğimiz zaman kendimize bir isim aradık ve İstasyon Tiyatrosu ismini aldık.

İlk oyun sahneleme teşebbüsümüz Oktay Arayıcı’nın “Batakhane Gülü” idi. O sırada tesadüfen Hamburg’da bulunan Ali Sinan isimli bir rejisör arkadaşımız -kapıdan bakanı içeri çeviriyordu oyuncu yapmak için, öyle bir zaman da yaşadık- oyunu hazırlıyordu. Uzun ve tiratları çok olan bir oyundu, gerçekleşmedi. Yılmadık, “Başbakan Deli mi?”yi yapalım dedik. Cengiz Tanınlı arkadaşımız oyunu sahneye koydu, Serap da reji yardımcısıydı. Böylece başlamış oldu bizim tiyatro maceramız.

Serap Sadak: Reji asistanlığı da yaptım, metinleri de geliştirdim.

Olgay Sadak: On dakikalık oyun çıkacak kısa bir hikâyeydi, biz onu bir saate çıkardık. Özal döneminin güncel olaylarını anlatıyorduk.

Serap Sadak: O zaman papatyalar dönemiydi, onları da içine serperek Millet Meclisi’ndeki olayları eleştirdik; guguk devleti değiliz, hukuk devletiyiz sözlerinin geçtiği bir oyundu. İlk oyunumuz oydu. Fakat çok ilkel şartlarda başladık. İki bina öteden, çatıdan, sahneler taşınıyordu, ışıklarımız yoktu, gidip kiralanıyordu, bu ışıklar da yerden konduğu için gölgeler daha çok oluyordu.

Olgay Sadak: Oyunu Hamburg’da değişik semtlerde ve Kiel’de, sanırım, on, on bir defa sahneledik. Aslında daha da oynayacaktık. Fakat amatör tiyatronun kaderi, kalabalık bir kadro olunca çıkan birinin yerine başka birisini koymak zor oluyor. Bir de Serab’ın da dediği gibi, çok zor şartlardı. Ben Cuma günü işten çıktıktan sonra [Hamburg’un dış semtlerinden] Bergedorf’a gidip ışıkları kiralıyordum, arabaya yükleyip getiriyordum. Pazartesi geri vermek için de saat 10’a, 11’e kadar ışıkları kiraladığımız yerin açılmasını bekliyordum, işe gidemiyordum. Sonra yavaş yavaş kazandığımız paralarla ışıklarımızı almaya başladık. Bugün Haus 7’de gördüğünüz ışık sistemi tümüyle bizim oyunlardan elde ettiğimiz gelirlerle yapıldı. Bir de son zamanlarda binanın bodrumunda bir yerimiz oldu, orayı da yine oyunlardan gelen kazançla bugünkü haline, kullanılabilir duruma getirdik. Bunların hepsi bugüne kadar gelmiş geçmiş oyuncuların, emekçilerin katkılarıyla oldu, elde edildi.

Bu ilk oyunu hangileri izledi, şimdiye kadar hangi oyunları sahnelediniz, son oyununuz „Sınır“ oldukça başarılı oldu, bunu hangi oyun takip edecek?

Serap Sadak: İlk oyunumuz dediğimiz gibi rejisörlüğünü Cengiz Tanınlı’nın yaptığı “Başbakan Deli mi?” (öykü: Muzaffer İzgü) idi. Onu rejisörlüğünü Zarif Zeki Şahin’in yaptığı “Aynalı Aynasızlar” (öykü: Aziz Nesin) izledi. Zarif Zeki Şahin öğretmenliğe başlayınca bizden ayrıldı. Ondan sonra Demir Gökgöl üç oyun sahneye koydu: “Evcilik Oyunu”(öykü: Adalet Ağaoğlu), “Kadıncıklar” (öykü: Tuncer Cücenoğlu) ve “Hadi Öldürsene Canikom” (öykü: Aziz Nesin). Demir son olarak “Yangın Yerinde Orkideler”e (öykü: Mehmet Baydur) başladı, fakat hoşlanmadığı için devam etmek istemedi, oyunu bir başka arkadaşımız, Umut Sinan Zor, sahneye koydu. Umut Sinan Zor ikinci olarak da “Kadınlık Bizde Kalsın”ı (öykü: Yılmaz Erdoğan) sahneledi. “Yangın Yerinde Orkideler” ile “Kadınlık Bizde Kalsın” oyunları arasında bir de Mete Tril’in tek kişilik bir şov’u, “Metetrix” yer aldı.

2005 yılında ben ilk olarak tekstlerini Celil Denktaş’ın hazırladığı “Bir Garip Akşam”ı sahneye koydum. Sonra bunu 2006’da Mehmet Baydur’un “Düdüklüde Kıymalı Bamya”sı izledi. Şimdiye kadar, “Sadece 1457 Kupon“(öykü: Ayşe Kulin), “Çin Kelebeği” (öykü: Mehmet Baydur) ve “Sınır”ı (öykü: Muzaffer İzgü; Ocak 2011) sahneye koydum. Şimdi ise “Gözü Kara Alaturka” isimli bir oyun üzerinde çalışıyoruz.

Bunların yanı sıra, 2007 yılından beri Telat Yurtsever’in kurduğu Company Hamburg ile birlikte, ortak yapımımız olan “Bilder einer Immigration”un [Bir göçün resimleri] sahnelenmesinde yer alıyoruz.

Bizlere “Bilder einer Immigration” üzerine biraz bilgi verebilir misiniz; sizler bu oyunla “Denizli Festivali”ne de katılmıştınız?

Serap Sadak: Telat arkadaşımız bizler için parasal bir karşılık beklemeksizin workshop’lar düzenliyordu. Bir hafta sonu Extertal’da bir workshop çalışması sırasında ne yapabiliriz, ne edebiliriz diye konuştuk. O konuşma sırasında Telat, aklında “Bilder einer Immigration” isimli konuşması az, beden dili yoğunluklu bir oyun olduğunu söyledi ve sonuçta Kulturbehörde’ye [belediyenin kültür dairesi]finansal destek için başvurmaya karar verdik. Başvuru kabul edildi ve oradan alınan parayla “Bilder einer Immigration” sahnelendi. Fakat oyunun hazırlık aşamasında çok kadro değişikliği oldu. Telat arkadaşın o sıkı yöntemine bazı arkadaşlar dayanamadılar. Çünkü Telat çok disiplinli ve kendi sözü dinlensin, uygulansın istiyor. Ben çok hak veriyorum. Fakat o tarzı bazı arkadaşlar kaldıramadılar. Ayrılanlar oldu, yeni gelenler oldu. Kadro yenilendi. Yeni sahneler eklendi. Sonuçta biz bu oyunla Almanya’yı temsilen “Denizli Amatör Tiyatrolar Festivali”ne katıldık. Bayağı ilgi gördük. Tabii çok keyifli bir şey oldu bizim için. Hem bir festivalde olmak, hem başka tiyatro gruplarıyla tanışmak…

Türkiye’de olsun, Almanya’da olsun veya bir başka ülkede olsun, başka festivallere de katıldınız mı?

Serap Sadak: Bu ilkti. Biraz da Telat’ın itelemesiyle kakalamasıyla oldu zaten. Bizde bir şey eksik; bizi iteleyecek kuvvet eksik galiba. O kadar insanı toplayıp belli bir tarihe karar vermek, karar verdikten sonra o tarihin tutulabilmesini sağlamak, çok zor!

Olgay Sadak: Evet, en büyük sorun o!

Serap Sadak: Küçük kadrolu oyunlarla daha kolay oluyor. “Bilder einer Immigration”u 1 Mayıs’ta Lübeck’te de oynadık. Göç sahneleri olduğu için, sahne sahne, yeni bir şey ilave edilebiliyor. Lübeck’te de oyunun sonuna 1 Mayıs işçi hareketi ile ilgili bir oyun ekledik. Devamlı gelişebilecek bir oyun.

Olgay Sadak: Aynı şekilde Politbüro’da [Hamburg] da oynadık. Önümüzdeki ay Kiel’de, Kiel Eyalet Parlamentosu’nda oynayacağız. İşte en büyük sıkıntı böyle bir yerlere gitmede, katılmada ortaya çıkıyor. Böyle şeyler uzun vadeli olur. En azından 6-7 ay önceden, hatta bir sene önceden tarihleri belirlemek lazım. Oyuncular o zaman diyor ki, “iznim var mı, yok mu, bilmiyorum!”. Hepsi çalışan insanlar oldukları için işlerini bırakıp da oyun için gelmelerini isteyemeyiz. İşte Telat’ın dürtüklemesiyle bu “Bilder einer Immigration”u yapabildik; onda bile son ana kadar kimin Türkiye’ye gidebileceği, kimin izin alabildiği, kimin alamadığı tam belli değildi. Onun için uçak biletleri sorun oldu. Kimisi son günlere kaldığı için çok pahalıya bilet bulabildi ki uçak biletlerini de herkes kendisi cebinden ödedi, orada da bir fedakârlık vardı. Denizli Belediyesi sadece bizim orada bir hafta barınmamızı sağladı. Bazı arkadaşların hemen işlerine geri dönmeleri gerekiyordu, kaça bulurlarsa aldılar biletlerini, kimi arkasına tatil ekledi, ucuza getirmiş oldu. Simdi Kiel’de aynı sorun var. Bir arkadaşımızın izni var, burada değil, yerine bir başkasını bulmamız gerekiyor. Kalabalık kadroda hep bu sıkıntı oluyor.

Serap Sadak: Oyun çıkma dönemi uzuyor, çünkü insanlar gelmiyorlar. Gelmeyince de iş uzuyor. Şimdi sahneye koymaya hazırlandığımız “Gözü Kara Alaturka”da öyle bir şey oldu ki, kadro kalabalıktı, ikişer kişi hazırlanalım dedik. Sonra o geldi, bu gitti, şu bıraktı, neredeyse iki sene oldu. Şimdi diyoruz ki son arkadaşlarla bu oyun çıkacak!

Oyuncuları nasıl seçiyorsunuz?

Serap Sadak: Genelinde herkese açığız. Internet sayfamızda da ilan edildiği gibi herkes gelebilir. Ama zaman zaman tatsız durumlar da olabiliyor.  Bazen gelenler hemen hiç çalışmadan sahneye çıkabileceklerini düşünüyorlar. O sırada oyunda uygun rol olmayabiliyor, oyun başlamış, kadro belirlenmiş oluyor. Bir de arkadaki işler yapılmazsa önde oyuncunun oynadığı görülmez. Bu işler bizim için aynı derecede önemli.

Olgay Sadak: Bazen geliyorlar, hiç bir şey yapmadan sahneye çıkmak istiyorlar. Bunun ezber safhası var, ezber yapmadan sahneye çıkmak istiyorlar. İnsanlar kolay zannediyorlar tiyatroyu. Ama prensip olarak herkese açığız biz. Fakat belirli bir ideolojiyi falan getirmeye kalkarlarsa o zaman “yok” diyoruz.

Oyuncuların yetişmesi/yetiştirilmesi için neler yapıyorsunuz?

Serap Sadak: İmkânlarımız elverdiğince workshop’lar yapmaya çalışıyoruz. Ama onun dışında herhangi bir eğitim olanağımız yok.

Peki, siz rejisörlük eğitiminizi nereden aldınız, kendinizi eğitmeye, geliştirmeye nasıl devam ediyorsunuz?

Serap Sadak: Ben kendimi şu şekilde eğitmeye çalıştım, önce buradaki Kültür Ataşeliği ile ilişkiye geçtim; tiyatro bölümünün ders kitaplarını elde edip edemeyeceğimizi araştırdım. Ama hiç bir geriye dönüşüm, karşılık olmadı. Daha sonra araştırıp, soruşturup tiyatro ile ilgili bulabildiğimiz kitapları toplayıp o şekilde teorik olarak kendimizi yetiştirmeye çalıştık. Pratik deneyimlerimizi ise profesyonel rejisörlerimizden edindik. Demir Gökgöl, biliyorsunuz eğitimini Avusturya’da almış, Zarif Zeki Şahin ve Telat’tan bu konuda çok şey öğrendik. Demir sözlü tiyatroya çok ağırlık veriyordu, Zarif Zeki ile Telat ise beden diline ağırlık veren kişilerdi. Zaman içinde onlardan çok şeyler öğrenme imkânı oldu. Bir de diğer grupların ne yaptıklarını devamlı izlemeye çalışıyorum. Oynanan oyunların hepsini görmeye çalışıyorum. Bir şey yaparken diğerlerinin de ne yaptığını bilmenin yararlı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, Türkiye’de geçirdiğimiz zamanlarda oradaki tiyatro olaylarını, gelişmeleri izlemeye çalışıyoruz.

Sizler biriniz rejisör olarak diğeriniz de teknik eleman olarak ki sizlerin zaman zaman oyunlarda da rol aldığınızı biliyoruz, başarılı bir bütünlük oluşturuyorsunuz. Nasıl oldu, nasıl başardınız bunu?

Serap Sadak: Buraya geldiğimde Hamburg Türk Toplumu ile tanışmış oldum. Uzun seneler üyesi bile değilken sonra birden kendimi yönetim kurulunun içinde buldum. Olgay da o zamanlar Göçmenler Birliği temsilcisiydi. Daha önce de dediğim gibi, çalışma grupları kuralım, aktif bir şeyler yapalım düşüncesiyle işe başladık. Ondan sonra hep bir şekilde, yerleri süpürerek de olsa, silerek de olsa, oyuncu olarak da olsa hep bir şekilde tiyatronun içinde olduk. Benim rejisör olmam Olgay’ın teknik eleman olmasından daha sonra. Çünkü ben uzun zaman Demir’in ve Zarif Zeki’nin yanında reji asistanlığı yaptım. Ben Abdurrahman Çelebi rejisörüyüm aslında.

Teknik ben de yaptım, fakat benim için çok zor bir iş. Ben teknik birisi değilim. Bir de grupta en az rol almak isteyen, oyuncu olmak istemeyen bendim, o yüzden reji işi bana kaldı.

Olgay Sadak: Kimin eli bu işlere yatıyor, kendiliğinden ona kaldı. Başka biri olsa ben bırakacağım ama adam yokluğundan mecburen yapıyorum.  Gerekiyordu, çünkü arkadaşlar geliyorlar, gidiyorlar, bir hareket olması lazım, hadi diyoruz, bari biz yapalım. Serap da öyle; yani şimdi her tarafta da rejisör dolaşmıyor, yönetmen dolaşmıyor. Yoksa hadi gel hemen yapalım, diyeceğiz. Ama hepsi maddi beklenti içinde. Bir de bizim guruba uyması gerekiyor. Serap şimdiye kadar sahneye koyduğu oyunlardan rejisörlük için para almadı. Ben sahne dekoru hazırladım, teknik yaptım, para almadım. Böyle şeyler bizim tiyatromuzda yok, olmadı. Ama dışarıdan getirdiğimiz rejisörlere, eğer Kulturbehörde’den bir rejisör parası alınmışsa, alınan parayı veriyoruz. Yoksa gönüllü yapmak isteyen varsa, buyursun diyoruz.

Uzun zamandır Hamburg’da tiyatro yapıyorsunuz; neden profesyonelleşmeye doğru bir eğiliminiz olmadı, neden amatör tiyatroyu tercih ettiniz? Bunda anadilde, Türkçe tiyatro yapıyor olmanızın da rolü oldu mu?

Olgay Sadak: Biraz önce de belirttiğim gibi, Naci ve Ferahmuz en başta bizim amatörlüğümüze sıcak bakmadılar ve ayrıldılar. Profesyonelce çalışmak için “Türkisches Theater“i kurdular. Ben de onların proje kurucuları arasındaydım. Devletten para kaynağı buldular. Ama biz anadilde bir şeyler yapmak istiyorduk. Kendi kültürünü tanımayanın başka kültürlerle bağlantı kurmasının, o kültür içinde mutlu olmasının çok zor olduğunu düşünüyorduk. Bir kültürü tanımada tiyatronun çok önemli bir faktör olduğuna inandığımızdan çalışmalarımıza bazen ara da versek, „biz bunu devam ettirelim“ baskısı altında tekrar tekrar başladık.

Serap Sadak: Tabii profesyonelleşmek için bu işe daha fazla zaman ayırmak gerekiyor. Herkesin işi gücü vardı. Bunları bir kenara bırakıp ekonomik yönden belirsiz bir işe kalkışmak mümkün değildi. Ayrıca bizi derleyip toplayacak bir ele ihtiyacımız vardı. Biz bunu bir yan uğraş olarak yaptığımız için profesyonelleşme olanağımız kendiliğinden yok oldu gitti.

Anadilde kalmış olmamızın tabii ki amatör kalmamızda bir etkisi var. Her şeyden önce anadilde tiyatro yaptığımız için Kulturbehörde’den, kültür dairesinden bir destek alamadık.  Onlar çok kültürlü şeylere para veriyorlar.

Olgay Sadak: İlk başlarda biraz aldık ama, onu da söylemek lazım. İlk başlarda biraz verdiler, böylece rejisörlerin ücretlerini karşılıyorduk. Ama sonra tek dilde, Türkçe olduğu için vermediler.

Serap Sadak: İkincisi de, anadildeki beden dilinde, mimiklerde bizi yetiştirecek, çalıştıracak insan sayısı çok kısıtlıydı burada. Epey zaman sonra Demir için çıkardığımız bir oyunda, “Evcilik Oyunu”nda parasal bir katkı da oldu kültür dairesinden. Yoksa bizim kendi olanaklarımızla bir rejisörle, hele bir Alman rejisörle, anadilde çalışmamız mümkün değildi. Ama zaman zaman kendimizi geliştirmek için workshop’lar yaptık.

Olgay Sadak: Ben de şunu söylüyorum; profesyonel bir Türk tiyatrosunun, ister Türkçe oynasın ister Almanca, isterse her iki dilde, maddi destek almadıkça burada yaşama şansı yok. Bunu geçmiş senelerde gördük. Biz ilk tiyatro değiliz Hamburg’da. Bizden önce Naci [Özaslan] kurduğu tiyatroyla profesyonelce çalışmayı denedi. Sonra bir kadın tiyatrosu vardı. Bunlardan kısa sürede yeni gruplar çıktı, kısa sürede dağılıp gittiler. En son geçen sene “Theater Mensch” isimli Almanca oynayan bir grup kuruldu; o da Naci’nin girişimiydi, iki oyun sahnelediler, fakat o grup da dağıldı. Bence, biz Almanca tiyatro oynamaya kalksak, belki üç beş bizi tanıyan gelecek, seyredecek, beğenecek, beğenmeyecek, sonra bilmiyorum bir daha uğrayacaklar mı? Biz burada Türkçe konuşan kitleye hitap etmeyi tercih ettik. Onun için de şimdi şu anda Hamburg’daki en uzun soluklu tiyatro gurubuyuz. 21 sene oluyor, hatta Şubat ayında 22. sene olacak. Yani bizden eski şu anda yok. Bir sürü kuruldu, geçti gitti. Bunu iddialı olarak söyleyebilirim.

Hamburg’daki diğer Türk tiyatrolarının durumu nedir? Kaç tiyatro var?

Olgay Sadak: Bizden sonra kurulan ilk tiyatro yine bizden ayrılan birkaç arkadaşın girişimleriyle kurulan „Küçük Sahne“ oldu. Bir veya iki oyun çıkardılar. Onlar da Haus 7’deydiler. Hamburg Türk Toplumu içinde ikinci bir tiyatro olarak bize alternatif olarak kuruldular. Sonra onlar dağıldılar, başka bir grup kuruldu, yanılmıyorsam ismi „Meydan Sahnesi“ idi. Onlar da bir iki oyun yaptıktan sonra dağıldılar.

Serap Sadak: Şu anda Hamburg’da bizim dışımızda anadilde tiyatro yapan iki grup var; “Denge Tiyatrosu“”ve “Asmin”. Duyduğum kadarıyla yeni bir grup daha kurulmuş ama onlarla henüz karşılaşmadım. Bizim şu an en iyi ilişki içinde olduğumuz “Denge Tiyatrosu”. Birbirimizin oyunlarını ziyaret etme adına birbirimize desteğimiz var. Bir de Telat [Yurtsever] var, ama o Almanca çalışıyor, Türkçeyle ilgisi yok ve dans tiyatrosu şeklinde çalışıyor.

Söyleşimizin buraya kadar olan kısmından anladığım kadarıyla Hamburg’da ister amatör olsun ister profesyonel olsun, ister Türkçe olsun, ister Almanca olsun birçok Tiyatro gurubu kurulmuş, dağılmış. Şimdi var olanlar da -siz zaten amatör olduğunuzu belirtiyorsunuz- profesyonel olmaya çalışan ama aslında amatör gruplar. Neden gruplar bu kadar çabuk, bir iki oyundan sonra dağılıyorlar?

Olgay Sadak: Ben fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Benim duyduğum genelde dağılmanın sebepleri maddi paylaşımda çıkan sorunlar. Yani bizde olmayan bir şey bu. Bizim prensibimiz, kimse bir şey beklemesin bizden, biz beklemiyoruz, kimse de bizden beklemesin diyoruz.

Serap Sadak: Beklemesin demekle beraber gelir-gider durumları açıkta. Oyundan sonra herkesin takip edebileceği şekilde ortada gelirimiz, giderimiz.

Gelir derken sadece giriş paraları mı?

Serap Sadak: Tabii başka bir şey yok!

Yani başından beri sponsor olmadı mı?

Olgay Sadak: Reklam veren oldu ama sponsor olmadı. Hamburg’da zor iş sponsor bulmak. Diğer tiyatro gruplarından söz ederken ben şunu vurgulamak istiyorum, biz hiç bir zaman afişimize reklam almıyoruz. Bizim afişlerde reklam göremezsiniz. Ancak tabii ilerde bir sponsor çıkarsa onun amblemini koyarız. Bakıyorum, arkadaşlar afiş yapıyorlar, afişin yarısı küçük küçük reklamlarla dolu. Elli lira oradan, yüz lira buradan ilan alıyorlar; tamam belki o da bir para kaynağı bulma şekli, ama tiyatroyla bağdaştıramıyorum ben bunu.

Ben burada bu amatör sözünü biraz açmak istiyorum; biz maddi olarak amatör çalışıyoruz ama, bence biz yaptığımız işe profesyonelce yanaşıyoruz. Çoğu profesyonelden daha ciddi yanaştığımızı iddia ediyorum. Biz diyoruz ki, eğer seyirci bir para veriyorsa bunun karşılığında bizden bir şey bekliyor. Onu vermek gerekir. İlla bir şey yapıp da, sahneye bir şey koyup da, yaptık işte, ne olacak, burada, Almanya’da bu kadarı yeter dememiz yanlış. Çünkü bakıyoruz, profesyonel tiyatro olarak buraya geliyor, bazen Türkiye’den de gelenler oluyor, bir kere çoluk çocuk, bağrış çağrış, oyun sırasında giren çıkan, oyuna geç başlamak –öyle 5-10 dakika değil, yarım saat, 45 dakika!

Biz oyunumuza zamanında başlamaya özen gösteriyoruz. En fazla son seyircinin de yerine oturmasını bekleyip, 5, bilemedin 10 dakika gecikmeyle başlıyoruz oyuna. Oyuna başlayınca kapıyı kapatıyoruz, içeri kimseyi almıyoruz. Başladığımızdan beri bu prensibimiz. Bizce tiyatronun usulüne bu uygundur. Sonra çocuk olayında, çocukların oradan zevk almayacakları belli, sıkılacakları belli, aynı zamanda hem çocuğa eziyet, hem de diğer seyircilere eziyet. Onun için baştan beri küçük çocukları almıyoruz. [Bilginotu: İstasyon Tiyatro-İletişim’in biletleri üzerinde, “Küçük çocuklar oyuna alınmaz” notu yer almaktadır.] Biz bunun çok sıkıntısını çektik. “Siz çocukları sevmiyorsunuz”, “çocuklara karşı mısınız” diye çok eleştirildik. Ben şunu söylemek istiyorum; burada, Almanya’da yaşayan insanların %80’i tiyatro deyince bambaşka bir şey anlıyor. Çünkü tiyatro kültürü olmayan bir kültürden gelme. Kırsal kesimde tiyatro, çadır tiyatrosu, dansöz, göbek dansı, saz gurubu; tiyatro deyince o akla geliyor. Ben çok yaşadım, soruyorlar, “yemek var mı orada” diye. Nitekim, isim vermek istemiyorum, birtakım tiyatro gruplarında oyun oynanırken bir taraftan da lahmacun, ayran falan satılıyor arkada.

Çocuklardan konu açılmışken, şimdiye kadar hiç çocuk tiyatrosunun sözü geçmedi. Hamburg’da çocuk tiyatrosunun durumu nedir?

Serap Sadak: Bize çocuk tiyatrosu için çok teklif geldi; velilerden geldi, çocuklar bir şeyler yapmak istediklerini söylediler, ama ben her zaman çocuk tiyatrosuna hayır dedim. Çünkü bu çalışmayı yapacak olanın pedagojik bir bilgiye sahip olması gerekir. Benim bu konuda hiç bir uzmanlık bilgim yok. Herhangi bir çocuk oyununu alıp da, Türkçe tiyatro olsun diye oynamayı ben güzel bulmuyorum. Bir kere Hamburg Türk Veliler Birliği ile bir çalışmamız olmuştu. Oradan kestik, buraya koyduk, kısa bir oyun çıkardık. Fakat ben orada bir kere daha gördüm ki, bu iş için pedagoji bilgisi gerekiyor. Zaten rejide şunu şöyle yapın bunu böyle yapın demede sorunlarım var, çocuklarda bu daha da zor. Bazı yerde daha sert olacaksın, bazı yerde daha yumuşak olacaksın, o dengeyi ayarlamak gerçekten zor ve içerik açısından da herhangi bir kayıp olmamalı. Bunu bilen biri yaptırmalı diye düşünüyorum. Geçen sene “Serçecik” diye bir grup kuruldu. Yine daha önce bizim tiyatroda oynamış arkadaşlardan biri öğretmen biri ekonomist iki arkadaş kurdular “Serçecik”i ve oynayacakları oyunu da kendileri yazmışlar. Yarı Türkçe, yarı Almanca. Her şeyi kullanmak istemişler, şunu yapmışlar bunu yapmışlar, sonuçta ortaya çocukların annelerinin “A canım benim, bak ne güzel yapıyor benimki” demesinden öteye geçemeyen bir şey çıktı.

Olgay Sadak: Bizim tiyatrodan arkadaşlar olmalarına rağmen, yaptıkları çok güzel değildi, zor geldi, bıraktılar zaten.

Serap Sadak: Sonra seyirci olarak, büyükte çok kötü bir şey oynasan da büyük alacağını alıyor, almayacağını almıyor. Ama çocukta bu böyle değil. Yanlış yapma riski fazla bence, çok dikkatli olmak gerekiyor.

Olgay Sadak: Esasında çocuk tiyatrosu burada piyasa açığı. Çocuk denince akan sular duruyor. Kurumlar destek vermeye hazır. Bunu keşfeden arkadaşlar da var. Fakat bunu iyi yapmak, hakkınca yapmak gerekir. Duyduğumuz kadarıyla şimdi okul öncesi çocuklar için, yuva çocukları için bir çalışma hazırlanıyormuş, bunun dışında da Hamburg’da Türk çocuk tiyatrosundan sözü edilecek bir şey yok!

Son olarak bir konuya daha değinmek istiyorum: Hamburg Türk Toplumu, Göçmenler Birliği gibi kurum isimleri geçti. İstasyon Tiyatro-İletişim, bildiğim kadarıyla, TGH’nın çatısı altında bir inisiyatif. Bütün bu isimler bizler için bildik. Hamburg’u tanımayanlar için bu kurumları ve sizlerle ilişkilerini kısaca açıklar mısınız?

Olgay Sadak: Bugünkü TGH’nın [Türkische Gemeinde in Hamburg und Umgebung –  Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu] ismi önceden Türkiye Göçmenler Birliği’ydi (TGB). İlk önce Hamburg Türk Toplumu (HTT) diye bir dernek vardı. Yani TGH ile hiç alakası olmayan bir dernek. Onun bünyesinde kurulduk biz. Daha sonra, 25 yıl önce Ramazan Avcı’nın Neo-Naziler tarafından öldürülmesinden sonra TGB  kuruldu. İçinde bir sürü dernek vardı. Uzun tartışmalardan sonra HTT, TGB’ne üye oldu. Daha sonra Haus 7 alındı ve hep beraber oraya taşınıldı. O zaman orada Sosyal Demokratlar Derneği vardı, kapandı. Daha sonra HTT çeşitli sebeplerden TGB’den ayrıldı. Bugün hâlâ varsa belki adres derneği olarak vardır, kayboldu gitti. HTT ayrıldığında bizim için yer sorunu çıktı. Haus 7’de kalmamız gerekiyordu, bu sefer biz TGB’ye üye olduk. İnisiyatif olarak. Yedi-sekiz sene önce uzun tartışmalardan sonra TGB, TGH adını aldı. İlk kuruluş döneminde, Ramazan Avcı’nın öldürülmesinden sonra dernek kurulurken kendimizi göçmen olarak görüyorduk. Zamanla artık göçmenlikten çıktık, buralı olduk diye düşünenler ağır bastı.

Serap Sadak: Bence biz hâlâ göçmeniz!

Olgay Sadak: O zaman HTT daha aktifti, onun için yeni isim Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu oldu. Ben uzun yıllar, 15 sene kadar, yönetim kurulunda görev aldığım için bazı avantajlarımız oldu. Haus 7’de kullandığımız odaları böyle alabildik, yoksa mümkün olmazdı, kimseye vermezlerdi. Bu arada yanlış anlamaları önlemek için hemen belirteyim, aldık derken biz sadece kiracıyız; hatta birikmiş kira borçları yüzünden TGH ile kavgalıyız bile.

Yer çok az. Kimsenin doğru dürüst bir yeri yok. Herkes yer istiyor. Başka tiyatro gruplarında da aynı sıkıntının yaşandığını biliyorum. Yersizlik sorunundan eşyalarını, dekorlarını evlerinin bodrumlarında saklamak zorunda kalıyorlar. Bizim güzel bir yerimiz var. Bu yeri almamızdaki en büyük faktörlerden biri, o sırada rejisörlüğümüzü yapan Demir [Gökgöl] oldu. Demir emekliye ayrılacaktı, dedik ki, sana burada bir yer verelim, devamlılık olsun, tiyatro için bir danışma, buluşma noktası gibi bir yer olsun. Fakat Demir, odalar binanın bodrum katında olduğu için, “Beni ölmeden mezara mı koyacaksınız!” dedi, beğenmedi. Aslında biz Demir için yer ararken ısrarla orayı istemiştik ama o istemedi orayı. Sonra biz de şimdiki haline getirdik.

Aslında bizim orası için bir başka planımız daha vardı. Serab’ın fikriydi, orada okuma akşamları, gitar dinletileri düzenleyebileceğimiz bir “Kültür in” kurmayı düşündük. Ama hayata geçiremedik. İşte bizim TGH ile bağlantımız bu.

Bu güzel söyleşi için sizlere çok teşekkür ediyorum. Bitirmeden önce ben okuyuculara, sizler ve İstasyon Tiyatro İletişim hakkında daha fazla bilgi edinmek isterlerse internet sayfanızdan, www.tiyatroistasyon.deden sizlere ulaşabileceklerini belirtmek istiyorum. Sizler bizlere son söz olarak neler söylemek istersiniz?

Olgay Sadak: Biz istiyoruz ki bizden sonra sahiplenilsin. Biz belirli bir yaşa geldik, ömür boyu burada koşturacak halimiz yok. Artık zamanımızın bir kısmını Türkiye’de de geçiriyoruz. Biz burada yokken herkesi toparlayacak, çalışmaları sürdürecek birileri çıksa, gözümüz arkada kalmaz. Memnun oluruz. Gönül rahatlığıyla, bak bizim ektiğimiz tohumlar yeşermeye başladı deriz. Bunu demeyi çok arzu ediyoruz.

Serap Sadak: Mesela birileri ucundan tutup da amatörlükten de çıkarıp profesyonel bir yere taşısa, senede bir iki oyunla bile olsa devam ettirecek kişiler çıksa, bizde onlara destek olsak, artık sandalye mi taşıyacağız, perde mi açacağız, bunu görmek istiyoruz.

M. Kemal Adatepe

Hamburg – 27 Ocak/7 Şubat 2011

Not:

Serap Sadak: İstanbul 1948; Gazetecilik bölümü mezunu. 1972’de Hamburg’a geldi, bir özel bankadan emekli oldu. 2005 yılından itibaren İstasyon Tiyatro-İletişim’in rejisörlüğünü yürütmekte.

Olgay Sadak: İstanbul 1945; İki yıllık Teknik Enstitü mezunu. 1969’da Hamburg’a geldi, bir özel firmadan emekli oldu. Kuruluşundan itibaren İstasyon Tiyatro İletişim’in sahne hazırlama, ses ve ışık düzenlerinin hazırlanmasını üstlendi.

İstasyon Tiyatro İletişim’in kurucuları arasında yer alan Sadak çifti emekliliklerinden itibaren kış aylarında Hamburg’da, yaz aylarında ise İstanbul’da yaşamaktalar.

Paylaş.

Yanıtla